03/05/2005

Ejderhanın Zerafeti

Eğer uzaylılar gerçekten varlarsa, gerçekten uygarlığımızı inceliyorlarsa ve bu yazıyı da okuyorlarsa onlara tavsiyem (eğer şimdiye kadar başlamamışlarsa) insanlığı araştırma ve inceleme çalışmalarına batı yarıküreden başlamaları, doğuyu sonraya, hatta epey sonraya bırakmalarıdır. Çünkü güneşin doğduğu topraklara yaklaştıkça paradoksların, fenomenlerin sayısı artacak, içinden çıkılmaz gibi görünen durumlar bırakın anlamayı, görmeyi bile zorlaştıracaktır. Araştırıcının yerküre boyunca belli bir yol boyunca doğuya doğru attığı her adım, ironik bir biçimde, algısını ve insan uygarlığını anlama kabiliyetini karanlıklara biraz daha yaklaştıracaktır. Diğer gezegenleri bilmiyorum ama bizim dünyamızda doğu ezberlerin bozulduğu yer, aynı anda hem düğümlerin hem de çözümlerin kaynağı…



Bu satırların yazarının ağırlıkla duygusal, ancak kısmen analitik sebeplerle Türkiye’yi de hat üzerine dahil ettiği bu “doğu yolu”nun en ucunda, yine bu satırların yazarının kısmen duygusal kısmen de analitik sebeplerle oturttuğu bir ülke bulunuyor: Çin. Güneşin beşiği olma onurunu az bir farkla Japonya’ya kaptıran Çin, öyle ya da böyle yüzlerce yıldır dünyanın dönüşüne boyutlarıyla orantılı biçimde katkıda bulunmuş… Ancak Çin tarihi incelendiğinde görülür ki, bu katkının momentumu düzenli değil.. İnişli çıkışlı bir grafik, sanki dönem dönem kozasına sarınıp yeniden doğan bir ejder gibi. Ve bir süredir, içinde bulunduğumuz şu dönemde kozanın yırtılmasa bile çatladığına tanıklık etmekteyiz.

Kozasını yırtmaya çalışan bir ejder var.. Ve bu ejder dünyanın geri kalanını zerafetine ve nezaketine ikna etmeye çalışıyor. Biliyor ki kimse alevler püsküren bir ejder istemiyor, zaten püskürtmeye kalkarsa görecek ki ejder avcıları etrafta…

Mucize?

Çizilen resim çok net: Doğunun gizemleri, sisleri arasında bir güç yükseliyor, bir dev doğuyor.. Yakında patlayacak, batıya doğru akacak, önünde durmaya çalışanları boğacak, onunla birlikte akanları uçuracak.. Ejder sağlam uçacak yani… Yani bir Çin mucizesine tanıklık etmekte yaşlı dünyamız..

Bütün bunlar gerçek mi? Ortadaki bir mucize mi?

Bu satırların iddialı konuşmaktan nefret eden yazarı ortada bir mucize olmadığına inanmakta, bir efsaneye tanıklık ettiğini sanmıyor ve dahası yakın gelecekte bir patlama da beklemiyor şarktan. Evet Çin büyüyor ve yükseliyor.. Ama Çin patlıyor mu? Burada ışıklar yansın ve gerçeği yalnızca gerçeği söylemeye yemin etmiş rakamlar konuşsun…

20. yüzyılın ikinci yarısında, birbirine çok uzak olmayan zaman dilimlerinde önemli sıçramalar gerçekleştiren bazı ülkelere göz atmak, ilginç bir gerçeği görmemiz için gerekli ışığı yakabilir.

1962 – 1990 yılları arasında Güney Kore’nin GSYİH’si (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) 7,6%, Tayvan’ın 1958 – 1990 yılları arasında GSYİH’si 6,3% yıllık bileşik büyüme oranlarını yakalamış. Çin için GSYİH büyüme oranı 1978 – 2003 dönemi için 6,1%...

Japonya’nın, 2. Dünya Savaşı’nda iki atom bombası yemiş, dümdüz olmuş Japonya’nın 1950 – 1973 arasında GSYİH’si toplam 490% artmışken bu değer Çin için 1978 – 2003 arası dönem için 337%...

Diğer “mucize”lerle karşılaştırılınca görülüyor ki Çin, büyümesi gerektiği kadar büyümüyor. Hele doğal kaynakları, hele insan gücü, hele potansiyeli göz önüne alınınca, gerçekleşen büyüme beklentileri karşılamaktan çok uzak. Ve beklentiler Çin’in boyutları kadar büyük….

Çin ekonomik atılımını gerçekleştirmeye başladığında ülkede kişi başına düşen GSYİH, ABD’dekinin 1/25’i kadardı. Çeyrek yüzyıl sonra fark ancak 1/15 ABD GSYİH’sine inebildi.

