18/05/2024

F-16'nın Hikayesi - 2

Dizinin önceki yazısı için:
• F-16'nın Hikayesi - 1



İki kez ilk uçuş gerçekleştiren ilk YF-16A prototipinden sonra, 72-1568 numaralı ikinci YF-16A 9 Mayıs 1974 tarihinde ilk kez havalandı. Bundan kısa süre sonra da rakip tasarım Northrop YF-17, 9 Haziran 1974'te ilk kez uçtu. İkinci YF-17 prototipi de 21 Ağustos'ta havalanacaktı.

LWF projesinde aday tasarımların uçuş programları 1974 sonuna kadar yoğun şekilde devam etti. Ancak LWF o sırada ABD'de ne devlet kurumlarının ne de kamuoyunun gündeminde ön sıralarda değildi: 1974 yılı, ABD siyasetinde, derin etkiler bırakacak önemli gelişmelere sahne olmaktaydı.
 
Watergate ve Kıbrıs
 
Skandal, 17 Haziran 1972 günü başkent Washington'da bulunan Watergate İş Merkezi'ndeki Demokrat Parti seçim bürosuna dinleme cihazları yerleştirmek için gizlice giren beş kişinin yakalanması ve bu beş kişinin Beyaz Saray'la bağlantılarının ortaya çıkması ile patlak vermişti. Başlatılan soruşturma, basının da ısrarlı takibi ile kısa sürede önce Başkan Richord Nixon'un yakın çalışma ekibi, sonra da kendisi üstünde yoğunlaştı. Nixon, ülke siyaseti ve kurumlarına yayılmış bir dinleme, komplo ve sabotaj şebekesinin başında olduğu ve bu şebekeye yönelik soruşturmayı engellediği suçlamaları karşısında daha fazla direnemeyerek 9 Ağustos 1974'te görevinden istifa etti. Onun yerine yardımcısı Gerald Ford geçti.
 
Tam da o günlerde, dünyanın bir başka köşesinde önemli askeri ve siyasi etkileri olacak gelişmeler yaşanmaktaydı.
 
Yunanistan'da 1967 yılında darbe ile iktidara gelen Albaylar Cuntası'nın organize ettiği bir komplo ile Kıbrıs'ta 15 Temmuz 1974 günü devlet yönetimi devrildi. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'un yerine cunta, EOKA-B teröristlerinden Nikos Sampson'u yönetime geçirdi. Açıkça adanın Yunanistan'a ilhakı anlamına gelen bu hamle üzerine Türkiye, 11 Şubat 1959 tarihinde imzalanan Zürih Antlaşması'nın verdiği garantörlük yetkisini kullanarak 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı'nı başlattı. 22 Temmuz'a kadar süren bu harekâtı ateşkes ve ardından Cenevre'de yapılan barış görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine 14 Ağustos'ta başlayan ikinci harekât takip etti.
 
İkinci Kıbrıs Harekâtı'ndan iki hafta kadar sonra, 30 Ağustos 1974'te Türkiye, ABD'ye sipariş verdiği 40 adet F-4E Phantom II savaş uçağından ilk ikisini hizmete aldı. Washington'daki Rum lobisi, Türkiye'nin ikinci harekâttan dolayı uluslararası camiadan aldığı sert tepkileri yaptırım kararına tahvil etmek için yoğun çaba harcamaktaydı. Görevi Nixon'dan yeni devralmış olan Ford, 1974 sonuna kadar bu yöndeki baskılara direndi ve F-4E teslimatı başta olmak üzere Türkiye - ABD savunma ilişkilerine müdahalede bulunmadı. Türk Hava Kuvvetleri, modern hava gücüne dönüşüm yolundaki ilk bileşen olan Phantom'lardan sonraki 20 yıl boyunca toplam 236 adet teslim alacaktı.
 
1974 yılı boyunca ABD kamuoyu Watergate ile meşgulken, LWF adayları YF-16A ve YF-17 yoğun test uçuşları gerçekleştirdi. Bu testlerde yalnızca uçakların uçuş zarfları denenmedi. Aynı zamanda ABD Hava Kuvvetlerinin elindeki diğer muharip uçaklara hatta 413’üncü Test Filosu envanterindeki, ele geçirilmiş MiG-17 ve MiG-21’lere karşı da uçtular.
 
Avrupa’da Arayışlar
 
Bu testler, ABD dışından da yakından takip edilmekteydi. Hava kuvvetlerinin aslî unsuru olan F-104G'yi değiştirmeyi planlayan dört Avrupalı NATO ülkesi, Belçika, Danimarka, Hollanda ve Norveç "Çokuluslu Avcı Program Grubu" (Multinational Fighter Program Group; MFPG) adlı çalışma grubu üzerinden Fransa'nın Dassault Mirage F1, İsveç'in Saab Viggen jetlerine ilaveten LWF projesinin adayları YF-16 ve YF-17'yi değerlendirmekteydi. MFPG'nin tercihi, diğer Avrupalı adaylardan ziyade LWF projesinin kazananını beklemek yönünde oldu. Bu birdenbire LWF için 300'den fazla bir sipariş ve bu satış üzerinden Avrupa'daki askeri - endüstriyel nüfuzun devamı fırsatı yakalanması anlamına geliyordu.
 
Avrupa'da yakalanan fırsat ve ABD Hava Kuvvetleri içindeki F-15 varken daha zayıf bir uçağın gerekli olmadığına dair yükselen itirazlar karşısında Savunma Bakanı James R. Schlesinger, Nisan 1974'te projenin adını Air Combat Fighter (ACF) olarak değiştirdi. Bu kozmetik değişikliğin sebebi, projede seçilecek uçağın "hafif, zayıf" değil, tam tersine yetkin bir muharip uçak olduğunu vurgulamak idi. Schlesinger ve ekibi, ACF'nin F-15'in tedarikine bir tehdit teşkil etmediğini, onu tamamlayıcı bir uçak olacağını sıkça vurgulayacaktı.
 
LWF’den ACF’ye, VFAX’dan NACF’ye
 
ACF'nin doğuşu ve tanımlanması süreci epey sancılı ve çekişmeli oldu. Hava kuvvetleri içinde güçlü bir ekip, projenin özünden uzaklaştığını; uçak için gündüz ve görüş içi menzil hariç muharip görevlerin tanımlanmaması; radar ve aviyonik sistemlerin asgari seviyede kalmasını savunuyordu. Bu doğrultuda, 1974 boyunca Pentagon nezdinde yoğun kulis yaptılar.
 
Tam o sıralarda, ABD Deniz Kuvvetleri de benzer bir bileşim üzerinde çalışmaya başladı. 1972 yılında hizmete girmeye başlayan F-14A Tomcat'in maliyetleri oldukça yüksekti. Gerek üretim gerekse işletme - idame maliyetleri, yeterli sayıda hizmete alınmasını imkânsız kılmaktaydı. Yanına, özellikle taarruz ve keşif görevlerinde kullanılabilecek, düşük maliyetli bir çevik avcının eklenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Böylelikle VFAX projesi başladı.
 
VFAX esasen F-111B’nin yanına, F-111B’yi destekleyecek bir hafif avcı olarak düşünülmüştü. F-111B’nin iptali ve F-14 Tomcat’i doğuran VFX projesi ile birlikte kapatılmıştı. Ancak F-14’in hızla artan maliyetleri, tekrar gündeme getirdi. Maliyet, tek etken değildi. Amerikan uçak gemisi görev kuvvetlerini Sovyet Tu-16 ve Tu-22 bombardıman uçaklarına ve bunların ateşleyecekleri seyir füzelerine karşı koruyacak ayrıca Sovyet avcı uçaklarına karşı hava üstünlüğü sağlayacak F-14 Tomcat’in herhangi bir kara taarruz yeteneği bulunmuyordu.
 
