IISS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IISS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

06/03/2025

13/11/2024

Rapor: Adapting Security: Turkiye’s Defence Industry: Which Way Forward?

Türk savunma sanayii, ülkenin dış politika tercih ve yönelimlerinden doğrudan etkilenmekte ve benzer şekilde bir yol ayrımına gelmiş bulunmakta. Önümüzdeki birkaç yıl içinde alınacak kararlar, sonraki on yıllar boyunca savunma sektörünün geleceğini şekillendirecektir. Karar alıcıların değerlendirmesi gereken iki kritik husus bulunuyor: Hangi ülkeler Türkiye'nin en işbirliği ortakları olacak ve hangi savunma sanayi sektörlerine ya da alt başlıklarına öncelik verilmeli?

Ankara'nın izleyebileceği genel olarak beş olası dış politika tercihi bulunmakta. Bunların her birinin kendi tarihsel bağlam ve gelişim süreci var.Bu beş alternatif, "İzolasyonist", "Yeni Ufuklar", "Yön Değiştirme", "Koruma" ve "Batı'ya Dönüş" olarak sınıflandırılabilir.

İzolasyonist bir yaklaşım, Türkiye'nin savunma sanayii için en zararlı yaklaşım olacaktır ve onu İran ve Kuzey Kore'ninkilerle benzer bir konuma yerleştirecektir. Sektör Batı savunma-endüstriyel ekosistemine oldukça entegre olduğundan, Batılı ortaklarla ilişkilerin kesilmesi ülkenin savunma-endüstriyel kapasitesini ciddi şekilde akamete uğratacaktır.

Yeni Ufuklar yaklaşımı, 1960'ların ortalarında başlayan ve daha yakın zamanda askeri diplomasi ve savunma ihracatı ile inşa edilen Küresel Güney -özellikle Orta Doğu, Afrika ve Asya- ile etkileşime dayanacaktır. Bunun ileride Türk politikasının bir parçası olarak kalması oldukça olasıdır.

Türkiye, rotasını değiştirerek Batılı müttefiklerinden uzaklaşabilir ve Rusya, Çin veya her ikisine daha yakınlaşabilir. Ancak, bu tercihin savunma sanayiine pozitif etkisi çok sınırlı olacaktır.

Ankara, bir denge yaklaşımıyla Doğu ve Batı arasında daha nüanslı bir duruş benimseyebilir. Bu, Türkiye'nin 1920'ler ve 1930'lardaki dış politikasının izlerini taşıyacaktır. Ancak uluslararası siyasi ortamın son birkaç yılda daha da iki kutuplu hale geldiği, ABD ve Çin'in önderlik ettiği iki blok arasında giderek daha fazla bölündüğü göz önüne alındığında, bu yaklaşım özellikle savunma sektöründe çok zor olacaktır.

Türkiye'nin Batılı müttefikleriyle ilişkilerini iyileştirmek için çalışacağı "Batı'ya Dönüş", zorluklarla karşılaşmadan daha ulaşılabilir ve daha az riskli görünüyor. İlerleme, yalnızca Türkiye'nin değil, aynı zamanda bu konuda geçmiş performansları Türk bakış açısından pek de cesaret verici olmayan Batılı ortakların olumlu ve yapıcı tavrına bağlı olacaktır. Ankara için bu yaklaşımın iki bölümü olabilir: Batılı güvenlik kurumları aracılığıyla çok taraflı iş birliğini sürdürmek ve daha istekli Batılı müttefiklerle ikili ilişkilerini geliştirmek. Çok taraflı yolu izleyen Türkiye, NATO aracılığıyla iş birliği yaparken Avrupa Birliği aracılığıyla olduğundan daha fazla başarı elde etti. İkili olarak, ABD ile ilişkileri son 20 yılda önemli ölçüde kötüleşti ve önümüzdeki birkaç yıl içinde tamamen toparlanması pek olası görünmemekte. Öte yandan Fransa ve Almanya dahil olmak üzere bazı Avrupa ülkeleriyle ilişkilerin gergin kalması son derece muhtemeldir - ancak İtalya, Polonya, Romanya, İspanya ve Birleşik Krallık ile işbirliği ve ilişkilerin seyri umut vericidir.