Çin’de ülkedeki şu an sabit yatırımlar GSYİH’in 40%’ını aşmış durumda, yani Çin sermayeye boğulmuş bir halde. Ancak Çin’de şu anda kişi başı GSYİH (satın alma gücü paritesi), Güney Kore’nin 1982, Tayvan’ın 1976 ve Japonya’nın 1961 yıllarındaki değerlerini ancak yakalayabilmiş durumda ve anılan ülkelerde sabit yatırımlar hiçbir zaman GSYİH’in 30% miktarını aşamadı bile…

Çin’de 1993 – 2000 arası verilmiş tüm kredilerin 60%’ı battı. Standar & Poors tahminine göre Çin bankalarının vermiş oldukları kredilerin 40% bir kısmı (ki 650 milyar dolar etmektedir) batmış durumda.

Bu satırların yazarı ekonomi alanında uzman değildir, ancak rakamları kıyaslayarak ve fikir yürüterek şu sonuca varmaktadır: Çin gibi yıllık 10% civarı büyüme kaydeden bir ülkede bu kadar muazzam bir verimsizliğin bulunması, ekonominin yanlış yönlendirildiğini gösterir..

Koza

“Değişim” sihirli bir sözcük… Tehlikeli de… Ona direnenleri mahvettiği gibi kullananlarında elinde ölümcül bir silah olabiliyor. Çin bunun farkında, doğunun statükocu felsefesini reddetmiş görünüyor. Buna mecbur da aslında, metamorfozun iddiası ve cüssesinin doğal bir sonucu olduğunu idrak etmiş durumda.. Bir devin attığı her adım etrafındaki faniler için deprem gibi olacaktır, ancak o dev koşarsa..

Çin mecburi yol ayrımına geldiğinde seçimini dünya sistemine entegre olma yönünde yaptı, ama kendi tarzıyla… Peki bu değişimin sonucu yeni bir süper güç mü olur? Kozadan SSCB’nin halefi çıkabilir mi?

Çok zor, özellikle görülebilen gelecekte çok daha zor…

“Küresel Süper Güç” olmak pek çok kritere bağlı, ve bu kriterler arasında hızlı büyüme rakamları, meydanda öğrenci ezebilme yeteneği, yok.. Ekonomik, askeri, teknolojik, siyasi üstünlük lazım ve bunların hepsi birbirini beslemekte.. Enerji kaynakları güvende olmalı, sanayi kesintisiz beslenebilmeli ve süper güç sanayisi büyüdükçe daha çok acıkan bir çocuktur. Süper Güç oyunda kuralları kendisi koyabilmeli, gerektiğinde onları yıkabilmelidir.. Etrafında kendisine kimse yan gözle bakamamalı, uzaktan yan gözle bakanlar nefretlerini ya içlerine atmalı ya da “bel altı çalışmalı”dır (bkz: 11 Eylül)…

Yukarıdaki parametrelerden hiç biri Çin için kozasını yırtmasına yetecek kadar olgunlaşmış değil.. Ne askeri, ne ekonomik ne de siyasi olarak kalıbını dolduracak gücü yok henüz…

Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun önüne, sahip olduğu danışmanlar ordusu tarafından 2003 yılında konan yeni teori, “Çin’in Barışçıl Yükselişi” adını taşıyor. Adının, içeriğini ve iddiasını fazlasıyla özetlediği bu teoriye göre, Çin’in yeni dünya düzeni içinde hak ettiği yeri alması, dünyanın geri kalanı ile işbirliğini geliştirmekten, ticari ve ekonomik bağları güçlendirmekten geçiyor. Yakın geçmişte ülkeye davet edilen dünyaca ünlü akademisyenlere, dünya tarihinde uzun yıllar hüküm sürmüş 9 imparatorluğun (ki aralarında Osmanlı İmparatorluğu da bulunmakta) doğuş, yükseliş ve çöküş periyotları ile ilgili beyin fırtınası yaptıran Çin yönetimi, büyük güçlerin yükselme döneminde izlediği savaş yanlısı saldırgan politikaların aynı zamanda çöküşlerini hazırladığı sonucuna varmış. Üçüncü Dünya Savaşı’nı çekik gözlülerin başlatacağını bekleyenler için kötü haber.. Daha da kötüsü “Çin’in Barışçıl Yükselişi” bu ülkenin ulusal politikalarına entegre edilmiş durumda, adı “Barışçıl Kalkınma” ve “Barış İçinde Yaşama” şeklinde değişmiş olarak.

“Amerikan Bilgisayarları, Rus Bilgisayarları.. Hepsi de Tayvan’da Yapılıyor!”

