17/04/2024

Gösterişli Bir Hiçbir Şey: İsrail - İran Müşterek Fiilî Atışlı Hava Savunma Tatbikatı

Kıyam-1 balistik füzesinin Ağustos 2010'daki
test atışı (Kaynak: AFP/Getty Images)
İsrail 1 Nisan günü, İran'ın Suriye'nin başkenti Şam'daki büyükelçilik yerleşkesinde yer alan konsolosluk binasına hava saldırısı düzenledi. Saldırıda İran Devrim Muhafızları Ordusundan ikisi general rütbesinde yedi İranlı ile altı Suriyeli hayatını kaybetti. İran, ağır bir yanıt vereceğini açıkladı

ABD kaynakları en son 12 Nisan'da, İran'ın iki gün içinde İsrail'e yönelik saldırıya geçeceğini bildirmişti. Nitekim İran ve İsrail, son birkaç gündür hava sahalarında denetimi sıkılaştırmış, hava trafiğini kısıtlamıştı. 

Beklenen İran saldırısı, 13 Nisan gece saatlerinde başladı. İran'ın İsrail'e doğru çok sayıda kamikaze İHA (KİHA) uçurduğuna dair haberler ABD kaynaklı olarak sosyal medyada yer aldı. İran, "Sadık Vaat" adlı bir harekât başlattığını duyurdu. Irak üzerinden İsrail'e doğru uçan KİHA'ların görüntülerinin paylaşılmaya başlamasından bir süre sonra, İran'ın seyir füzeleri ve balistik füzeler de ateşlediği yönünde bilgiler yayıldı. Bir süre sonra da İsrail'in çeşitli kesimlerinde hava taarruzu sirenleri çaldı, hava savunma sistemlerinin faaliyetleri videolara yansıdı. 

Saldırı, İsrail'in olası karşılığı ya da İran'ın müteakip füze salvoları ile kısa süre içinde bölgesel bir savaşın patlak verme riskine sahip idi. Neyse ki bu, henüz gerçekleşmiş değil. Her iki ülkenin de bölgesel bir savaşı göze alabileceğine dair fazlaca emare de bulunmuyor. Bununla birlikte olay, askeri - teknolojik bakımdan pek çok önemli tartışma ve araştırma başlığını gündeme getirmiş bulunuyor.


Saldırı

Saldırılar devam ederken İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilciliği, İran'ın askeri karşılığının, "Siyonist rejimin Şam'daki diplomatik misyonuna yönelik saldırganlığına karşılık" ve BM Anlaşması'nın 51. maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkı kapsamında yapıldığı, "İsrail'in bir hata daha yapması durumunda İran'ın karşılığının daha ağır olacağı" şeklinde bir açıklama yaptı.

Bu açıklamadan kısa süre sonra saldırı sona erdi. ABD ve İsrail kaynakları, İran'ın gönderdiği dron ve füzelerin tamamına yakınının İsrail'e ulaşmadan imha edildiğini, kayda değer bir hasarın ya da can kaybının olmadığını açıkladılar. İsrail ordu sözcüsü Tuğamiral Daniel Hagari, İsrail'e ateşlenen dron ve füzelerin %99'unun vurulduğunu ve saldırının başarısızlıkla sonuçlandığını açıkladı. İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri ise, harekâtın başarıyla tamamlandığını, İsrail'e ait pek çok askeri hedefin imha edildiğini açıkladı.

Saldırıda kaç adet KİHA, seyir füzesi ve balistik füze kullanıldığına dair farklı açıklamalar mevcut. İran kaynakları "yüzlerce" adet dron ve füzenin kullanıldığını söylüyor. İsrail'in açıklamalarına göre İran, 170 KİHA, 120'den fazla balistik füze ve 30'dan fazla seyir füzesi ateşledi.

İran'ın ateşlediği dron ve füzelerin tip ve sayı bazında dağılımı ile ilgili parça parça bilgiler var. İran kaynakları ve sosyal medyaya yansıyan görüntülerden Şahid 131 ve Şahid 136 tipi KİHA'ların kullanılmış olduğu anlaşılıyor. Rusya - Ukrayna Savaşı ile birlikte gündeme gelen bu KİHA'lar, Rusya tarafından Geran 1 ve Geran 2 adı ile 2022 sonbaharından bu yana yoğun olarak kullanılıyor. 

İran'ın ateşlediği balistik füzeler arasında yaklaşık 1,700km menzilli İmad balistik füzesinin bulunduğuna dair veriler bulunuyor. Şahab 3'ün geliştirilmiş bir modeli olan İmad, sıvı yakıtlı ve 750kg harp başlığı taşıyor. İran haber ajansı ISNA'ya dayandırılan bir habere göre İmad'a ilaveten 1,450km menzilli Hayberşiken füzesi de kullanıldı. 2022 başında kamuoyuna tanıtılan Hayberşiken, katı yakıtlı ve 450 ila 600kg arasında harp başlığı taşıdığı tahmin ediliyor.

Seyir füzesi olarak ise Paveh'in kullanıldığı kaydediliyor. Sumar füzesinin bir türevi olan ve 1,650km menzile sahip olduğu belirtilen Paveh, geçtiğimiz yıl Şubat ayında tanıtılmıştı


Savunma

Saldırıdan sonra bir basın açıklaması yayınlayan ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), İran ve Yemen'den ateşlenen 80 KİHA'nın ve en az altı balistik füzenin vurulduğunu duyurdu. Açıklamaya göre bir balistik füze fırlatma aracında; yedi KİHA ise Husi kontrolündeki bölgede yerde imha edildi. Açıklamadaki bu ayrıntı, ABD'nin İran'a yönelik geniş bir coğrafi bölgeyi kapsayan gerçek zamanlı keşif, gözetlee ve istihbarat ağını çalıştırdığının ve çok süratli bir şekilde vuruş / imha vasıtalarına hedef verisi üretebildiğinin göstergesi. İngilizce literatürde "sensor-to-shooter" ile tarif edilen, hedef tespit, teşhis, takip ve ardından imha sürecinin çok hızlı işletilmesi.

13 Nisan gecesi, RIM-161 Standard Missile 3 füzesavar füze sisteminin de ilk muharebe deneyimine sahne oldu. ABD Deniz Kuvvetleri kaynaklarının açıklamasına göre Doğu Akdeniz'deki Arleigh Burke sınıfı destroyerler DDG-51 Arleigh Burke ve DDG-64 Carney'in ateşlediği ve bu gemilerdeki AN/SPY-1D radarlarının tevcih ettiği dört ila yedi adet SM-3 tipi füze, bir İran balistik füzesini yörüngesinin tepe noktasına yakın bir yerde, atmosfer dışında vurdu. ABD balistik füze savunma kalkanının en temel bileşenlerinden olan SM-3, ABD'ye ilaveten Japonya ve Güney Kore donanmalarında da kullanılıyor. Füze aynı zamanda Polonya ve Romanya'daki AEGIS Ashore füze savunma erken ihbar ve önleme tesislerinden ateşlenebilecek.

Wall Street Journal gazetesi, saldırıyla ilgili ilginç bir iddiayı gündeme getirdi. Adını açıklamadığı ABD'li yetkililere dayandırdığı haberinde gazete, İran'ın ateşlediği füzelerin yaklaşık yarısının fırlatma anında arıza yaptığını ya da uçuş sırasında rotasından saptığını yazdı. The Intercept sitesi de ABD Hava Kuvvetleri kaynaklarına dayandırdığı haberinde İran'ın ateşlediği toplam 300'den fazla dron ve füzenin yaklaşık yarısının kalkışta ya da uçuş sırasında arıza yaşadığını kaydetti. The Intercept'in haberine göre kalan 160 civarında dron ve füzenin büyük kısmı ABD unsurları tarafından vuruldu. ABD'ye ilaveten İngiltere ve Fransa'ya ait savaş uçakları da dronların vurulmasında aktif rol aldı.

Yapılan açıklamalar doğru ise eğer, 13 Nisan gecesi, F-15 ve F-16 savaş uçaklarının muharebe sicilleri açısından bir sıçrama noktası teşkil ediyor. İsrail ordusu, dronların önlenmesinde görev alan ve AIM-7 Sparrow, Python 4 ve AIM-9L/M havadan havaya füzelerle donatılmış F-15I fotoğraflarını yayınlamıştı. ABD Hava Kuvvetleri de bölgede konuşlu F-15 ve F-16 savaş uçaklarının 70'ten fazla dronu düşürdüğünü kaydetti.

İsrail ordusunun yayınladığı görüntülerde F-35I'ların da savunmada yoğun görev almış oldukları görülüyor. Ancak görevlerinin kapsam ve ayrıntıları ile ilgili, en azından şimdilik net bir bilgi yok. AN/APG-81 AESA radarı ve AN/AAQ-37 Electro-Optical Distributed Aperture System (DAS) elektrooptik sistemine sahip F-35I'nın o gece nasıl kullanılmış olduğuna dair bilgiler, yeni nesil hava muharebesine dair öngörü ve öncelikleri şekillendirebilir.

Öte yandan Irak'ın Erbil kentinde konuşlu bir ABD Patriot hava savunma sisteminin de bir İran balistik füzesini vurduğu bildirildi.

ABC News'in haberine göre en az dokuz İran balistik füzesi, hava savuna şemsiyesini aşarak İsrail'e ulaşmayı başardı. Habere göre bunlardan beşi Nevatim, dördü de Necef Çölü'ndeki Ramon hava üslerini vurarak ufak çaplı hasara neden oldu. Nevatim'deki bir C-130 nakliye uçağının hasar aldığı kaydediliyor. 

Üstüne gelen 300'den fazla KİHA ve füzeyi savuşturmanın İsrail'e maliyetine dair USD550 ila USD1.35 milyar arasında değişen tahminler var. İsrail'in ABD'de yıllık ortalama USD4 milyar civarında nakdi yardım aldığı ve son yıllarda hızla artmakta olan bu yardımın kabaca en az USD3 milyar kısmının ABD'den savunma alımlarına harcandığı göz önüne alınacak olursa, İsrail ekonomisini pek de sarsmayacak bir fatura olduğunu varsayabiliriz.


İran'ın Füzeleri

İran'ın füze teknolojisi konusundaki çalışmalarının başlangıcı Şah Rıza Pehlevi dönemine dayanıyor. 1977 Nisan ayında İsrail ile petrol karşılığı silah tedariğini öngören altı anlaşmadan biri olan “Çiçek Projesi” (Project Flower) kapsamında İsrail desteği ile bir taktik balistik füze geliştirilmesi ve İran’ın güneyinde bir füze test merkezi kurulması öngörülüyordu. 1979 İslam Devrimi ile bu proje rafa kalktı.

Devrimden kısa süre sonra başlayan İran – Irak Savaşı sırasında İran, Rusya desteği ile ciddi bir hava kuvveti ve füze kabiliyeti elde etmiş olan Irak’a karşı balistik füze gücü kurmak için çalışmalara başladı. “Şehirler Savaşı” olarak adlandırılan, büyük şehirler ve sanayi altyapısına Irak bombardıman uçakları ve balistik füzeleri ile düzenlenen saldırılara etkili karşılık verebilmek için balistik füze temini için Çin, Kuzey Kore, Libya ve Suriye nezdinde girişimler başlatıldı. Nitekim 1985 yılında Libya’dan SCUD B tipi füzelerin temini ile İran balistik füze programının temellerini atmış oldu.

Libya’dan füzelerin satın alınmasına paralel olarak, balistik füze üretimi ve geliştirilmesi için gerekli bilgi ve teknoloji temini için en önemli iki kaynak, Çin ve Kuzey Kore oldu. 1987 yılında Kuzey Kore ile füze teknolojisi için yapılan anlaşmayı ertesi yıl Çin ile yapılan bir başka anlaşma takip etti. Çin’den 1989 yılında satın alınan ve Tondar 69 olarak adlandırılan 150km menzilli CSS-8 (M-7) füzeleri ile İran, füzeler için katı yakıt teknolojisine ilk adım atmış oldu. Taktik balistik füze geliştirilmesi için önemli bir adım teşkil eden bu alımın ardından Çin ile İran 1990 yılında on yıllık bir askeri teknik işbirliği anlaşması imzaladı. Öte yandan Kuzey Kore’den de SCUD B türevi Hwasong 5 ve SCUD C türevi Hwasong 6 füzeleri temin edildi. Bu füzeler 1994 yılından itibaren İran’da sırasıyla Şahab 1 ve Şahab 2 adı ile üretilmeye başlandı. Bu dönemde ayrıca eski Sovyet FROG 7 füzelerinden türetilmiş Zelzal adlı bir roket ailesi de geliştirildi. Katı yakıtlı 150 – 200km menzil aralığındaki Zelzal ailesi, İran ordusunun kısa menzil taktik balistik füze gücünün belkemiğini teşkil etti.

Kuzey Kore ve Çin desteği ile balistik füze geliştirme programına devam eden Çin, 1990’ların ortalarından itibaren seyir füzelerine de yatırım yapmaya başladı. 1996 yılında deniz kuvvetleri hizmetindeki hücumbotlarında kullanmak üzere Çin’den C802 (NATO kodu “CSS-N-8 Saccade”) gemisavar füzeleri tedarik etti. Bu füzelerin sevkiyatı, ABD’nin Çin’e uyguladığı baskı sonucu yarım kaldı ancak İran, “Nur” adı ile bir türevini geliştirerek üretmeye başladı. İran aynı dönemde Çin’den ayrıca C801K adlı uçaktan atılan gemisavar füzeleri de temin ederek bunları F-4E Phantom II savaş uçaklarına taktı.

1990’ların sonlarına gelindiğinde İran’ın o zamana kadar yapmış olduğu yatırım ve çalışmaların sonuçları somut olarak görülmeye başladı. Hazır olarak temin edilen ya da yurt içinde lisans altında üretilen füzelerden farklı olarak ilk kez İran tasarımı balistik füzeler kamuoyuna tanıtılmaya başlandı. Kuzey Kore yapımı Nodong 1 füzesinden türetilen Şahab 3’ün ilk deneme atışı 1998 yılı Temmuz ayında gerçekleştirildi. 1,300km civarında menzile sahip olduğu değerlendirilen Şahab 3’ün tasarımında yapılan geliştirmelerle de Şahab 3B ortaya çıktı. 1998 Eylül ayında Tahran’daki bir geçit töreninde Zelzal 2, Nazeat ve Şahin adlı topçu roketleri ve taktik balistik füzeler gösterildi: Bunlar, İran’ın yerli tasarım füze ailesinin ilk üyeleri idi. Şahab 3’ün deneme atışları devam ederken 1999 yılında 1,500km menzilli Şahab 4 üzerinde çalışmaya başlandığına dair haberler Batı basınında yer aldı. Ancak 2003 yılında dönemin İran Savunma Bakanı Ali Şamharni, Şahab 4 füzesinin yörüngeye uydu yerleştirmek için geliştirildiğini, çalışmaların daha ziyade Şahab 3 ailesinin performans ve kabiliyetlerini geliştirmeye odaklandığını açıkladı.

2000’li yılların başında, İran bir yandan Şahab 3 denemelerine devam ederken diğer yandan gelişmiş güdüm ve seyrüsefer teknolojileri ile seyir füzelerine yönelik çalışmalarına hız verdi. 2001 yılında Ukrayna’dan, Sovyet döneminden kalan H-55 (NATO kodu AS-15 “Kent”) tipi havadan fırlatılan seyir füzelerinin satın alındığına dair haberler büyük yankı uyandırmıştı. 2,500km gibi uzun bir menzile sahip olan ve nükleer başlık taşıyabilen bu füzeler, İran için büyük bir kabiliyet artışı anlamına geliyordu. Ukrayna 2005 yılında, İran’a bu füzelerden 12 adet satmış olduğunu kabul etti.

Bu dönemde İran ayrıca Zelzal ve Şahab füzelerinin halefleri için projeler başlattı. Bu çalışmaların sonucu olarak Fatih 110 ve Siccil füzeleri ortaya çıktı. İlk denemesi 2001 yılında gerçekleştirilen 2004 yılında hizmete giren Fatih 110 Suriye’ye de ihraç edildi. Bu ülkede M600 Teşrin adı ile üretilen füze, iç savaşta yoğun olarak kullanıldı. İran Fatih 110’un gemilere karşı kullanılabilen Hürmüz 1 ve Hürmüz 2 adlı türevlerinin de denemelerini gerçekleştirmişti.

Sıvı yakıtlı Şahab serisinin aksine katı yakıt kullanan Siccil ise, İran’ın füze kabiliyetinde önemli bir başka dönüm noktasını teşkil ediyor. 500 ila 1,500kg arası harp başlığı taşıyabildiği değerlendirilen Siccil'in azami menzili 2,000km civarında. Füzenin ilk denemesi 2008 yılında gerçekleştirildi ve Siccil 2 adlı daha gelişmiş bir modeli daha bulunuyor. Katı yakıtlı Siccil ailesine ilaveten Şahab 3’ün daha gelişmiş türevleri olan sıvı yakıtlı İmad ile çift kademeli sıvı ve katı yakıtlı Gadir füzelerinin de bu dönemde geliştirilmelerine başlandı. Bu füzeler için yeraltı üretim ve fırlatma tesisleri de inşa edildi.

Siccil füzelerinin hizmete girmesinden kısa süre sonra 2012 yılında İran, Meşkat adlı bir seyir füzesi üzerinde çalıştığını duyurdu. Kara, deniz ve hava platformlarından ateşlenebildiği belirtilen füzenin 2,000km menzile sahip olduğu iddia edildi. Üç yıl sonra, 2015’te ise bu sefer Sumar adlı bir seyir füzesi kamuoyuna tanıtıldı. Boyut ve tasarım olarak Ukrayna’dan satın alınan H-55 füzesi ile büyük benzerlikler taşıyan Sumar’ın 2,500km civarında bir menzile sahip olduğu değerlendiriliyor. Bu füzenin daha gelişmiş bir türevi olan Paveh ise 2023 Şubat ayında tanıtıldı.


İsrail'in Hava Savunması

İsrail, balistik füzelere karşı koruma sağlayacak bir hava savunma sistemi geliştirme çalışmalarına, 1986 yılında ABD ile imzaladığı bir mutabakat muhtırası ile başladı. İki yıl sonra da ABD ve İsrail Savunma Bakanlıkları arasında, Arrow 1 füze savunma sisteminin geliştirme sözleşmesi imzalandı. Projenin maliyetinin %80'ini ABD üstlendi; İsrail tarafında kalan %20'lik kısmı karşılayacak İsrail Füze Savunma Teşkilatı (IMDO; Israel Missile Defense Organization) projenin yürütülmesinden sorumluydu.

Sistemin ana yüklenicisi, Israel Aerospace Industries (IAI) olarak belirlendi. 1,000km'ye kadar menzile sahip balistik füzeleri ve hava soluyan hedefleri (uçak, seyir füzesi vb) önleyebilmesi istenen Arrow 1'in 500km menzilli ELM-2080 Green Pine adlı radarını ise Israel Aerospace Industries (IAI) bünyesindeki Elta geliştirdi.

İki kademeli katı yakıtlı bir füze olan Arrow 1, 7.5m uzunluğa sahipti. Füze uçuş / ortayol (midcourse) aşamasında atalet seyrüsefer ve komut güncelleme ile uçuyor, hedefi vurma aşamasında ise kızılötesi güdüm sistemini devreye sokuyordu. Füze hem uçuş hem de vuruş aşamalarında itki yönlendirme sistemi (thrust vectoring) ile manevra yapıyordu.

Arrow 1'in ilk test atışı Ağustos 1990'da gerçekleştirildi. Testler 1994 yılına kadar devam etti. 2,000kg ağırlığa sahip selefinden 700kg daha hafif olan Arrow 2'nin test süreci ise 1995 Temmuz'unda başladı. 

Arrow Weapon System (AWS) olarak da adlandırılan sistem, erken ihbar için ABD ile tam bir eşgüdüm içinde çalışıyor. ABD'nin erken ihbar uyduları ile tespit ettiği balistik füze, L bandda çalışan uzun menzilli Green Pine radarı ile takip ediliyor ve önleme menziline girdiğinde ateşlenen füze ile imha ediliyor. Açık kaynaklara göre Arrow 2'nin balistik füze tespit menzili azami 500km, imha menzili ise 50 - 90km arasında. İki kademeli katı yakıtlı bir füze olan Arrow 2'nin parça tesirli harp başlığı bulunuyor: Hedefin 40-50m yakınında infilak ederek parça tesiri ile etkisiz kılabiliyor. Harp başlığının akıllı tapası, patlamayı hedefe doğru yönlendirerek, şarapnellerin etkili önleme olasılığını artırıyor. Sistem, Citron Tree adlı komuta kontrol sistemi tarafından yönetiliyor. Green Pine ve diğer radar ve istihbarat sistemlerinden gelen veriler, Citron Tree tarafından birleştirilerek stratejik ve taktik resim oluşturuluyor.

Arrow 3, atmosfer dışında (uzay ortamında) önleme yapan bir hava savunma sistemi. Selefinin aksine, Arrow 3'te harp başlığı bulunmuyor: Hedefini, fiziksel olarak vurarak, yüksek hızından kaynaklanan kinetik enerji ile tahrip ediyor. Patriot PAC III füzesinde de kullanılan bu tekniğe, "hit-to-kill" adı veriliyor. İki kademeli füzede, öncülleri gibi katı yakıt kullanılıyor. Vurucu başlığı içeren ikinci kademede, çift darbeli (dual pulse) motor ve itki yönlendirme sistemi bulunuyor. Hedefe son yaklaşmada kızılötesi arayıcı başlık devreye giriyor.

Arrow 3'ün ilk denemelerine 2011 yılında başlandı. Füze ilk başarılı önlemesini, temsili bir balistik füzenin vurulması şeklinde 10.12.2015 tarihinde gerçekleştirdi. Nitekim IMDO,  Arrow 3 sistemini 2017 Ocak ayında resmen hizmete alarak, İsrail hava savunma şemsiyesi bünyesinde kullanmaya başladı.

Arrow 2 ve 3 füzeleri, İsrail'in hava savunma şemsiyesinin stratejik katmanını teşkil ediyorlar. Daha alt kademelerde Patriot PAC II GEM-T ve PAC III sistemleri ve taktik balistik füzelere karşı ABD ile ortak geliştirilen David's Sling (Davud'un Sapanı) füze sistemi bulunuyor.

En alt katmanda ise, Katyuşa olarak tabir edilen roketlere karşı geliştirilen Iron Dome (Demir Kubbe) ve Iron Beam (Demir Işın) yüksek enerjili lazer silahı bulunuyor. David's Sling ve Iron Dome sistemleri, hedef tespit, teşhis ve takibinde Elta firması tarafından geliştirilmiş ELM-2084 ELM-2084 3 boyutlu S band radarından faydalanıyorlar; komuta kontrolleri ise Golden Almond adlı komuta kontrol sistemi ile sağlanıyor.

Iron Dome, Rafael firması tarafından üretilen bir füze savunma sistemi. Görevi, kamuoyunda yaygın olarak "Katyuşa" şeklinde anılan kısa menzilli roketler ve topçu mühimmatlarını havada vurmak. Bu tür roket ve mühimmatlar, Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah tarafından 2000'lerin başlarından bu yana yoğun olarak kullanılmakta. Nitekim Iron Dome'un geliştirilmesine, 2006 Lübnan Savaşı'ndan hemen sonra başlanmıştı. Bu savaş sırasında Lübnan'ın güneyinden İsrail'in kuzey kesimlerine doğru çeşitli tiplerde 4,000'den fazla roket ateşlendiği biliniyor.

ABD'nin finans desteği sağladığı Iron Dome sistemi 2011 yılında hizmete girmeye başladı. İsrail ordusu envanterinde en az on bataryanın hizmette olduğuna dair açık kaynak bilgisi mevcut.

ELM-2084 "Multi Mission Radar" (MMR), (Active Electronically Scanned Array - AESA) teknolojisine sahip, S bandında çalışan bir çok işlevli radar. MMR'a IFF, sinyal istihbaratı (SIGINT), elektro-optik kamera gibi ilave aktif ve pasif algılayıcıların eklenmesiyle de "Multi-Sensor MMR" (MSMMR) adlı, her türlü hava tehdidinin erken tespit ve takibinde kullanılmak üzere türetilmiş bir modeli de bulunuyor. Elta tarafından MMR için azami tespit menzili SP modunda 256 deniz mili (yaklaşık 474km), WLR modunda ise 100km olarak verilmiş. Radar ASP ya da WLR modlarında sabit olarak 120 derecelik bir sektörü kapsıyor; ASP modunda dönerek 360 derecelik kapsama da sağlayabiliyor. Sistem, aynı anda 1,100 adede kadar hava hedefini tespit ve takip edebiliyor. 

Hava savunma şemsiyesinin diğer silah unsurları arasında kısa ve orta menzilli SPYDER ile Saar 5 sınıfı korvetlere takılan ve Saar 6 sınıfı korvetlerde de kullanılacak olan, Iron Dome'un donanma modeli C-Dome sayılabilir. Ayrıca hava kuvvetlerine ait F-16I, F-15I ve en önemlisi, F-35I savaş uçakları da sahip oldukları radar, elektronik harp ve havadan havaya füze sistemleri ile bu yapının bileşenleri arasında.

Erken ihbar başlığında ise yukarıda adı geçen ELM-2080 Green Pine ve ELM-2084 radarlarına ilaveten, ELM-2090, ELM-2106 ATAR ile Kürecik'teki üste de bir tanesi konuşlu olan AN/TPY-2 radar sistemleri bulunuyor. İsrail Hava Kuvvetleri ayrıca, Gulfstream iş jetleri üzerinden geliştirilmiş çeşitli erken ihbar ve istihbarat uçakları kullanıyor. Bunlar arasında sinyal istihbaratı (SIGINT) uçağı Shavit, havadan erken ihbar ve komuta kontrol (HEİK) uçağı Eitam ve yeni hizmete giren Oron bulunuyor. Oron hem Eitam'ın ELM-2085 AESA radarının yeni nesil bir türevi hem de çeşitli ELINT/SIGINT sistemleri ile donatılı.

Tüm bu erken ihbar, komuta kontrol ve silah şebekesi, ABD'nin hava ve füze savunma sistemi ile tam entegre şekilde çalışıyor. İki taraf da birbirleri ile gerçek zamanlı istihbarat ve veri alış verişi yapıyorlar.

Zaten bu alışverişin nasıl çalıştığı 13 Nisan gecesi görüldü.


Değerlendirmeler

İran'ın saldırısının hem bir fiyasko hem danışıklı bir dövüş hem de etkileyici bir kabiliyet gösterimi olduğunu iddia etmek, bu iddiaları çeşitli argüman ve verilerle desteklemek mümkün. Yeni nesil savaşın en karmaşık, anlaşılması en zor özelliklerinden biri de bu belki: Ne zaman ve nasıl başladığı, ne zaman ve nasıl bittiği, kimin kazanıp kimin kaybettiği net değil. 

İran, sınırlarından 1,000 - 1,500 km mesafedeki bir ülkeye, o ülkenin hava savunma kabiliyetlerini zorlayacak bir eşgüdümlü saldırı gerçekleştirdi. KİHA'lar, balistik füzeler ve seyir füzeleri İran ve Yemen'den eşgüdümlü olarak ateşlendi. İran, muhtemelen yıllardır HAMAS ve Hizbullah üzerinden başta Iron Dome olmak üzere İsrail hava savunma sistemlerinin reaksiyon süreleri, çalışma usül ve teknikleri ile ilgili epey miktar veri toplamış olmalı. Bu saldırı sırasında da İsrail hava savunmasının işleyişi ile ilgili gözlem ve veri toplama fırsatı bulmuş olabilir. 

İlaveten İran, 1 Nisan günü elçilik binasına düzenlenen saldırıya, hem iç kamuoyu hem de bölgede kendine müzahir kitle ve örgütler nezdinde, prestijini korumak için gösterişli bir karşılık vererek, "Siyonist rejimi" cezalandırdığı mesajını yaydı.

İran'ın füze geliştirme programının tarihçesine ve programın ürünlerine şöyle bir göz atıldığında ilk dikkat çekecek hususlardan biri, çok sayıda farklı füze olduğudur. Kimi zaman neredeyse yılda iki üç farklı füze tasarımını kamuoyuna tanıtan İran'ın, aynı Kuzey Kore gibi, füzelerinin "aile soy ağacını" takip etmek son derece zor. Söz gelimi Fatih balistik füze ailesinin en az on farklı üyesi bulunuyor (Fatih 110A/B/D, Halic Fars, Zülfikar, Fatih Mobin, Fatih 313 v.d.). Bu kadar fazla sayıda ürünün üretimi, harekât konsepti, harekât plan ve icrası bir yana, Sadık Vaat gibi bir harekât için gerekecek çok yüksek sayılarda füzelerin üretimi hiç de kolay değildir. 

Eski ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz yıl Kasım ayında, İran'ın 8 Ocak 2020 tarihinde Irak'taki Amerikan askeri üslerine füze saldırısı düzenlemeden önce ABD'ye haber verdiğini iddia etmişti. İran, bu saldırıyı, Devrim Muhafızları Ordusuna bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin Bağdat'ta 3 Ocak günü ABD SİHA'ları ile öldürülmesine karşılık olarak düzenleyecekti. İran ordusunun "Şehit Süleymani Harekâtı" olarak adlandırdığı balistik füze saldırısında ABD'nin can kaybı olmamıştı. Trump'ın, İran'ın önceden haber vermiş olmasına dair iddiası bazı araştırmacılar tarafından şüphe ile karşılanmış olsa da güçlü bir şekilde yalanlanmış değil.

İran bombardımanı, herhangi bir can kaybına neden olmadı. Necef çölüne düşen bir füze parçasının isabet ettiği bir Bedevi ailesinin yedi yaşındaki kızı, tek yaralı olarak kayıtlara geçti. Nevatim ve Ramon hava üslerindeki, kısa süre içinde tamir edilenler dışında kayda değer bir hasar da söz konusu değil. Farklı istikametlerden, farklı sürat ve irtifa profillerindeki 300'den fazla KİHA ve füze ile düzenlenen böyle bir bombardımandan elde edilen böyle bir sonuç, hiçbir tartışmaya mahal bırakmaksızın askeri ve teknolojik açıdan olağanüstü bir fiyaskodur. İran'ın "Sadık Vaat Harekâtı'nın" askeri açıdan bu başarısızlığının sebebi, ABD - İsrail tümleşik hava savunma sisteminin performansı mı, İran'ın KİHA ve füzelerinin performansı mı yoksa Trump'ın iddiasına benzer şekilde, masa altından, perde arkasından yapılan bir takım iletişimlerin sonucu mu, şimdilik net bir şekilde tespit etmek mümkün değil. 

Bu noktada, Trump'ın iddiası kadar göz önüne alınması gereken başka bazı ipucu kırıntıları da var. Örneğin, Wall Street Journal ve The Intercept'in, İran KİHA ve füzelerinin yarıdan fazlasının kalkışta ya da uçuşta başarısız olmuş olmaları. Bu iddia, ABD ve İsrail'in "left of launch" savunmasını uygulamış olabileceğini düşündürüyor.

Kuzey Kore'nin füze programına karşı geliştirilecek tedbirler arasında öne çıkan bir doktrin olan left of launch, esasen füzenin fırlatılmasından (ya da taarruzun başlatılmasından ) hemen önce uygulanacak kinetik olmayan elektronik ve siber harp, sabotaj vb faaliyetleri kapsıyor. Başka bir deyişle füzenin ateşlenmesini engelleyecek, ateşlense bile başarısız olmasını sağlayacak tedbir, teknik ve faaliyelerin tümü, "left of launch" kapsamına giriyor (Bu konuyu Füze Savunması Üzerine: “Left of Launch” başlıklı yazımda incelemiştim)



İran zaten 13 Nisan'dan önceki birkaç gün saldırı hazırlığında olduğunu gizlemiyordu. Saldırıya yönelik askeri - teknik hazırlıkların ABD ve İsrail teknik istihbarat vasıtaları tarafından tespit edilip takip edilmiş olması son derece muhtemeldir. Saldırıya dair plan ve hazırlıkların, 300'den fazla dron ve füzenin ateşlenmeye hazırlanma sürecinin takibine, saldırının başarısını sakatlamaya yönelik elektronik, siber ya da istihbari operasyonların eşlik etmiş olabilir. Bu tahmini destekleyecek somut bir veri yok, ancak gerek "left of launch" konseptinin ABD savunma çevrelerinde uzun süredir yoğun olarak tartışılıyor olması gerekse İsrail'in İran'ın füze kapasitesi ve nükleer programına yönelik uzun süredir yürüttüğü siber harp ve istihbarat operasyonlarının varlığını dikkate almak gerekir.

Bununla birlikte, Nevatim ve Ramon üslerine ulaşabilmiş füzelerin kaydettikleri isabetlerin de gözden kaçmaması gerekir. Her ne kadar çok ciddi bir hasara yol açmamış olsalar da, 1,000km'den fazla yol katetmiş bu füzelerin, üslerdeki pist ve çeşitli binaların tehlikeli şekilde yakınlarına düşebilmiş olması, İran'ın füze kontrol ve seyrüseferde eriştiği kabiliyeti gösterir. 

İsrail açısından, siyasi ve jeopolitik boyutları bir yana, askeri olarak son derece başarılı bir hava savunma harekâtının yürütülmüş olduğunu iddia etmek mümkün. KİHA ve füzelerin önemli bir kısmının ABD, İngiltere ve Fransa tarafından vurulmuş olması, bu ülkeler ve diğer bazı bölge ülkelerinin erken ihbar ve istihbarat desteği vermiş olması, yapılan savunmanın başarısını daha da vurgulamakla kalmıyor, stratejik hava savunmasının özüne dair çok önemli bir hususu göz önüne seriyor: Stratejik hava savunması, hele hele füze savunması için mutlak surette müttefiklere ihtiyaç vardır.

• Uzun menzilli radarlar ve istihbarat toplama sistemlerinin geniş bir coğrafi alanda konuşlanması,
• Bu sistemlerin topladıkları verilerin, dost ve müttefik ülkelerin topladıkları veri ve istihbarat ile gerçek zamanlı olarak paylaşımı,
• Hava ve füze savunmasında kullanılacak silah ve sair sistemlerin yüksek geliştirme maliyetlerinin ortak projeler aracılığıyla paylaşılması
• Stratejik ölçekteki bu tür sistemlerin ortak geliştirme ve/veya kullanımı ve entegrasyonu aracılığı ile pekiştirilecek askeri - teknolojik işbirliğinin, siyasi katmanda yaratacağı kaldıraç etkisi.

Hava savunması, başta radarlar olmak üzere farklı algılayıcı sistemlerin, komuta kontrol sistemlerinin ve namlulu ve namlusuz hava savunma silah sistemlerinin eşgüdümlü bir şekilde çalıştığı, iç içe geçmiş katmanlardan oluşan bir bütündür. Bu bütünü oluşturan, en kısa menzilli silah sisteminden en uzun menzilli sisteme kadar tüm bileşenlerin, bir ağ yapısı içinde çalışması gerekir.

Dünyanın yuvarlaklığından dolayı bir radar sisteminin azami menzili, irtifa azaldıkça düşmektedir. Radar ufku olarak ifade edilen bu değer, radar anteninin ne kadar yüksek konuşlandırılmış olduğuna, çevresindeki arazi engebe koşullarına, radarın kendi performansına bağlıdır. Hedefin irtifası düştükçe, yani yere yaklaştıkça radarın o hedefi tespit mesafesi de kısalır. Bu zafiyeti önlemek için coğrafi olarak geniş bir alana yayılmış kara konuşlu radarlar ve hava konuşlu radarlar (HEİK uçakları) kullanılır: Tüm bu unsurların topladıkları veriler komuta kontrol merkezinde birleştirilip işlenir ve hava savunma sistemlerine dağıtılır. Böylelikle bir hava savunma bataryası yalnızca kendi radarının değil, tüm diğer radarların elde ettiği hedef bilgilerinden de faydalanarak hedefi önler. Bu prensip, özellikle seyir füzeleri ile alçaktan uçan uçaklara karşı savunma açısından büyük önem taşır.

Benzer bir durum balistik füzeler için de geçerli. Fırlatmadan itibaren uçuşlarının tüm aşamalarını atmosfer içinde tamamlayan taktik balistik füzelere karşı önleme gerçekleştirebilmek için hedefin erkenden tespiti ve yörüngesinin büyük bir hassasiyetle hesaplanması gerekir. Bu da aynı şekilde geniş bir coğrafi alana yayılmış kara ve hava konuşlu sensörlerin eşgüdümlü çalışması ile mümkündür. Uçuşlarının büyük kısmını atmosfer dışında, yani uzayda tamamlayan orta menzil ve üstü sınıftaki balistik füzeler için denkleme uzay konuşlu sensörler de girmektedir. Dolayısıyla münferiden kullanılan bir hava savunma bataryasının balistik füzelere karşı etkinliği, kısa menzilli / taktik balistik füzeler için kısıtlı; daha uzun menzilli füzeler için de sıfıra yakındır.

Bu etkenler doğrultusunda, ABD - İsrail'in birbirine tamamen eklemlenmiş istihbarat, erken ihbar ve savunma mekanizmalarının askeri ve teknik olarak çok iyi bir sınav vermiş olduğunu pekala söylemek mümkün. İlaveten, 300'den fazla KİHA ve füzeyi tespit, teşhis, takip ve imha ederek çok yoğun bir "fiili atışlı hava savunma tatbikatı" gerçekleştirme fırsatı yakaladılar. Bu açıdan bakıldığında, İran'ın da İHA ve füzelerle geniş bir coğrafi alana yayılan eşgüdümlü taarruzi harekât tatbikatı yaptığı iddia edilebilir. 

İran'ın Sadık Vaat Harekâtı'nda KİHA'ları kullanmasının sebebi muhtemelen İsrail hava savunma sistemlerini meşgul ederek, arkalarından gelen seyir füzeleri ve balistik füzelere yol açmak idi. "Satürasyon" olarak nitelendirilen bu taktik, dronların yayılması ile birlikte modern harp sahasında savunan taraf için daha da ağır bir risk haline geldi. Bu mücadeleye, Rusya - Ukrayna Savaşı'nda ve uzun süredir HAMAS ve Hizbullah'ın İsrail'e yönelik roket saldırılarında tanık oluyoruz.

Bu noktada, KİHA'larla ilgili bir süredir yürüyen bir tartışmaya dikkat çekmekte yarar var.

Rusya - Ukrayna Savaşı'nda Şahid 131 ve 136'ların kullanılmaya başlamasından bu yana, bu tip araçların nasıl sınıflandırılacağından başlayarak kamikaze dronlarla ilgili dünya çapında akademik çevrelerde ve savunma sektöründe yoğun araştırma ve tartışmalar sürüyor. Kamikaze dronların yeni nesil savaşı nasıl şekillendireceği daha önce çok daha dar bir kitlenin dikkatini, 2019 yılındaki Abkayk Hurays Saldırıları ile çekmişti aslında. Önceden programlanan bir rotada, düz uçuş ve manevralar yaparak hedefe bir patlayıcı taşıyan hava aracının neye göre "dron" ya da "kamikaze İHA" ya da "tek yönlü taarruz aracı" (one way attack - OWA) veya seyir füzesi olarak sınıflandırılacağı, ilk bakışta şekilsel bir soru gibi görünse de bâtınen çok derin teknik ve askeri problemleri barındırıyor.

Patlayıcı taşıyan ve düz uçuş yapan, yani balistik bir yörünge izlemeyen bir hava aracını pervaneli motor taşıyorsa kamikaze İHA (KİHA), jet motoru taşıyorsa seyir füzesi olarak sınıflandırmak, pek isabetli olmasa da bir tercih. Bu yazıda, İran'ın saldırıda kullandığı Şahid'ler ile Paveh'ler arasındaki ayrımı vurgulamak için ben de bu ayrımı, çok içime sinmese de kullandım.

KİHA'larla seyir füzeleri arasındaki ayrımı net şekilde yapamıyor olmanın, bu kabiliyetin maliyetinin düşmesi ve yaygınlaşmasıyla bir ilgisi var. Çok yakın zamana kadar yalnızca gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerin üretip kullanabildiği hedefine düz uçuş ve manevralarla ulaşıp hassas isabet sağlayabilen, dahası bunu diğer İHA ve füzelerle eşgüdümlü yapabilen silah sistemleri artık az gelişmiş ülkelerin ya da devlet dışı silahlı örgütlerin de erişiminde. Bu silah sisteminin jet motorlu olup olmaması, çok ileri elektronik sistemler ya da sensörlerle donatılıp donatılmaması ne kadar önemli, ne kadar fark yaratıcı, tartışma konusu. 

Bununla birlikte, İran'ın saldırısında ABD - İsrail hava savunma sisteminin sağladığı yüksek başarı oranının, hava ve füze savunma harbinde savunan tarafın belli koşullar dahilinde o kadar da dezavantajlı durumda olmayabileceğini göstermiş olduğunu da son olarak eklemek gerek. O koşulların en önde gelenleri geniş bir coğrafi alana ve üç boyutta yayılmış, müttefik destekli çok güçlü bir erken ihbar ve istihbarat sistemi; hava, kara ve deniz konuşlu, iç içe geçmiş katmanlardan müteşekkil farklı tip ve kabiliyetlerde silah sistemleri ve tabi ki bu silahlardan "yeterince" üretip ateşleyebilmeye olanak sağlayan bir maddi kaynak.



Not: Bu yazıya başladığım sırada aklımda iki başlık vardı. Bunlardan biri, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Pasifik Cephesi'nde gerçekleşen Filipin Denizi Çatışması sırasındaki "Büyük Mariana Hindi Avı"ndan (Great Marianas Turkey Shoot) mülhem, "Great Middle East Turkey Shoot" idi. ABD pilotları çatışma sırasında çok sayıda Japon uçağı düşürdükleri için, hava savaşını bir hindi avına benzetmişler ve bu adı uydurmuşlardı. 300'den fazla İHA ve füzenin %90'ından fazlasının vurulması da bu olayı bir çeşit hindi avına benzetiyordu. Diğer başlık ise "müşterek fiili atış" terimini içerecekti. Bunun nedenini de yukarıda açıkladım. Tam yazıyı yazarken, değerli araştırmacı Abdullah Bekçi'nin bir tweet'inde aynı tespiti aynı terim ile ifade ettiğini gördüm. Dolayısıyla hala devam etse de yazının başlığını kullanmak için kendisinden izin almam gerekti. Kendisine teşekkür ederim.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok aydınlatıcı yazınız, çok teşekkür ederim

uygur dedi ki...

Başlık çok iyi olmuş cidden:)
Lakin, tedarik zincirleri eski haline dönmediği ve kullanılan mühimmatların maliyetleri iran'ın lehine olduğu müddetçe müteakip saldırılarda, israil ve avanesi aynı performansı gösteremeyecektir zannımca.gerçi o zaman işin rengide değişecektir.