İkinci önemli karar savunma-endüstriyel alanda uzmanlaşma ya da önceliklendirme ile ilgilidir. Ankara'nın 2004'ten bu yana tüm gereksinim yelpazesinde giderek daha sofistike ekipman geliştirme stratejisinin sürdürülebilirliği şüphelidir. Türkiye'nin büyüyen yeteneklere sahip olduğu bazı sistem ve platform alanları umut vericidir. Ancak bu çabalar, teknoloji transferini düzenlemek ve savunma-endüstriyel iş birliğinin genel örüntüsünü yönlendirmek için kapsamlı ve tutarlı bir ihracat çerçevesiyle birleştirilmelidir.

Prof. Dr. Serhat Güvenç, Doç. Dr. Sıtkı Egeli ve Dr. Çağlar Kurç ile birlikte, "National Defence Industry: From an Enabler of Turkey’s Pursuit of Strategic Autonomy to a Bridge between Turkey and Europe" projesi kapsamında kaleme aldığımız ve International Institute for Strategic Studies (IISS) tarafından yayımlanan "Turkiye’s Defence Industry: Which Way Forward?" başlıklı raporumuz, yaklaşık 1.5 yıl süren bu kapsamlı projenin sonunda Türkiye'nin önündeki tercihleri ve bu tercihlerin arka planını analiz ediyor.

Rapora buradan ulaşabilirsiniz.

24/07/2024

Rapor: Adapting Security: The Intersection of Turkiye’s Foreign Policy and Defence Industrialisation

Onlarca yıl süren yatırım ve reformların ardından Türkiye'nin savunma sanayisi, uluslararası savunma pazarlarında ciddi bir oyuncu olarak ortaya çıkıyor. Ancak bu başarıya giden yol kolay olmadı. Yükselen bir güç olarak Türkiye, stratejik özerklik arzusunu ABD, diğer NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkiler de dahil olmak üzere çok sayıda başka faktöre karşı dengelemek zorunda kaldı. Öte yandan karar alıcıların da Türkiye’nin dış politika tercihlerinde olduğu kadar savunma politikalarında da derin izleri oldu.

Ankara'nın savunma politikalarındaki tercihleri, hem uluslararası siyasi sistemin yapı ve dinamiklerini yansıtıyor hem de karar alıcılar tarafından dış politikayı yönlendirmek için kullanılıyor. Örneğin ABD ile hizalanma, Soğuk Savaş'ın başlarında ABD ve diğer Batılı müttefiklerin sağladığı askeri araç – gerecin yoğun şekilde ülkeye akmasına yol açtı. Bu durum Türk Silahlı Kuvvetlerinin hızlı bir şekilde modernleşmesine olanak sağlasa da, ekipman bolluğu ülkenin yeni doğmakta olan silah endüstrisinin gelişimini geciktirdi. Kıbrıs Krizi (1963-64) sırasında ABD tarafından sağlanan silahların kullanımına getirilen kısıtlamalar, ABD'nin uyumunun sınırlarını ortaya çıkardı. NATO müttefiklerinin Türkiye’de kamuoyunun sert tepkisini çeken ve kolektif hafızada derin izler bırakan ambargoları da bu bağlamda önem taşımaktadır.

1980'li yıllarda Türk ekonomisi liberalleşmeye başlayınca, Türkiye'nin savunma sanayii de Batılı firmalarla ortak girişimlere yönelerek bu duruma uyum sağladı. Batılı şirketler, Türk pazarlarına erişim karşılığında, ürünlerini Türkiye'de ortak üretime tabi tutmak için yeni teknolojiler ve sermaye getirdiler. 1990'lı yılların başında Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Türkiye'nin yeni kurulan Rusya Federasyonu ile iyi ilişkiler kurmasına da olanak tanıdı. Aynı zamanda AB üyeliği, Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrası dış politika gidişatında önemli bir tema haline geldi.

Her ne kadar savunma-sanayi ilişkileri ve Türk silah pazarı hem Rusya hem de Avrupa ilişkilerinde kilit rol oynamış olsa da, Türkiye'nin savunma sanayini geliştirme çabası sadece yerli silah üretiminin kalitesini artırmaktan ibaret değildi. Yeni ortaklar aynı zamanda Ankara'nın savunma sanayi bağlarını çeşitlendirme ve geçmişte güvenilmez olan Batılı tedarikçilere alternatif bulma arzusunu da yansıtıyordu. Bu durum, Rus S-400 (RS-SA-21 Growler) hava savunma sistemlerinin satın alınması ve ardından Türkiye'nin Lockheed Martin F-35 Lightning II savaş uçağının ortak yapımı projesinden çıkarılması gibi oldukça tartışmalı kararlara yol açacaktır. 

2010'lu yıllarla birlikte özgün tasarım ve ürünlerin ilk somut sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Kullanıma sunulan platform ve sistem çözümleri, Türk Silahlı Kuvvetlerine ihtiyaçlarına uygun olarak tasarlanmış üstün yetenekler kazandırdı. Bu, terk edilme korkusunun hafifletilmesine yardımcı oldu ve bu yerli çözümlerden birçoğunun ihracat müşterileri arasında da cazip olduğu kanıtlandı. Bu durum Türkiye'nin güçlü bir büyüme ve yenilik sergileyen sektörüyle kendisini pazarın bozucusu olarak konumlandırmasına olanak tanıdı. Ancak savunma ihracatında dikkat çekici bir büyüme yaşayan Türk sanayisi ve otoriteleri, bu büyümeyi sürdürme konusunda yoğun bir baskı altında. Her ne pahasına olursa olsun ihracat yapma baskısı, uluslararası ilişkilere zarar verme ve Türkiye'nin uluslararası alanda imajını zedeleme riski taşır; özellikle de karar alıcılar savunma ihracatı ile ihracatçı hükümetlerin sorumluluğu arasındaki doğrudan bağlantıyı kuramazlarsa. Bu bağlamda, günümüzün çok kutuplu sistemi hem fırsatları hem de riskleri beraberinde getiriyor; zira Türkiye, savunma sanayii yeteneklerini desteklemek ve yeni ve ortaya çıkan çıkarlarını dengelemek için istekli ortakların mevcudiyetini kullanıyor.

Prof. Dr. Serhat Güvenç, Doç. Dr. Sıtkı Egeli ve Dr. Çağlar Kurç ile birlikte, "National Defence Industry: From an Enabler of Turkey’s Pursuit of Strategic Autonomy to a Bridge between Turkey and Europe" projesi kapsamında kaleme aldığımız ve International Institute for Strategic Studies (IISS) tarafından yayımlanan "Adapting Security: The Intersection of Turkiye’s Foreign Policy and Defence Industrialisation" başlıklı raporumuz, bu sürece jeopolitik perspektiften ışık tutmayı hedefliyor.

Rapora buradan ulaşabilirsiniz.

10/06/2024

Rapor: From Client to Competitor: The Rise of Turkiye’s Defence Industry

Türkiye'nin savunma sanayii bir yol ayrımında ve ülke, gelecekteki rotasına ilişkin zor bir seçimle karşı karşıya. Bir yandan, Türkiye'nin uzun süredir devam eden kendi kendine yeten bir savunma sanayii kurma arzusu, önemli bir endüstriyel büyümeyi mümkün kıldı ve yabancı tedarikçilerin etkisini azaltarak Ankara'nın stratejik özerkliğini artırdı. Öte yandan, özellikle modern silahların ölçeği ve karmaşıklığı geliştikçe ve pazara yeni rakipler girdikçe, kendi kendine yeterlilik hedeflerinin sürdürülmesi giderek daha zor ve maliyetli hale geliyor. Her ne kadar bu durum endüstriyel işbirliğinin artırılması için bir itici güç sağlasa da, Türkiye'nin savunma sanayisinin gelişimi tarihsel olarak Batı'nın silah ambargolarına verdiği tepkiye dayanıyor.

Uluslararası sistem, Türk savunma sanayiinin kurulma ve genişleme süreci için çeşitli dönemlerde pek çok fırsat ve zorluk sundu. Ancak bu süreci ve gelecekteki kararları şekillendirecek faktörleri anlamak için liderlerin tutumları, stratejik özerklik arzusu ve Türkiye'nin yeni gelişmekte olan sanayisinin olgunlaşması gibi iç faktörlerin gidişatı nasıl etkilediğini göz önünde bulundurmak gerekli.

1920'lerde ve 1930'larda Mustafa Kemal Atatürk, 1950'lerde Adnan Menderes, 1980'lerde Turgut Özal ve 2000'lerden bu yana Recep Tayyip Erdoğan gibi siyasi liderler, Türkiye'nin savunma sanayisine damgalarını vurdular. Bunu yaparken, uluslararası sistemin değişen doğasını kararlarına yansıttılar ve buna uygun politikalar geliştirdiler: Soğuk Savaş'ın başlarında Amerikan askeri ürünlerinin kabulü ve tüm askeri yapının bunlara dayalı olarak kurulmasından, 1960'larda Türkiye'nin kendi savunma sanayisine ihtiyaç duyduğunun giderek daha fazla farkına varılmasına kadar. Bu hedefler, 1974 yılında ve müteakip Türkiye'nin Kıbrıs'a düzenlediği askeri harekat sonrasında, ABD'nin Ankara'ya ilan edilmiş ve edilmemiş silah ambargoları uygulamasıyla pekişti. 

Türkiye, mutlak özerkliğin pratikte ulaşılamaz olduğunun farkındadır. Silah sistemlerinin yerlileştirilmesi birçok özgürlüğe izin verse de, bu süreç aynı zamanda farklı bağımlılık biçimlerini de beraberinde getirmekte. Bununla birlikte, Türkiye'nin savunma sanayi altyapısını kurarken uyguladığı, platform seviyesinden bileşenlere ve teknolojilere kadar inen 'yukarıdan aşağıya' stratejisi de, temel olarak zayıf önceliklendirme ve tutarlı bir prosedürel yaklaşım eksikliği nedeniyle eleştirilere maruz kalmakta.

Maliyetleri dengelemek için Türk savunma sanayii, askeri teknolojileri yerlileştirmeye ve üretmeye devam ederken silah ihracatına büyük ölçüde bağımlı hale gelmiştir. Ancak sektör, artan ciro ve ihracat rakamlarına rağmen, yeni pazar rakiplerinin ortaya çıkması ve özellikle 2010'ların sonlarından bu yana artan 'beyin göçü' oranı gibi uzun vadeli zorluklarla karşı karşıyadır.

Ankara işte bu ortamda bir yol ayrımıyla karşı karşıya. Türkiye Batılı müttefikleriyle çalışmayı tercih etse de Batılı olmayan ülkelerle işbirliğine de açık tutumunu sürdürüyor. Zira yabancı silah tedarikçilerine farklı derecelerde de olsa bağımlı olmak, özellikle de Ankara ile başlıca tedarikçilerinin politika ve önceliklerinin uyuşmaması halinde, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını gözetmesini kısıtlayabilir.

Prof. Dr. Serhat Güvenç, Doç. Dr. Sıtkı Egeli ve Dr. Çağlar Kurç ile birlikte, National Defence Industry: From an Enabler of Turkey’s Pursuit of Strategic Autonomy to a Bridge between Turkey and Europe" projesi kapsamında kaleme aldığımız ve International Institute for Strategic Studies (IISS) tarafından yayımlanan "From Client to Competitor: The Rise of Turkiye’s Defence Industry" başlıklı raporumuz, bu sürece ışık tutmayı hedefliyor.

Rapora buradan ulaşabilirsiniz.