F-X / F-15 Eagle, MiG-25'e; VFX / F-14 Tomcat de Tu-16 ve Tu-22 bombardıman uçakları ile H-55 (NATO kodu AS-15 "Kent") gemisavar seyir füzelerine ABD'nin yanıtlarıydı. Tasarlandıkları hava üstünlüğü ve av - önleme görevlerinin gerektirdiği güçlü radarlar, seyrüsefer ve atış kontrol sistemleri, yüklü miktarda havadan havaya füzeler ile uzun süre havada kalmalarına yetecek kadar miktarda yakıt ve tüm bunların kaçınılmaz sonucu olan büyük gövdeleriyle hem yüksek performans hem de yüksek maliyetler sunuyorlardı. Arayışlar kapsamında, 1974 Nisan ayında ABD Deniz Kuvvetleri bünyesinde oluşturulmuş çalışma grubu, F-14X olarak adlandırılan, F-14A Tomcat'in AIM-54 Phoenix füzesi taşıma kabiliyeti çıkarılmış ve düşük maliyetli bir modeli doğrultusunda görüş verdi. Ancak bu öneri bakanlık katında kabul görmedi. Grubun değerlendirmiş olduğu diğer alternatifler F-15 Eagle'ın uçak gemisi modeli olan F-15N ile YF-16 ve YF-17 idi.
 
F-16’nın Uçak Gemisi Modeli: V-1600
 
ACF'de yarışan General Dynamics de Northrop da uçak gemisi konuşlu muharip uçak tasarım ve üretim deneyimine sahip değildi. ACF için tasarladıkları uçakların donanma modellerini geliştirmek için, bu alanda birikime sahip şirketlerle işbirliği arayışına girdiler. Bu arayışların sonunda General Dynamics LTV Aerospace ile Northrop da McDonnell Douglas ile birlikte çalışmaya başladı.
 
F-8 Crusader ve A-7 Corsair tipi donanma avcı - taarruz uçaklarını tasarlayıp üreten LTV, F-16 tasarımı üzerinde bir dizi değişiklik üzerinde çalıştı. Bu değişikliklerin başlıcaları şunlardı:
 
• Gövde ve iniş takımlarının, uçak gemisine inişlere dayanıklılığı artıracak şekilde güçlendirilmesi,
• Yapısal, elektronik ve mekanik bileşenlerin deniz ortamının etkilerine karşı korunması,
• Kanat hücum kenarlarında yekpare slatlar,
• Kuyrukta irtifa dümeninin açısının (anhedral) sıfırlanması,
• Kanat açıklığının ve gövde uzunluğunun artırılması,
• AIM-7 Sparrow ile görüş ötesi menzil (Beyond Visual Range; BVR) kabiliyetli radar

 
LTV - General Dynamics V-1600 (Kaynak: DefenseMediaNetwork)


Motor modeline göre üç farklı tasarım ortaya çıktı: V-1600 (Pratt & Whitney F401), V-1601 (Pratt & Whitney F100) ve V-1602 (General Electric F101).
 
Ancak her üç alternatif de donanma tarafından beğenilmedi. Uçağın tek motorlu oluşu, burun altı hava alığının yabancı madde hasarı ve pistteki personel için tehlike oluşturması, iniş kalkışlarda kuyruk ve motor çıkışının güverteye çarpma riskinin diğer tasarımlara göre yüksek oluşu ile küçük gövdesinin yeni görev sistemleri ve silahların takılması için yeterli genişleme payı bırakmaması, bu tavırda etkili olan başlıca faktörler idi.
 
Her iki şirket de uçak gemisine uygun bir uçak geliştirmek için yoğun olarak çalışırken, donanma (daha doğrusu donanma içindeki güçlü bir ekip) YF-16 ve YF-17’ye kategorik olarak karşıydı. Bunda, söz konusu jetlerin tasarımlarının deniz ortamına ve uçak gemisinde kullanıma uygun olmaması; bu doğrultuda yapılması gereken tasarım değişiklikleri ve tadilatın hem maliyeti hem de uçakların ağırlıklarını artıracak olması etkili olmuştu. F-14X hariç diğer favori, F-15N idi ancak bu uçak da F-15A'nın uçak gemisine uyarlanması için gerekecek yüksek maliyet nedeniyle elendi. Donanma, çok zor kavuştuğu F-14’ten vazgeçmiyor, onun yanına başka uçak koymayı içine sindirmiyordu.
 
Ancak bu tutum, daha fazla sürdürülemeyecekti.
 
1974 Temmuz ayında Harekât Başkanlığına atanan Oramiral James Holloway’in kararlı duruşu, Savunma Bakanı Schlesinger nezdinde yürüttüğü başarılı lobi faaliyeti ve Pentagon’un tavrı sonucunda, proje modeli değişti. Ağustos ayında Kongre tarafından bütçe tahsisatı yapılan VFAX projesinin adı, Naval Air Combat Fighter (NACF) olarak değiştirildi ve hava kuvvetlerinin ACF projesi ile azami müştereklik hedefi vurgulandı. Ertesi ay, Schlesinger’in hava kuvvetleri için alınacak avı sayısının 400’den 650’ye çıkarıldığını açıklamasından bir hafta sonra, Kongre bütçe tahsisat müşterek komisyonu hazırladığı bir raporda donanmaya, VFAX/NACF bütçesini nasıl kullanacağını, daha doğrusu nasıl bir gereksinim seti tanımlaması gerektiğini bildirerek, kalan son muhalefet kırıntılarını da ortadan kaldırdı. Kongre donanmaya mealen “F-14’ün hafif versiyonunu değil, F-4 ve A-7’lerin yerini alacak, F-14’ü de destekleyecek bir uçak isteyeceksin; USD20 milyon bütçeli bu programın adı da VFAX değil NACF olacak” dedi. Nihai hedef, ACF projesinin galibinin NACF projesinin de galibi olması; her iki kuvvetin aynı platformu kullanması idi. Her iki kuvvette de tüm odağın büyük avcı uçaklarına (yani F-14 ve F-15'e) yoğunlaştırılması ve hafif jetlere para harcanmaması yönünde kulis yapan güçlü lobiler vardı. Projelerin tanımlanma süreci epey sancılı geçecekti.
 
LWF/ACF projesinde çok rollü bir hafif savaş uçağına yönelinmesinin ABD Hava Kuvvetlerinde karşılaştığı muhalefete benzer şekilde, VFAX/NACF projesi de donanmada güçlü tepkiyle karşılaştı. F-14 Tomcat varken, AIM-7 Sparrow füzesiyle donatılmış bir jetin filo hava savunması ya da av – önleme görevlerinde etkili olamayacağı; Sparrow kabiliyetinin Tomcat’le sınırlı kalması savunuluyordu. O kadar ki, AIM-7 Sparrow’un Vietnam’da ve 1973 Yom Kippur Savaşı’nda son derece kötü bir sicile sahip olduğu; bu füzeyle donatılmış NACF’nin hava üstünlüğü ve av – önleme görevlerinde başarılı olamayacağını savunan andıçlar dahi yazıldı Pentagon yönetimine.



YF-16 ve YF-17 kol uçuşunda (Kaynak: US National Archives)

 
Tüm bu andıç trafiği ve tartışmaların arasında Ekim 1974’te Savunma Bakanı Schlesinger, ACF projesinde seçilecek uçağın ABD hava ve deniz kuvvetlerine alınacağını ve ihracat pazarına sunulacağını açıkladı. Bu kritik açıklama, o zamana kadar bir çeşit kabiliyet gösterim ya da konsept testi olan LWF/ACF projesini, bir tedarik programına dönüştürdü. Schlesinger çok kritik bir başka açıklama daha yaptı: ACF, çok rollü bir uçak olarak havadan yere taarruz kabiliyetine de sahip olacaktı. Schlesinger’in açıklamalarında Avcı Uçağı Mafyası’nı çok rahatsız eden bir başka ayrıntı daha vardı: Uçağın radarı, BVR hava – hava muharebesi yeteneği verecek şekilde büyütülecekti. Yalnızca iki kısa menzil havadan havaya füze ve makinalı top; ufak bir radar hariç aviyonik sistemi olmayan kıvrak bir avcı, daha envantere girmeden iki farklı kuvvet tarafından kullanılacak, bir türevi uçak gemisine inecek çok rollü bir savaş uçağına dönüşmüştü.
 
Karar: YF-16, F-16 Oluyor
 
Uçuş ve hava muharebesi denemelerinin 1974 sonbaharında tamamlanmasından sonra nihai değerlendirme süreci başladı. Ve nihayet, 13 Ocak 1975 günü düzenlediği bir basın toplantısıyla ABD Hava Kuvvetleri Müsteşarı John McLucas, ACF projesinde General Dynamics YF-16'nın seçildiğini açıkladı. McLucas, YF-16 tercihinde uçağın rakibine kıyasla düşük işletme maliyeti, uzun menzili ve yüksek manevra kabiliyetinin etkili olduğunu kaydetti. ABD Hava Kuvvetleri için ilk aşamada 650 adet F-16 alınacağını ayrıca ihracat ile birlikte toplam üretimin 2,500 - 3,000 civarını bulabileceğini söyledi. Savunma Bakanlığı ayrıca General Dynamics’e, 15 adet tam ölçekli geliştirme (Full-Scale Development; FSD) uçağı siparişi verdi. Seri üretim modelinin prototipleri olacak bu uçaklardan hem tek (F-16A) hem de çift (F-16B) koltuklu modeller üretilecekti.
 
McLucas’ın vurguladığı bir başka seçim kıstası da YF-16'nın F-15 Eagle ile aynı motoru, Pratt & Whitney F100'ü kullanıyor olması idi. Hâlihazırda üretimde ve kullanımda olan bir motorun kullanılıyor olmasının, alım ve işletme 7 idame maliyetlerini düşürmede etkili olacağı değerlendirilmişti. McLucas, F-16’nın F-15’ten çıkan motoru olduğu gibi takabilmesinin, bu uçağın envantere alınma maliyetini düşüren önemli bir etken olduğunu kaydetmişti.
 
YF-16A ve taşıyabildiği silahlar. Avcı Uçağı Mafyası'nı çok rahatsız eden bir görüntü
(Kaynak: From Balloons to Drones)



Ertesi ay ABD, dört Avrupa ülkesinin oluşturduğu konsorsiyuma F-16 için bir teklif sundu. Avrupalı NATO müttefikleri ve üçüncü ülkelere de satış dâhil 2,000 uçağın üretilmesini öngören teklif, Pratt & Whitney F100 motorunun teknolojisinin transferini de kapsıyordu.
 
Nixon istifa edip yerine Ford geçmiş ve bir yandan da LWF/ACF ve VFAX/NACF projelerinde istikamet tutturulmaya çalışılırken, 1974 sonbaharında Washington'da başka kazanlar da kaynıyordu.
 
ABD Türkiye’ye Silah Ambargosu Uyguluyor
 
Türkiye'nin Kıbrıs'ta ikinci harekâtı gerçekleştirmesi, başta ABD olmak üzere uluslararası toplumda ilk harekâta kıyasla çok daha şiddetli tepkiyle karşılandı. Bu ortam, ABD'deki Rum lobisinin, Kongre nezdindeki faaliyetlerini artırmasını sağladı. Yunan asıllı Kongre üyesi John Bredamas liderliğinde bir grup, Türkiye'ye silah ambargosu uygulanması için çok yoğun lobi çalışması yürüttü. Bu çabalarının ilk meyvesini, 19 Eylül 1974 tarihli, ABD Başkanı'na Türkiye'ye silah satışının yasaklanması yönünde çağrı yapan ve Adlai Stevenson (Küba Füze Krizi’nde önemli rol oynayan Adlai Stevenson’ın oğludur) ile Thomas Eagleton'ın hazırladığı Eagleton - Stevenson Kararı ile aldılar. Akabinde, Benjamin Rosenthal ve Pierre du Pont tarafından hazırlanan ve 24 Eylül 1974 tarihinde onaylanan Rosenthal-Du Pont yasasıyla Kıbrıs’ta Türk askerî varlığı konusunda önemli bir gelişme sağlanıncaya kadar Türkiye’ye askerî yardımın tamamen kesilmesi kararının alındı. Rum lobisinin, Başkan Ford ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger'ın aleyhte görüşlerine rağmen deyim yerindeyse ilmek ilmek işleyerek yürüttükleri çalışmalar sonucunda, 17 Aralık 1974’te Senato’da, 18 Aralık 1974’te de Temsilciler Meclisi’nde alınan kararlar neticesinde 93-559 sayılı kanun ile 5 Şubat 1975 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Türkiye’ye silah ambargosu uygulanmasına karar verildi.
 
ABD Savunma Bakanlığı, F-16'nın seçildiğini açıklamasından üç hafta sonra 5 Şubat 1975 günü, Türkiye’ye gitmek üzere cephane ve askeri malzeme taşıyan dört yük gemisinin geri dönmesi veya başka limanlara gitmeleri için emir verildiğini açıkladı. ABD’nin kararı Türkiye'de toplumsal seviyede büyük bir infiale neden oldu. Devlet yönetimi de tepki olarak Türkiye'deki tüm ABD üslerinin kapatılacağını duyurdu. Ancak ABD Kongresi'nin ambargonun sürmesi yönündeki tavrı üstüne, 25 Temmuz 1975 tarihinde OSİA (Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması) tek taraflı olarak feshedildi, ülkedeki ABD üsleri kapatıldı. Ancak ambargo, özellikle muharip gücünün her türlü yedek parça ve malzemesi bakımından tamamen ABD'ye bağımlı olan Türk Hava Kuvvetlerini süratle ve derinden etkileyecekti. Kuvvetin harbe hazırlık kabiliyeti hızla düşecekti. Hava kuvvetlerinin modern bir hava gücüne dönüşümünü simgeleyen F-4E Phantom II’lerin teslimatı, ilk 22 uçağın ardından kesildi.
 
Türkiye’nin bu kararı, ABD’nin Avrupa’nın güneydoğusunda, üç kıtanın kesişim noktasında ve Sovyetler Birliği’nin yanı başındaki stratejik bir konumdaki askeri – istihbari varlığını neredeyse tamamen kaybetmesi anlamına geliyordu. ABD için bu ayrıca, çok kısa süre zarfında ikinci stratejik kayıp niteliğindeydi. ABD, 27 Ocak 1973 tarihinde Paris’te imzalanan Vietnam Barış Antlaşması uyarınca Güney Vietnam’dan tüm askerlerini çekmişti. Nixon yönetiminin, artık daha fazla direnemediği iç kamuoyu baskısının da etkisiyle, Vietnam Savaşı’nı “Vietnamlılaştırma” politikası doğrultusunda Güney Vietnam ordusu, ABD tarafından dolaylı olarak desteklenecek ancak ABD ordusu savaşa müdahil olmayacaktı. Sonuç kaçınılmazdı: Zaten yolsuzluk ve çürüme nedeniyle içi boş bir kabuk haline gelmiş Güney Vietnam ordusu, kısa süre içinde çöktü. Nihayet, 30 Nisan 1975 günü başkent Saygon düştü. ABD büyükelçiliğinin çatısına konan UH-1 Huey helikopterine can havliyle binen diplomat ve mültecilerin görüntüsü, Vietnam Savaşı’nın bitişinin ve ABD’nin Güneydoğu Asya’daki macerasının sonunun sembolü haline geldi.
 
Dünya, çok benzer görüntüleri 46 yıl sonra Kabil’de, dehşet içinde izleyecekti.
 
ABD ambargosunun uzun sürebileceğini değerlendiren Türkiye, hava kuvvetlerini ABD bağımlılığından kurtarmak için alternatif arayışlarına başladı. 1975 yılı içinde İngiltere, Fransa gibi ülkelerle görüşmeler yapıldı; Mirage F1, Jaguar gibi muharip uçakların tedariki gündeme geldi. Bununla beraber, ACF projesi ve dört Avrupa ülkesinin faaliyetleri de yakından takip ediliyordu. 1975 Mayıs ayında, daha ambargo devam ederken Türkiye, konsorsiyuma katılma niyetini resmi bir mektup ile iletti. Ancak bu girişim gerek ABD ambargosu gerekse ekonomik durum nedeniyle sonuçsuz kaldı.


Türkiye F-16 konsorsiyumuna katılmak istiyor. 26 Mayıs 1975 tarihli Milliyet gazetesinden.

 


15 Haziran 1975 tarihli Milliyet gazetesinden.
Durum net, F-16 mümkün görünmüyor.

Türkiye’nin katılma niyetini beyan ettiği, Belçika, Danimarka, Hollanda ve Norveç’ten müteşekkil konsorsiyum, ABD ile 10 Haziran 1975 tarihinde bir mutabakat muhtırası imzalayarak 348 adet F-16 alım planlarını duyurdular. Böylelikle, ABD’nin kendi hava kuvvetleri için 650 uçak alım kararı da eklendiğinde, henüz seri üretimine başlanmamış olan F-16 için teknoloji gösterim prototipinin ilk uçuşunun üstünden yaklaşık 1.5 yıl geçmişken yaklaşık 1,000 adet sipariş verilmiş oluyordu.
 
Bu arada, konsorsiyumun muhtırayı imzalamasından bir ay kadar önce ABD Deniz Kuvvetleri, NACF projesinde F-16’nın uçak gemisi modeli yerine YF-17’yi tercih ettiğini açıklamıştı. Northrop’un YF-17’si süreç içinde McDonnell Douglas F-18 Hornet’e dönüşecek ve ABD Deniz Kuvvetleri ile ABD Deniz Piyadeleri Ordusunun ana avcı – taarruz uçağı haline gelecekti. 1977 yılında uçağın ismi, taarruz görevlerini de vurgulamak için “F/A-18” olarak değiştirildi. Northrop kara konuşlu olarak F-18L adıyla uçağı pazarlamaya devam etti. En son 1980’lerin ortalarında İsrail ihalesinde McDonnell Douglas ile girdiği hukuki mücadeleden sonra bu tasarımın tüm fikri ve sınai mülkiyetini bu şirkete devretti.



F-16 projesi geliştirme süreci
(Kaynak: Bill Siuru, Bill Holder, "General Dynamics F-16 Fighting Falcon - Aero Series 42", 1991)

 
Seri Üretim ve Siparişler
 
İlk FSD F-16'sının (F-16/FSD) üretimi, General Dynamics’in Texas eyaletindeki Fort Worth’te bulunan tesislerinde 1975 Ağustos ayında başladı. Bu arada Pentagon, FSD uçak sayısını, altı F-16A, iki de F-16B olmak üzere sekize düşürmüştü. Uçak nihai montaja Aralık ayında girdi. 75-0745 seri numaralı bu ilk F-16A, üretim hattından 20 Ekim 1976 günü çıktı ve ilk uçuşunu 8 Aralık günü gerçekleştirdi. 1982 yılında uçuştan çekilen bu uçak halen Thunderbirds renkleriyle boyalı olarak ABD Hava Kuvvetlerinin ülke genelindeki sergi ve tanıtımlarında dekor olarak kullanılıyor.
 
F-16A/FSD, YF-16'dan belirgin ölçüde farklıydı: Orta gövde yaklaşık 25cm, burun kısmı ise 40cm kadar uzatılmış; kanat alanı ise 1.85m2 artırılmıştı. Burnun uzatılması Westinghouse AN/APG-66 radarı; kanat alanının artırılması ise ilave silah taşıma noktası içindi. Uçak toplam 10 bin libre (yaklaşık 4,500kg) faydalı yük taşıyabilen, havadan havaya ve havadan yere görevler üstlenebilen bir avcıya dönüşmüştü.



YF-16A ve F-16A yan yana. Prototip ile seri üretim uçaklarındaki boyut farkı net olarak görülüyor.
(Kaynak: The Aviation Geek Club)

 
Avrupa’daki üretim için sözleşme de 22 Temmuz 1976 günü imzalandı. Sözleşme kapsamında Belçika 116, Danimarka 58, Hollanda 102 ve Norveç 72 F-16A/B sipariş verdi. Bu arada 29 Ocak 1977’de ABD Hava Kuvvetleri alacağı F-16 sayısını 650’den 1,388’e çıkarttığını açıkladı. Avrupa’nınkilerle birlikte toplam sipariş sayısı 1,736’ya ulaşmıştı.



Belçika'daki F-16 üretim hattı. (Kaynak: F-16.net)

 
Konsorsiyumun üretim altyapısını oluşturmak için dört ülkede geniş bir üretim ve tedarikçi ağı oluşturuldu. Nihai montaj hatları iki ayrı konumda, Belçika’da Gosselies’deki Sociétés Anonyme Belge de Constructions Aéronautiques (SABCA) ile Hollanda’da Schipol’deki Fokker’de kuruldu. SABCA’da üretilen uçaklar Belçika ve Danimarka, Fokker’de üretilen uçaklar da Hollanda ve Norveç hava kuvvetlerine teslim edildi. Uçağın F100 turbofan motoru Belçikalı Fabrique Nationale, AN/APG-66 radarı da yine Belçikalı MBLE sorumluluğundaydı. Gövde ve kanat yapısal parçaları, iniş takımları, aviyonik sistemleri ile diğer elektromekanik aksamın üretimi için dört konsorsiyum üyesi ülkeden çok sayıda şirket iş aldı. Belçika’daki montaj hattı 1978 yılının Şubat ayında, Hollanda’daki de Nisan ayında devreye girdi ve 11 Aralık 1978 günü SABCA hattından çıkan FB-01 kuyruk numaralı bir F-16B olan ilk Avrupa F-16’sı ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Fokker’de üretilen J-259 numaralı ilk F-16 da 3 Mayıs 1979’da ilk kez havalanacaktı.



İlk seri üretim modeli F-16A, kanat uçlarında AIM-9J Sidewinder füzeleri, kanat altında
AN/ALQ-119 elektronik harp podu ile. ABD, hizmete alacağı tüm F-16'larda harici elektronik
harp podu kullanacaktır. (Kaynak: ABD Hava Kuvvetleri)


 
F-16 Pazara Giriyor
 
Hava kuvvetlerindeki F-101B Voodoo (CF-101) ile Canadair tarafından lisans altında üretilen CF-5A/B Freedom Fighter ve CF-104 Starfighter jetleri faydalı hizmet ömürlerinin sonuna yaklaşan Kanada, 1970'lerin sonlarına doğru yeni savaş uçağı arayışına başlamıştı. Yaklaşan ihale için erkenden pozisyon almak isteyen General Dynamics 1975 Eylül ayında F-16 için bir teklif sundu. Daha seri üretim başlamamış, ilk FSD'nin üretimine ise yeni başlanmıştı. Kanada'ya önerilen F-16, AIM-7F Sparrow kabiliyetini de haizdi. 1977 Mart ayında yayınlanan Teklife Çağrı Dosyası ile resmen başlayan projede F-16'nın ana rakibi, o dönem artık F-18 Hornet idi. Yapılan değerlendirme sonucunda, uçuş emniyeti açısından çift motorun daha makbul olduğu ve taşıma ve menzil kapasitesi bakımından F-18 seçildi. 1980 yılında imzalanan anlaşma ile Kanada, CF-188 olarak adlandırdığı avcıdan, 24 adedi çift koltuklu CF-188B olmak üzere 137 adet sipariş verdi.
 
F-16'nın Avrupa konsorsiyumunun dört ülkesi dışındaki ilk ihracat başarısı İran oldu. ABD'nin bölgedeki en yakın müttefiki olan Şah Rıza Pehlevi, 1970'lerin başlarından itibaren, artan petrol gelirlerinin de katkısıyla geniş kapsamlı bir silahlanma programı başlattı. Bu kapsamda özellikle hava ve deniz kuvvetlerinin güçlendirilmesine özel önem verdi. F-14 Tomcat av - önleme, C-5A Galaxy ağır nakliye, E-3A Sentry havadan erken ihbar ve kontrol uçakları ile yüzlerce AH-1J Cobra taarruz, Bell 214 ve CH-47 nakliye helikopteri siparişleri bunlar arasında sayılabilir.

Şah Pehlevi, LWF projesini en başından itibaren yakından takip ediyordu. Hava kuvvetlerindeki F-4 ve F-5'leri değiştirmek için, LWF projesinde kazanan adayı 1980'lerin ortalarından itibaren envantere alma niyetini 1975 başında ABD'ye iletmiş ve bu mesajı müteakip süreçte çeşitli kereler tekrarlamıştı. F-16 satışına dair ilk ciddi temas, 1975 Ağustos ayında, ilk F-16/FSD'nin üretimine başlandığı sıralarda yapıldı. General Dynamics ve Pratt & Whitney yetkililerinden oluşan bir heyet İran'ın başkenti Tahran'da Silahlanma Bakanı Hasan Tufanyan ve ekibine F-16 sunumu yaptılar (Tufanyan kısa süre sonra İsrail Savunma Bakanı Ezer Weizman ile, İran'ın balistik füze programı olan "Project Flower" (Çiçek Projesi) işbirliği anlaşmasını imzalayacaktır). Toplantıda General Dynamics yalnızca uçak satışını değil, ortak üretimi de teklif etmişti.


F-16 ile uçan ilk 60 pilotun isimlerinin olduğu levha. 14.12.1977 tarihinde F-16 ile uçan İranlı pilot General Abdullah Azarbarzin,
İslam Devrimi'nden sonra kısa süre hava kuvvetleri komutanlığı yapmıştı. F-16 ile uçan bir diğer İranlı, 08.12.1978 tarihinde
uçan veliaht prens Rıza Pehlevi. Pehlevi ABD Hava Kuvvetlerinde eğitim görmüştü.

03.03.1978 tarihinde uçan İsrailli pilot David Ivry, İsrail Hava Kuvvetleri komutanlığı ve İsrail'in ABD büyükelçiliği görevlerinden
sonra Boeing'de üst düzey yöneticilik yapmıştı. Ivry, 1981 yılındaki Osirak saldırısına katılan F-16 pilotlarındandı.

Listedeki çok ilginç bir diğer isim ise, 21.04.1978 tarihinde uçan Senatör Barry M. Goldwater. 2. Dünya Savaşı'nda nakliye uçağı,
akabinde B-52 pilotluğu yapmıştı. ABD'nin en kapsamlı savunma reformlarından "Goldwater - Nichols Yasası"nın mimarlarındandır.

 
Kısa süre sonra, 15 Şubat 1976'da Tufanyan, İran'ın 300 adet F-16 alımı için ABD hükümeti ile görüşmelere başlamaya niyetli olduğunu bildiren bir mektubu General Dynamics şirketine gönderdi. Bunu, Mart ayında Tahran'daki ABD askeri temsilciliğine iletilen bir diğer mektup takip etti. İran, ilk aşamada teslimatları 1979 yılında başlamak üzere 160 uçak istiyordu. İran F-16'ları, yedisi muharip ve biri eğitim olmak üzere sekiz filo, üç ana üste konuşlanacaktı. Başlangıçta, ileriki süreçte ele alınması öngörülen ortak üretim, İran havacılık sanayiinin altyapı eksiklikleri nedeniyle görüşme gündeminden çıkarıldı. Müteakiben başlatılan müzakerelerde, İran tarafı teslimatın bir an önce başlatılması için ısrarcı olacaktı.


İran F-16A'sını, Yezd'deki Sessizlik Kuleleri üzerinden uçarken gösteren bir resim.
Yağlıboya resim, meşhur havacılık ressamı Bob Cunningham tarafından General Dynamics broşürü için yapılmış (Kaynak: Wikipedia)

 
"Peace Zebra" adı verilen ve iki fasıla halinde 300 adede ulaşacak bu proje, haklı olarak General Dynamics'in iştahını ve mutluluğunu bir hayli kabarttı. Ancak Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı o kadar hevesli değildi. 300 gibi yüksek bir sayıda modern savaş uçağını envantere alıp lojistik desteğini sağlamak; bunun için uygun insan, malzeme ve altyapı kaynağını oluşturmak İran için kolay olmayacaktı. Dahası, tek mesele F-16 alımı değildi. İran'ın ABD'den talep ettiği ya da alım sürecini başlattığı çok sayıda sofistike sistem ve platform bulunuyordu. Şirket, ABD yönetiminin endişelerini gidermek için yoğun kulis yaptı.
 
Ne var ki, petrol fiyatlarındaki düşüş eğilimi, İran'ın silahlanma çabalarına zarar vermeye başladı. Alım, 160 kesin sipariş, ilave 140 adet için de opsiyon olmak üzere iki fasılaya ayrıldı. Kesin sipariş kapsamındaki ilk 10 uçak, Peace Zebra I programı ile Mart 1979'dan itibaren teslim edilecek ve ABD'deki bir eğitim filosu bünyesinde, İranlı pilotların eğitimi için kullanılacaktı. Peace Zebra II ile üretilecek 150 uçak ise, Temmuz 1980'den itibaren ayda dört uçak olmak üzere teslim edilecekti.
 
Ancak İran tarafı mutlu değildi: Görüşmelerin başlangıcında İran basınına yansıyan, General Dynamics kaynaklı ve gayrıresmi bir tahmini fiyat olan USD3.4 milyar, askeri - idari görüşmelerde USD3.8 milyar olarak güncellenmişti. Bu durumu Şah, ABD'nin sebepsiz yere fiyat etiketini şişirmesi olarak algılayarak sert tepki gösterdi ve F-14, Spruance destroyeri ve Washington'u HAWK hava savunma sistemi gibi projeleri kesmekle tehdit etti. Gerilen müzakereler, teslim edilecek uçakların sayı ve dağılımının revize edilmesiyle olumlu şekilde sonuçlandı. Yeni program kurgusunda toplam 160 uçak, Peace Zebra adı altında tek bir proje ile Temmuz 1980'den itibaren teslim edilecekti. Satışa dair ABD yönetiminin talebi, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Kongre'ye 27 Ağustos 1976 tarihinde iletildi ve itiraz gelmemesi üzerine 1 Ekim 1976 itibariyle resmen onaylanmış oldu. 8 Temmuz 1977 tarihinde de sözleşme niteliğindeki Teklif ve Kabul Mektubu (Letter of Offer and Acceptance; LOA) imzalandı ve Peace Zebra projesi yürürlüğe girdi. 1978 itibariyle yedek parça ve bakım ekipmanları teslim edilmeye ve bakım personelinin eğitimlerine başlandı. Ancak proje, 1979 Şubat ayındaki İslam Devrimi ile yarıda kesildi. Devrimden hemen sonra ABD ve İran hükümetleri 3 Şubat 1979 tarihinde imzaladıkları bir mutabakat muhtırası ile tüm savunma projelerini iptal ettiler. Üretim hattındaki uçaklar, kaderin cilvesi denebilecek bir şekilde çok farklı bir müşteriye gidecekti: İsrail’e.

1973 Yom Kippur Savaşı’ndan sonra Mısır ve İsrail arasındaki barışı tesis edecek Camp David Antlaşması’na giden süreçte 18 Ocak 1974’te 1’inci Sina Antlaşması ve 4 Eylül 1975’te 2’nci Sina Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmalar, önce ateşkes ve daha sonra taraflar arasındaki siyasi ilişkilerin gelişimini belirledi. ABD yönetiminin desteğini alan bu süreçte, birinci antlaşmanın imzalanmasından kısa süre sonra görevi henüz yeni devralmış ABD Başkanı Ford, İsrail Başbakanı İzak Rabin’e bir mektup yazarak yönetiminin İsrail’e F-16 satış niyetinde olduğunu bildirdi. Mektubun ilk taslağının tarihi 20 Ağustos 1974 idi; ACF ihalesinin F-16’nın kazandığının açıklanmasına daha beş ay vardı. Başka bir deyişle, F-16 daha girdiği ihaleyi kazanmadan ve dahi üretilmeden ihracat pazarına girmiş oluyordu. 1975’teki ikinci antlaşmanın hemen ardından ABD yönetimi satışı onayladı. Orijinal plan, 200 adedi İsrail’de üretilmek üzere toplam 250 F-16’nın alımı idi. Ancak proje, Ford’dan görevi devralan Başkan Jimmy Carter’in silah ihracat politikası nedeniyle akamete uğradı. Camp David Antlaşması, İsrai’in askeri kapasitesinin zayıflaması endişeleri ve Yahudi lobisinin yoğun çabaları neticesinde 75 adetlik ilk paket, Peace Marble I projesi altında 1980 yılından itibaren teslim edilecekti. Bu paketin ilk 26 adetlik kesimi (18 adet F-16A ve 8 adet F-16B), Peace Zebra kapsamında İran için üretilmiş uçaklardı. Teslimattan kısa süre sonra da F-16’nın ilk muharip görevlerini bu uçaklar gerçekleştirecekti.

F-16AJ. Kanat uçlarında AIM-9P, kanat altı ve hava alığı yanlarında AIM-7E taşıyor.


General Dynamics tarafından F-16'nın ciddi bir kampanya ile pazarlandığı bir diğer ülke de Japonya'ydı. 1962 yılında hizmete almaya başladığı Lockheed F-104J/DJ "Eiko" jetlerini 1980'lerin başlarından itibaren hizmetten çekmeyi planlayan Japonya'ya, F-16A'nın tadil edilmiş bir modeli olan F-16J teklif edildi. Azami kalkış ağırlığı F-16A'ya kıyasla %7 oranında artırılmış olan F-16A'nın göze çarpan bir diğer özelliği hava alığının her iki tarafına eklenmiş fırlatıcı kızaklarda AIM-7E/F Sparrow orta menzilli havadan havaya füze taşıma kabiliyeti idi. F-16J'nin F-16A'ya kıyasla dış görünüşüne yansımayan çok önemli bir özelliği de, Japonya'ya özgü AN/ARR-670 sistemi idi. Bir veribağı terminali olan AN/ARR-670, Japonya'nın hava savunma komuta - kontrol sistemi olan Base Air Defense Ground Environment (BADGE) şebekesi ile çift yönlü iletişimi sağlamak için geliştirilmiş ve ilk olarak F-4E(JA) Phantom uçaklarına takılmıştı. Japon Savunma Bakanlığı, F-16J’nin de dahil olduğu 13 aday ile ilgili yaptığı değerlendirmesinde 1975 Aralık ayında McDonnell Douglas F-15’i seçti ve uçak F-15J adıyla lisans altında üretilerek 1981 yılından itibaren hizmete girmeye başladı. Ancak F-16 Japonya macerası burada bitmeyecekti: Birkaç sene sonra F-16’nın farklı bir tasarımı üzerinden türetilecek olan F-2, F-15J ile birlikte Japon Hava Kuvvetlerinin aslî muharip jeti olacaktı.

Carter Dönemi: Değişen Politikalar, Şaşan Hesaplar

ABD'nin 39'uncu başkanını belirlemek için 2 Kasım 1976 tarihinde yapılan seçimleri Demokrat Parti'nin adayı James Earl "Jimmy" Carter Jr., mevcut başkan Gerald Ford'u %50.1'e %48 oy oranı ile geçerek kazandı. Ekonomideki kötü gidişat, Vietnam Savaşı'nın utanç verici bir biçimde ve bölgedeki en önemli müttefikin tarihten silinmesiyle sonuçlanması ve Watergate Skandalı, Cumhuriyetçi Parti'nin kaybındaki en önemli etkenlerdi. ABD Deniz Kuvvetlerinde denizaltıcı subay olarak hizmet verdikten sonra ailesinin çiftliklerinin başına geçmiş, akabinde de siyasete atılmış olan Carter'ın seçim kampanyası, Vietnam Savaşı'nın ağır travmalarını taşıyan Amerikan toplumundan yükselen tepki ve talepler doğrultusunda çatışmaları önleyici ve çözücü bir tavrı öne çıkarmıştı.

Carter seçim kampanyası sırasında dış politikaya dair demeçlerinde ABD'nin bölgesel kriz ve çatışmaların çıkışındaki rolünü ortadan kaldırmayı, bu doğrultuda da silah ihracatına katı sınırlama ve denetimler getirmeyi vaat etmişti. Örneğin 1976 Haziran ayındaki bir konuşmasında, "ülkemin dünyanın en önde gelen silah tüccarı haline gelmiş olmasından rahatsızlık duyuyorum" demişti. Müteakip haftalarda yapacağı benzer nitelikteki konuşmalar, izleyeceği politikanın ipuçlarını taşıyordu.

Carter'ın bu genel politik duruşu, dönemin küresel sistemindeki ortam ile de büyük ölçüde uyumluydu. 1962 yılındaki Küba Füze Krizi'nden sonra, 1960'ların sonlarından itibaren ABD ve Sovyetler Birliği arasında başlayan Yumuşama (détente; detant) Dönemi, iki süper gücün nükleer silahların sınırlandırılması ve gerilimlerin diyalog ile çözülmesi esasına dayanıyordu. SALT I, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi ile Anti-Balistik Füze antlaşmaları bu dönemin ürünleriydi. Soğuk Savaş'ın en önemli cephesi olan uzayda dahi iki süper güç, ufak da olsa işbirliği adımları atmaya başladı: Apollo - Soyuz müşterek test görevi bunların en önemlisiydi.

Böyle bir arka planda yönetime gelen Carter'ın ilk icraatlarından biri, ABD'nin silah ihracatını denetim altına alan bir politika belgesi yayınlamak oldu. 19 Mayıs 1977 tarihinde yayınlanan bu belge ile şu temel ilke ve kurallar duyurulmuştu:

1. Yabancı Askeri Satışlar (Foreign Military Sales; FMS) ve Askeri Yardım Programları (Military Assistance Program; MAP) kapsamında yapılacak satış ve transferlerin miktarı sınırlandırılacaktı. Ticari satışlara da aynı zamanda katı denetim ve sınırlar uygulanacaktı.

2. ABD, yeni geliştirilmiş, modern bir silah sistemini, eğer bir bölgede daha önceden satın almış bir ülke ya da muadili bulunmuyorsa satmayacaktı. Ayrıca bir ABD envanterinde bulunmayan bir sistem satış ya da ortak üretim için teklif edilmeyecekti.

3. Yalnızca ihracat yönelik sofistike silah sistemlerinin geliştirilmesine izin verilmeyecekti.

4. Gelişmiş silah sistemlerinin ortak geliştirme, üretim ya da tadilatı projelerin izin verilmeyecekti. Bu tür mevcut sistemlerin, daha düşük kabiliyetteki türevlerinin ortak üretimi, durum ve koşullara göre değerlendirilecekti.

5. Satılan silahların üçüncü ülkelere devir ya da satışına izin verilmeyecekti. Yeni satışlar, bu koşul ile yapılacaktı.

6. ABD'nin yurtdışı temsilciliklerindeki askeri ve sivil yetkililer, ABD savunma sanayiinin ürün ve çözümlerinin tanıtımında görev almayacaktı.

Bu kararlar, 1976-77 döneminde sözleşme aşamasına gelmiş ya da iddialı kampanyalarla pazarlanmakta olan, başta F-16 olmak üzere pek çok silah, araç ve sistemin satış şansını bir gecede sıfırladı. İsrail ile 250 F-16 için yürütülen görüşmeler kesildi; İran'ın E-7A başta olmak üzere pek çok projesi belirsizliğe düştü. Bununla birlikte, kısa süre içinde İran ve İsrail'in F-16 alımı ve Avrupa'nın devam eden F-16 üretimine istisnalar tanındı. Ancak Ürdün, Tayvan ve Venezüella'nın F-16 alımı için yaptıkları talepler reddedildi.

F-16/79

Carter'ın silah politikasının kısa vadedeki sonucu, mevcut uçak tasarımlarının ihracata yönelik modellerinin geliştirilmelerine başlanması oldu. Epey bereketli görünen ihracat pazarını Carter'ın politikasına kurban etmek istemeyen General Dynamics, F-104 Starfighter ve F-4 Phantom II'de kullanılan General Electric J79 turbojet motorunu F-16'ya takmak için çalışmaya başladı. F-16/79 olarak adlandırılan bu jette, o dönemin en ileri teknolojilerini barındıran F100 turbofan yerine bir önceki nesle ait J79 turbojetinin kullanılması, ortaya çıkacak uçağın Carter politikalarına uygun olmasını garanti ediyordu. General Dynamics ile eş zamanlı olarak Northrop şirketi de mevcut F-5E tasarımından daha gelişmiş ancak F-16 ya da F-18'in barındırdığı teknolojik seviyeden daha aşağıda bir avcı olan F-5G üzerinde çalışıyordu.

F-16 ve F-18'e artan uluslararası ilginin farkına varan Carter yönetimi, 1980 Ocak ayında "FX Export Fighter" (İhraç Avcısı) politikasını duyurdu. Yönetim bu politika doğrultusunda ABD'nin çıkarları doğrultusunda "orta seviye" performansta bir "ihraç avcısı" geliştirip satacaktı. Esas olarak F-5E ile F-16 ve F-18 arası bir kabiliyete sahip olması öngörülen uçağın geliştirilmesi için başlatılan projede, bu doğrultuda zaten çalışmaya başlamış General Dynamics ve Northrop tekliflerini sundular. Uçakların satış şanslarını artırmak için ABD Hava Kuvvetleri için de bir miktar alınmaları öngörülmüştü. Uçak, daha önce F-16 talebi reddedilen Venezüella, Tayvan ve Ürdün'e ilaveten Avustralya, Malezya, Nijerya, Singapur ve Tayland'a teklif edildi. Northrop da daha sonra F-20 Tigershark adını alacak olan F-5G için yoğun bir tanıtım kampanyası yürütüyordu. 

F-16/79 (Kaynak: Ed Nash's Military Matters)


F100'den çok daha ağır ve daha düşük performanslı J79 takılmış olan F-16'nın performansı, ilgi çekici dahi olmaktan uzaktı. Uçak özünden uzaklaşmış, ruhunu kaybetmişti. Neyse ki F-16'nın bu çilesi uzun sürmedi. Silah satış politikasının ABD dış siyasetine ve silah sanayiine olumsuz etkilerini gören Carter, 1980 yılı içinde kural ve kısıtlamaları gevşetti. Ertesi sene de başkanlık seçimini Ronald Reagan’a karşı kaybetmesiyle birlikte F-16A/B yeniden, rahatça pazarlanabilir hale geldi.

Reagan’ın yönetimi devraldığı 1981 yılı F-16 için de, ABD için de, dünya için de bir dönüm noktası olacaktı.

4'üncü Nesil

Carter’ın göreve başladığı 1977 yılında F-16 projesinde bir dizi önemli gelişme yaşandı. Önce Ocak ayında ABD Hava Kuvvetleri, ilave 783 adet F-16 alım planını duyurdu. Ardından çift koltuklu F-16 modeli olan F-16B ilk uçuşunu 8 Ağustos günü gerçekleştirdi. 26 Ekim'de ise ABD Savunma Bakanlığı, uçağın seri üretimine onay verdi. Bu karardan kısa süre sonra da 8 Kasım günü F-16 ilk kez AIM-7F Sparrow orta menzilli havadan havaya füze deneme atışı gerçekleştirdi. Böylelikle F-16, BVR kabiliyetine de erişmiş oluyordu. Nitekim AIM-7 kabiliyetli F-16, Kanada ve Japonya'ya da hemen pazarlandı.

F-16'nın AIM-7 ateşleyebilmesi, bu füzenin tevcih edilebilmesine uygun bir radar taşımasını gerektiriyordu. F-4E Phantom II jetinin en bilinen mensubu olduğu 3'üncü nesil muharip uçaklarla birlikte devreye alınan BVR yeteneği için büyük hacimli bir radar gerekmekteydi. Ancak elektronik teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte çok daha küçük hacimlere sığabilecek, daha verimli radarların geliştirilmesi mümkün hale gelmişti. BVR, F-4E, MiG-25, F-14 ve F-15 gibi uçaklara özgü bir muharebe tipi değildi artık. İlaveten, sinyal işleme kapasitesinin gelişmesiyle birlikte "look-down, shoot-down" olarak bilinen radarla aşağı bakıp alçak irtifadaki manevra yapan uçaklara taarruz edilebilmesi mümkün hale geldi. Böylelikle hava muharebesinde aslî algılayıcı yalnızca pilotun gözleri olmaktan çıktı. Radar, tam olarak üç boyutlu bir hedef tespit, teşhis ve takip sistemi haline gelmişti. 

1970'lerin başlarından itibaren radar sistemlerindeki gelişmelerin bir benzeri de kızılötesi algılayıcılarda yaşandı. Algılayıcıların ısı izlerini ayırt etme hassasiyeti arttı. Birinci nesil kızılötesi güdümlü füzelerde güneş ya da coğrafi unsurların füzenin güdüm sistemini aldatması sıkça karşılaşılan bir sorun iken artık hedefe, ısı izinin en yoğun olduğu egzoz çıkışının bulunduğu arka kesiminden taarruz gereksinim olmaktan çıktı. Bu da yakın mesafe hava muharebesinde her açıdan füze ateşlenebilmesi, dolayısıyla bu teknolojiye sahip füzeyi kullanan pilotun hasmına büyük avantaj sağlaması anlamına geliyordu. Üretimi 1977 yılında başlayan AIM-9L Sidewinder, bu yeni nesil havadan havaya füzelerin en önemli temsilcisi olacaktı.

Belki de en önemli teknolojik sıçrama, bilgisayar ve eyleyici teknolojilerinin mümkün kıldığı "telle uçuş" (fly by wire; FBW) sistemi idi. F-16'ya kadar uçakların kumanda yüzeyleri mekanik ve hidrolik sistemler ile idare ediliyordu. Bu da pilota büyük bir yük bindiriyordu. Öte yandan uçağın üzerindeki çok sayıda sensör ile toplanan verilerin uçuş kontrol bilgisayarında işlenmesi ve kumanda yüzeylerinin hareket ettirilmesi için eyleyicilere sinyal üretilmesiyle uçağın manevra kabiliyeti ve kumanda reaksiyon süresinde büyük gelişme sağlanması mümkün oldu. F-16 ile devreye alınan bu teknoloji, 4'üncü nesil muharip uçakların en önemli alameti farikaları olacaktı.

1977 yılında önemli gelişmeler yaşanan tek askeri havacılık projesi F-16 değildi. Sovyetler Birliği'nin yeni büyük avcı uçağı projesinde Suhoy tarafından tasarlanan T-10-1 adlı ilk prototip ilk uçuşunu 20 Mayıs günü gerçekleştirdi. Bu uçak daha sonra Sovyet Hava Kuvvetleri tarafından Su-27; NATO tarafından da "Flanker" adını alacaktı. Müteakiben, 6 Ekim günü Mikoyan Gureviç'in tasarladığı hafif avcı jeti prototipi 9-01 ilk kez havalandı. Bu uçak da MiG-29 adıyla hizmete girecek, NATO tarafından "Fulcrum" olarak adlandırılacaktı. O sırada Fransız Dassault şirketinin Bordeaux'daki tesislerinde nihai montajı süren Mirage 2000 jeti de ilk uçuşunu ertesi sene, 10 Mart günü yapacaktı.

Böylelikle 4'üncü nesil muharip uçakların dönemi de başlamış oldu.


T-10-1 uçuş sırasında (Kaynak: Rosteh)


Dengeler Değişiyor: Kritik Yıl 1978

1978 yılı sadece F-16 için değil, pek çok ülke için de bir dönüm noktası oldu.

İran'da geniş halk kitleleri arasında Şah rejimine karşı uzun süredir biriken hoşnutsuzluk, 1970'lerin ortalarından itibaren öfkeye dönüşmeye başlamıştı. 1978 Ocak ayından itibaren protesto gösterileri artmaya ve toplumsal muhalefet örgütlenmeye başladı. Bahar aylarından itibaren, siyasi ve toplumsal yelpazenin farklı kesimlerine mensup muhalefet gruplarının daha da örgütlü ve eşgüdümlü hareket etmeye başlaması, Şah rejiminin ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğu anlamına geliyordu. Gelişmeleri yakından takip eden ABD'de her ne kadar istihbarat servisi yönetime, rejim değişikliği tehdidinin olmadığını bildirse de, gidişat parlak değildi.

Öte yandan 1975'ten bu yana ambargo altında olan Türkiye'de silahlı kuvvetlerin kapasitesi ve harbe hazırlık seviyesi hızla erimişti. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'na tepki olarak Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadından çekilmiş olmasıyla birlikte bu durum, NATO'nun güneydoğu kanadında önemli bir zayıflık yaratmaktaydı. Ambargoya Türkiye'nin tepki olarak ülkedeki tüm askeri ve istihbari üs ve tesisleri kapatmış olması, ABD'nin bölgedeki çok kıymetli göz ve kulaklarını kaybetmesi anlamına geliyordu. Bunun üstüne İran'ın da kaybedilebilecek olması olasılığı, özellikle Sovyetler Birliği'ne karşı büyük bir istihbarat zafiyeti anlamına gelecekti. Tüm bu etkenlerden dolayı 1978 Eylül ayında ABD yönetimi Türkiye'ye uygulanan ambargoyu kaldırdı. Hemen ardından ABD askeri yardımları ulaşmaya, hatta deyim yerindeyse "akmaya" başladı. Teslimatları yarıda kalmış olan F-4E Phantom'lar ve T-38 Talon jet eğitim uçakları ilk gelenler arasındaydı. Ambargonun kalkmış olması, hava kuvvetlerinde stratejik kaynak çeşitlemesi yapamamış ve muharip hava gücünü tamamen ABD'ye bağımlı kılma konusunda sarsılmaz bir irade gösteren Türkiye'yi, F-16 alımı konusunda yeniden ümitlendirdi. Ancak ABD, askeri yardımı yeniden açmıştı; finansal yardımı (henüz) değil.

Tüm bu gelişmeler olurken, 78-0001 seri numaralı ilk seri üretim F-16A, 18 Ağustos 1978 tarihinde ABD Hava Kuvvetlerine teslim edildi. Aynı yıl Ekim ayında da 78-0077 numaralı ilk F-16B hizmete girecekti. Bu uçaklar "Block 1" olarak adlandırılan konfigürasyona sahipti. Böylece F-16, uzun ve başarılı kariyerine başlamış oldu. 



3 yorum:

Adsız dedi ki...

Harika bir makale olmuş üstad. Kalemine sağlık

Adsız dedi ki...

Eyy.. Mevlutoğlu farkı budur işte. Meraklısı için f-16’nın proje babası pierre sprey konuşmalarını da you tube tavsiye ederim.F-35’i tu kaka yapıyor hem bolca. Eh, kim benim sirkem ekşi der?
Gene de tavsiyemdir..

Omer Berk dedi ki...

Her zamanki gibi cok guzel bir yazi, bir sorum var, yazidaki "işletme 7 idame" acaba "isletme & idame" mi olacak?