19/02/2008

Hindistan'a ABD'den Uçak Gemisi Teklifi?

Hindistan'ın Force adlı savunma dergisinde yer alan aşağıdaki makaleye göre, ABD geçtiğimiz sene bu ülkeye 2008 yılında emekliye ayrılması planlanan Kitty Hawk uçak gemisinin 10 seneliğine kiralanması ve birlikte 40 F/A-18E/F Super Hornet, 4 EA-18G Growler, 6 E-2D Hawkeye HEİK uçağı ve 12 adet T-45C Goshawk eğitim uçağının satışını içeren bir paket teklif sunmuş.

Bu arada
Vikramaditya (eski Gorşkov) uçak gemisinin hizmete girişi en erken 2011 - 2012 civarına sarkmış durumda.

15/02/2008

Ka-50'nin Çeçenistan Macerası

http://www.defense-update.com/images/ka50.jpg

Rus Kamov firması üretimi Ka-50 "Hokum" taarruz helikopteri, askeri havacılıkla ilgilenen pek çok kişinin dikkatini celbetmiştir. Bunun başlıca nedenleri arasında helikopterin sıradışı çizgileri, koaksiyel rotor sistemi, fırlatma koltuğu gibi özellikleri sayılabilir. Soğuk Savaş'ın sonlarına doğru NATO zırhlı birliklerine karşı geliştirilen bu helikopter Rus Kara Kuvvetleri havacılık birlikleri envanterine henüz girmedi. Ancak bu, Ka-50'nin herhangi bir çatışma tecrübesinin bulunmadığı anlamına gelmiyor.

13/02/2008

Uzun Mesafe Koşucusunun Yalnızlığı

3,000m koşu standardı 14.5 dakikadır. Esas olan bölüğün koşuya birlikte başlayıp, en azından 1,500m civarına kadar birlikte devam etmesidir. Bölük flaması, en önde koşan asker tarafından taşınır ve koşu sırasında el değiştirir.


Koşarken iki çok önemli husus vardır: 1. Nefesi ağızdan alıp burundan vermek, 2. Asla yürümemek; dinlenmek için dahi olsa en azından çok yavaş tempoda koşmaya devam etmek. Zira yürümeye başlandığı anda "şişilir".


3,000m koşu, spor denetlemesinde Temel Beden Eğitimi (TBE) ile birlikte iki ana denetleme konusundan biridir. Bölük mevcudunun 90%'ından azının bu mesafeyi 14.5 dakikadan fazla koşması, bölüğün denetlemeden 0 puan alması anlamına gelir.


Parkur başlangıcı kışla dışında... Koşuya katılacak 76 asker, 3 adet MAN kamyona binecek. Sıraya giriyoruz. Sırada birbiriyle iddialaşanlar, sigara içenler, acemice ısınmaya çalışanlar.. Komut geliyor, birer birer kamyona biniyoruz. Kasanın içi havasız ve dar. Kısa bir bekleyişin ardından hareket ediyoruz. Nizamiye kapısından dışarı çıkınca işin ciddiyeti anlaşılıyor. Kamyonun arkasından geride bıraktığımız yoka bakıyorum. Git git bitmiyor! İki tepecik aşıyoruz ve hala devam ediyoruz. Yolu seyrettiğim için pişman oluyorum (sanki bir şey değişecek gibi)


Kamyonlar duruyor (çok şükür). Aşağı atlıyoruz. Mesafenin uzunluğu gözümü korkutuyor. Beceriksizce ısınmaya çalışıyoruz. Neden sonra sıraya geçiyoruz; iyi koşanlar arkaya komutu geliyor. Ancak içimden, bir yerden sonra fazla bir öneminin kalmayacağını biliyorum bu düzenlemenin.


"Başla" komutu geliyor. Çocukluğumdan beri başıma musallat olan o lanet yine kendini gösteriyor. İki bacağım da kaskatı kesiliyor. Koşamıyorum, hatta yürüyemiyorum. Sıranın sağından solundan arkadaşlar beni geçiyorlar. 1-2 saniyelik cehennem ızdırabından sonra tempomu buluyorum. Sıranın epey gerilerine düştüm ama sorun değil. Koşuyorum.




Yaklaşık 100m sonra ayağımdaki kışlık botun ağırlığını farkediyorum. Bu kadar ağır değildi bu! Kalp atışlarım hızlanmış. Nefesi burnumdan alıp ağzımdan vermeye çalışıyorum ama çok zor! Bacaklarımın ritmi ile nefes alış verişim dengeli değil. Tükettiğim kadar oksijeni çekemiyorum ciğerlerime ve bu bir tür panik duygusuna sebep oluyor.


Arkadaşlarım tarafımdan sağımdan solumdan geçiliyorum ama umrumda değil. Gölgeme bakıyorum ve sadece ona odaklanmaya çalışıyorum. Tempom sabit. Nefes almakta zorlanmaya başlamışken aklıma özel kuvvet askerleri ve komandolar geliyor. Onlara duyduğum saygı bir kat daha artıyor. Doğru dürüst hiç spor yapmamış ben, topu topu 150m koştuktan sonra nefes nefese kalmış haldeyim.


Devamlı bacaklarıma odaklanmaya çalışıyorum. Ayak bileklerimden yukarı doğru ilerlemekte olan sızıyı farkediyorum. Burundan nefes almayı çoktan bıraktım. Ter damlaları ensemden sırtıma süzülüyor. En azından nizamiyeye kadar aynı tempoyla koşmalıyım. 14.5 dakika zaten hedefim değil; kendi süremi geliştireyim yeter.


Evimdeki kanepem gözümün önüne geliyor. Neden bilimyorum, bir anda gözümün önüne tüm canlılığıyla evimdeki kanepem geliyor.


Ve o an olanlar oluyor.


Yılgınlık irademe tecavüz etmeye başlıyor. Sanki ellerimi ve kollarımı kilitlemiş; ıslak ve yapışkan diliyle beni taciz ediyor. Tiksiniyorum ondan ama yavaş yavaş beni ele geçiriyor. "Yürü" diyor, o berbat sırıtışının sıvadığı ağzıyla; "boşver" diyor "kime, neyi ispatlayacaksın?"


Kovuyorum başımdan, kulaklarımı tıkıyorum. Konuşmaya devam ediyor (dudaklarını okuyabiliyorum)


Nizamiye kapısı henüz görünürde yok. İkinci tepeceğin hemen arkasında; yaklaşık 300m mesafede.


Tempomu korumak için son gücümü harcıyorum. Ama yaklaşık 10 dakika sonra göreceğim üzere, aslında daha harcayacak çok gücüm var. Gel de bunu oksijen, daha fazla oksijen için yalvaran, haykıran o ciğerlere anlat!


Yine de tempomu koruyorum. Bir şekilde başarıyorum. Ayaklarımın dili olsa acıdan dünyanın en korkunç çığlıklarını atarlardı herhalde. Asfalt botlarımı, botlarım ayak tabanlarımı kamçılıyor. Alnımdan süzülen terler gözlerimi yakıyor.


Yine de devam ediyorum.


Yutkunmakta zorlanmaya başlıyorum. Tükürüğüm çamurumsu bir kıvama gelmiş; ne tükürebiliyor ne de yutkunabiliyorum. Her yutkunma denemesinde boğazıma yeni bir bıçak saplanıyor.


Yine de tempomu koruyorum. Ve bunu her defasında farketmek bana moral veriyor.


Ve nizamiye göründü.


Yılgınlık saldırmaya devam ediyor. "İki adım yürü", diyor, "biraz açıl, nefes al, şiştin". Çok bel altı vuruyor. "Dalağın patlamak üzere, ciğerin yırtılacak, kalbin duracak!" (Yalan!)


Masa başında geçirilen saatlerin, çizburgerlerin, Starbucks'ın, Double Whopper'ın, Rus salatasının, rakının, biranın ve diğer hepsinin ne anlama geldiğini anlıyorum her nefesimde.


Ayaklarım, ciğerlerim, baldırlarım kavruluyor. Her adımda hem bitiş noktasına biraz daha yaklaşıyorum hem de daha fazla acı çekiyorum. Ah bir nizamiyeye varabilsem!


Ve o an çok büyük bir hata yapıyorum. Artık tüm hedefim nizamiyeye kadar tempomu hiç düşürmemek. Kendi kendime ihanet ediyorum. Yılgınlık irademe ilk hasarı verdi işte!


Artık neredeyse tüm bedenim yanıyor. Birkaç adım yürüyorum sonra istemsizce yeniden koşmaya başlıyorum. Varış noktası artık git gide uzaklaşıyor benden. Nefes alıp verebilmek çok büyük çaba gerektiriyor; zaten içime çektiğim hava önce damağımı sonra ciğerlerimi yakıyor. İçime ateş çekiyorum her adımda. Dayanılır gibi değil.


Parkur üzerinde sağlı sollu dizilen Aile Kantini, Kararâh binası, Mutfak, Gazino ve revir birer birer geride kalmaktadır. Varış noktasına takrîbi mesafe 250m.


Varış noktasında bekleyen arkadaşlarımı görüyorum. Artık son hattı, son bir gayretle koşmak için çabalıyorum. Ciğerlerimin altında karnımın içinde taşlar yığılı sanki. Kendimi zorluyorum.


Ve bitiyor. En sonunda duruyorum. Nefes almak, oturmak, ayakta durmak acı veriyor. Terler bütün vücudumdan aşağı akıyor. Ayaklarımın dibinde minik gölcükler oluşuyor. Kollarım, bacaklarımın her yeri, ayaklarım, tüm gövdem sırılsıklam. Terler bacaklarımdan kamuflajımın dışına sızıyor. Suretımın kıpkırmızı olduğunu görmesem de hissedebiliyorum.


Ve kendi kendime söyleniyorum:


"Nizamiyede durmayacaktım. Yürümeyecektim!"


Son pişmanlık fayda etmiyor. Kaybettim. Başaramadım. Koşamadım. Yıllardır ihmal ettiğim spor, düzgün beslenme benden intikam aldı. Yılgınlık irademe tecavüz etti. Kırıldım.


"Bir dahaki sefere" diyorum, başarısızlığını halının altına süpürmek isteyen her mağlup gibi. Ama içimden bir dahaki seferin çok da farklı sonuçlanmayacağını biliyorum.





09/02/2008

Eve of Destruction





The eastern world, it is exploding
Violence flarin’, bullets loadin’
You’re old enough to kill, but not for votin’
You don’t believe in war, but what’s that gun you’re totin’
And even the Jordan River has bodies floatin’

But you tell me
Over and over and over again, my friend
Ah, you don’t believe
We’re on the eve
of destruction.

Don’t you understand what I’m tryin’ to say
Can’t you feel the fears I’m feelin’ today?
If the button is pushed, there’s no runnin’ away
There’ll be no one to save, with the world in a grave
[Take a look around ya boy, it's bound to scare ya boy]

And you tell me
Over and over and over again, my friend
Ah, you don’t believe
We’re on the eve
of destruction.

Yeah, my blood’s so mad feels like coagulatin’
I’m sitting here just contemplatin’
I can’t twist the truth, it knows no regulation.
Handful of senators don’t pass legislation
And marches alone can’t bring integration
When human respect is disintegratin’
This whole crazy world is just too frustratin’

And you tell me
Over and over and over again, my friend
Ah, you don’t believe
We’re on the eve
of destruction.

Think of all the hate there is in Red China
Then take a look around to Selma, Alabama
You may leave here for 4 days in space
But when you return, it’s the same old place
The poundin’ of the drums, the pride and disgrace
You can bury your dead, but don’t leave a trace
Hate your next-door neighbor, but don’t forget to say grace
And… tell me over and over and over and over again, my friend
You don’t believe
We’re on the eve
Of destruction
Mm, no no, you don’t believe
We’re on the eve
of destruction.