Bir bilim kurgu filminden alınmış bu replik, aslında hiç de kurgu olmayan bir durumu ve daha fazlasını özetlemekte. Eğer Çin kozasını yırtacaksa önce yakın sonra da uzak çevresindeki kuşakları kendisi için güvenli hale getirmeli. Ve listenin en tepesinde miniminnacık bir ada var: Tayvan veyahut Formoza veyahut Milliyetçi Çin veyahut Çin Cumhuriyeti. Eğer Çin ille de birisiyle savaşacaksa bahislerde en kuvvetli aday Tayvan’dır. Ancak bunun için de bir yığın koşul bulunmakta, ve hepsi de Süper Güç iddiasına yaraşacak kadar kompleks koşullar.

Eğer Çin özelde Tayvan genelde Güneydoğu Asya’da bölgesel hakimiyetini ve etkisini kabul ettirecekse bir şekilde ABD’yi bertaraf etmeli. Ve bunu sadece askeri olarak değil, aynı zamanda ekonomik, kültürel ve siyasi olarak da becerebilmeli (bkz: Süper Güç Olma Şartları; cilt 1, sayfa 1, satır 1). Dostunun can düşmanı, yani dolaylı düşmanı Hindistan’la ilişkilerini “iç güveysinden hallice”ye çeviren Çin’in işi doğuya gittikçe zorlaşıyor. Daha sırada Japonya var, Kore var, Tayvan var, Vietnam var, Avustralya – Pasifik var…

Askeri teknoloji ve potansiyel olarak Çin heybetli görüntüsüne rağmen kağıttan ejderha olma niteliğinden henüz tam olarak kurtulabilmiş değil. Yanı başındaki Tayvan’a dişini geçirmesi için olmazsa olmaz modern deniz ve hava gücüne tam anlamıyla sahip değil. Ancak bunun farkında ve bunu özellikle denizlerde değiştirmek için muazzam çaba sarfediyor. Ne var ki karşısındaki sadece birkaç milyon nüfusa sahip bir ada değil, o adanın arkasında ABD var.. Güç dengelerini bağırıp çağırmaktan ötesini yapmaya cesaret edecek kadar değiştirmek için epey kaynağa ve zamana ihtiyacı var Çin’in. O zamana kadar demeçler ve “brinkmanship” cambazlıklarından ötesini beklemek gerçekçi olmayabilir. Ancak “o zaman” ne zamandır, yakın mıdır, ne kadar yakındır tahmin edemeyiz.

Bir başka potansiyel sorun bölgesi olan Kore yarımadasında da işi hiç kolay değil Çin’in. Bir karikatür tarafından yönetilen serseri küçük kardeşin çakacağı kıvılcım, Çin’in isteyeceği en son şeydir. Bu yüzden Pekin’in, Kuzey Kore’nin nükleer programına dair altılı görüşmelerin başat aktörü olmasına ve Pyongyang ile Washington arasında arabuluculuk üstlenmesine şaşırmamak gerekli. Çin yönetiminin Kuzey Kore’nin nükleer programına dair dolaylı olarak ABD’ye yönelik yaptığı tüm açıklamalar yatıştırıcı ve itidal telkin eden niteliktedir.

Statüko büyümeyi ve gelişmeyi engeller, yani değişimin düşmanıdır. Ancak Çin uluslar arası ilişkilerde statükoyu yerine göre akıllıca kullanarak değişimi, yani gelişimi önündeki kısa – orta vadeli engelleri bertaraf etmede başarılı olmuş görünüyor. Dünya düzenine eklemlenmeyi hedefleyen ve bu yolda büyük adımlar yapan bir ülkenin, içine girmeye niyet ettiği sisteme doğrudan tehdit teşkil edecek radikal adımlar atması beklenmemeli. Tabi ki bu durum, söz konusu ülkenin sistem yönetici(lerinden biri) olmasına kadar geçerli olacaktır. Çin için yürünmesi gereken daha çok yol var.

Eğer kozadan zarif ve nazik ejder çıkarsa (kendisine ayrılmış) gökte rahatça uçabilir. Ancak aksırırken ağzını kapaması gerekecek, hatta mümkünse hiç aksırmasın.

Hiç birimiz yanmak istemeyiz, öyle değil mi?



Dipnotlar:

1. Ekonomik veriler için Foreign Policy dergisinin Mart/Nisan 2005 sayısında Martin Wolf imzasıyla yayınlanan “Çin Neden Bu Kadar Yavaş Büyüyor?” imzalı makalede yer alan veriler kullanılmıştır.

2. Çin’in yükselişi ve ilişkileri hakkında iki farklı bakış açısıiçin Foreign Policy dergisinin yine aynı sayısında, John J. Mearsheimer ile Zbigniew Brzezinski arasında yer alan tartışmayı tavsiye ederim.

3. Çin askeri gücü için ABD Kongresi'ne sunulan "Annual Report On The Military Power Of The People’s Republic Of China" adlı raporu tavsiye ederim.

Hiç yorum yok: