Northrop firması tarafından 1984 yılında yayınlanan bir F-20 reklamı. F-20 savaş uçağı, savunma projelerinin siyasi gelişmelere ne kadar bağlı olduklarını göstermesi açısından ibretliktir. (Kaynak: ebay) |
Clausewitz, meşhur deyişi ile savaşı, siyasetin farklı araçlarla icrası olarak tanımlar. 20. yüzyılda, 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemde dış politika icrasında savaş kavramının yanına terörizm ile birlikte savunma sanayii de, artan bir oranda girmeye başlamıştır. Sadece cephede yürütülen savaş değil, bu savaşı yürütmek için kullanılacak askeri mekanizmanın nitelik ve niceliği de bir dış politika aracı haline gelmiştir.
Bu yüzden mesela Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin kaç batarya S-300 hava savunma sistemi siparişi verdiği değil, bu sistem için verdiği siparişin ta kendisi uluslararası bir krizin öznesi olmuştur.
Benzer şekilde savunma sistemi geliştirme projeleri ile birlikte bunların satışı (ya da satışının engellenmesi), uluslararası ilişkilerde önemli bir konu durumunda. Belli bir ihtiyaca yönelik sistemin geliştirilmesi (ya da geliştirilmesine izin verilmemesi), satışı (ya da satışına izin verilmemesi) gibi kararlar, devletlerarası ve sektörel çok ciddi yan etkiler doğurabilmekte. A400M, JSF F-35 gibi projeler sadece birer sistem geliştirme projesi değil, aynı zamanda paktların, müşterek politikaların sembolleri haline geldi.
Bir uçağın üretildiği fabrikanın, bir siyasetçinin seçim bölgesinde yer alması (V-22 örneğindeki gibi), ihtiyaç miktarı ve teknik analizlerin önüne geçebilmekte. Ya da sırf iki ülke arasındaki ilişkilerin seviyesinin yükseltilmesi için hiç ihtiyaç olmayan bir sistemin alımı için onay verilebilmekte.
Bazen de savunma sanayii firmaları, ticari risk alarak, piyasa araştırmaları ve teknolojik yönelimler doğrultusunda kendi kaynak ve inisiyatifleri ile sistem geliştirmeyi tercih edebiliyorlar. Oldukça riskli bir yöntem bu ve bazen sonuçları son derece ağır olabiliyor.
1980'li yıllardan bu konuda iki ibret hikayesi var. Dikkatle incelenmeleri gerekir, zira günümüz için de geçerli olabilecek dersler barındırıyorlar satır aralarında.
Bu yüzden mesela Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin kaç batarya S-300 hava savunma sistemi siparişi verdiği değil, bu sistem için verdiği siparişin ta kendisi uluslararası bir krizin öznesi olmuştur.
Benzer şekilde savunma sistemi geliştirme projeleri ile birlikte bunların satışı (ya da satışının engellenmesi), uluslararası ilişkilerde önemli bir konu durumunda. Belli bir ihtiyaca yönelik sistemin geliştirilmesi (ya da geliştirilmesine izin verilmemesi), satışı (ya da satışına izin verilmemesi) gibi kararlar, devletlerarası ve sektörel çok ciddi yan etkiler doğurabilmekte. A400M, JSF F-35 gibi projeler sadece birer sistem geliştirme projesi değil, aynı zamanda paktların, müşterek politikaların sembolleri haline geldi.
Bir uçağın üretildiği fabrikanın, bir siyasetçinin seçim bölgesinde yer alması (V-22 örneğindeki gibi), ihtiyaç miktarı ve teknik analizlerin önüne geçebilmekte. Ya da sırf iki ülke arasındaki ilişkilerin seviyesinin yükseltilmesi için hiç ihtiyaç olmayan bir sistemin alımı için onay verilebilmekte.
Bazen de savunma sanayii firmaları, ticari risk alarak, piyasa araştırmaları ve teknolojik yönelimler doğrultusunda kendi kaynak ve inisiyatifleri ile sistem geliştirmeyi tercih edebiliyorlar. Oldukça riskli bir yöntem bu ve bazen sonuçları son derece ağır olabiliyor.
1980'li yıllardan bu konuda iki ibret hikayesi var. Dikkatle incelenmeleri gerekir, zira günümüz için de geçerli olabilecek dersler barındırıyorlar satır aralarında.
Northrop F-20 Tigershark
SSCB, 1960’ların başından itibaren MiG-19, MiG-21 gibi küçük, ucuz, hafif, çevik ve kullanımı ve bakımı kolay savaş uçaklarını Doğu Bloku ve müttefiki ülkelere hızla yaymaya başladı. Satın alması, bakımı ve onarımı kolay ve düşük maliyetli bu uçaklardan Varşva Paktı ve Üçüncü Dünya Ülkeleri bol miktarda tedarik etti. Bu durum karşısında ABD, NAO ve müttefik ülkelere sağlayabileceği benzer niteliklere sahip bir savaş uçağı arayışına girdi. NATO bünyesinde hizmete giren Lockheed F-104 Starfighter ve Northrop F-5 Tiger, bu felsefenin ürünü olarak aynı dönemde çok sayıda NATO ve ABD müttefiki ülke hava kuvvetlerinde hizmete girdi. [1] [2]
1970’lere gelindiğinde aynı stratejinin devamı olarak, bu uçakların yerini alacak, ilkalım, işletme ve idame maliyetleri düşük, ABD envanterindeki uçaklar kadar olmasa da Rus yapımı rakipleri ile mücadeleye yetecek kadr gelişmiş aviyonik ve silah sistemlerine sahip uçak ihtiyacı ortaya çıktı. Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’ın uygulamaya koyduğu doktrin uyarınca söz konusu uçak, ABD hizmetindeki ön hat savaş uçaklarının bir türevi olacak ancak bunların sistemlerine sahip olamayacaktı. 1980 yılında Carter tarafından verilen izin ile çalışmalarına başlanan ve FX olarak adlandırılan bu uçak için hedef piyasa, NATO ülkeleri, Japonya ve Avustralya haricindeki dost ülkeler olarak belirlendi.
FX projesi kapsamında General Dynamics, J79 motoru ile donatılan F-16 türevi olan F-16/79, Northrop ise, daha önce Tayvan’a önerdiği F-5G modeli ile yanıt verdi.
F-5G, Tayvan’ın Çin uçaklarını uzun mesafeden önleyebilecek bir av – önleme uçağına duyduğu ihtiyaca cevap olarak geliştirilmiş bir F-5 türevi idi. Tayvan tarafından özellikle uzun menzilden önleme yapabilma, dolayısıyla AIM-7 Sparrow havadan havaya füze ateşleme kabiliyeti istenmekteydi. Bu kapsamda Tayvan ABD nezdinde McDonnell Douglas F-4 Phantom II, Northrop F-18L ve General Dynamics F-16A uçakları için girişimlerde bulundu. Ancak Çin ile gelişmekte olan ilişkileri göz önüne alan Carter yönetimi bu uçakların satışına izin vermedi. Müteakiben, Northrop firması, AIM-7 füzesi atabilen ve tek bir F404 motoruna sahip bir F-5 türevi olan F-5G’yi teklif etti. Ancak bu uçağın satışı, Carter yönetiminin Çin’le ilişkilerin bozulması endişeleri nedeniyle engellendi. Ne var ki Ancak F-5G'nin Tayvan'a satışını, Çin ilişkilerini bahane göstererek engelleyen ABD hükümeti, bu ülkenin General Dynamics ile ortaklaşa savaş uçağı üretmesine yeşil ışık yaktı. Bu işbirliğinden Ching Kuo doğdu. [3] [4]
İki F-20 prototipi kol uçuşunda |
ABD Hava Kuvvetleri, başlangıcından itibaren hiç bir tasarım ve geliştirme aşamasında dahli olmayan bu uçağı, ne kadar gelecek vaat ederse etsin, hiç bir zaman sevmedi. Hükümet tarafından kendisinden istenen pazarlama ve tanıtım desteğini de asla sağlamadı. Bunun yerine F-16 ön plana çıkarıldı. Nitekim Avrupa ve Asya'da arka arkaya satış başarıları sağlayan F-16'nın yıldızı bir anda parladı. Türkiye'nin de dahil olduğu çok sayıda ihalede F-20, F-16'ya karşı kaybetti. Güney Kore ve Bahreyn'de satışa çok yaklaşıldı ancak hem F-16'ya karşu bu ülkelerde (de) kaybedildi, hem de Güney Kore'de patlak veren rüşvet skandalı projeye ve Northrop'a daha da zarar verdi.
ABD Ulusal Muhafızları için av - önleme uçağı tedarik ihalesi, F-20 için son şans idi. Bu ihalede reaksiyon süresi yüksek, işletme - idame ve bakımı ucuz, uçuş maliyeti düşük, AIM-7 atabilen bir av uçağı tanımlanmıştı. F-20, neredeyse tüm kriterlerde F-16A'yı geride bırakıyordu ancak ABD Hava Kuvvetleri engelini aşması mümkün değildi: Hem kendisi hem de müttefik ülkeler için olabildiğince fazla F-16 üretimi ve satışı gerçekleştirerek maliyeti düşürmek ve lojistik ve yedek parça altyapısını güçlendirmek isteyen kuvvet, açıkça F-16 yönünde ağırlığını koymuştu. Ne kadar fazla F-16 üretilirse birim maliyetler o kadar düşecek, yedek parça, eğitim ve lojistik zinciri de o kadar rahatlayacaktı. Sonuç kaçınılmazdı: 1986'da F-16 seçildi.
Bu seçim de, 6 yıldır F-20'ye bir müşteri bulmak için çabalayan Northrop'u yolun sonuna getirdi. Proje iptal edildi. Zaten üretilen üç prototipin ikisinin düşmesi de firmayı zora sokmuştu. Yeni başlayacak olan ATF (Advaced Tactical Fighter; Gelişmiş Taktik Savaş Uçağı) projesi için hazırlıklara başlandı. YF-23 ile teklif verilen bu projede de sonuç olumsuz olacaktı.
ENGESA EE T1 / T2 Osório
Suudi heyeti, ENGESA firması yetkilileri ile birlikte Osorio tankını incelerken. (Kaynak: forte.jor.br) |
ENGESA'nın bu atılımının ateşleyicilerinden biri de Suudi Arabistan oldu. Kara kuvvetleri hizmetindeki Fransız yapımı AMX-30 ana muharebe tanklarını değiştirmek isteyen Suudi Arabistan, Almanya'dan yeni nesil Leopard 2 tanklarını almak istemiş, ancak bu ülkenin kapris derecesine varan ihracat politikaları sonucu girişimi sonuçsuz kalmıştı (heyhat, bugünlerde Leopard 2'nin son versiyonunun satışı yine gündemdedir)
Leopard 2 alımının gerçekleşmemesi üzerine ENGESA bir piyasa araştırması yaparak bu alana girmeye karar verdi. 1980'lerde yeni geliştirilen ya da kısa vadede hizmete girecek ana muharebe tanklarının büyük kısmı 60t civarı ağırlığa sahipti. Bu tonaj da bu tankların mevcut köprü ve yollarda hareketini zorlaştırmakta, manevra ve intikâl kabiliyetini sınırlamaktaydı. Çağdaşlarından daha hafif ama aynı zamanda benzer ateş gücü ve beka imkânlarına sahip bir tankın dünya çapında çok sayıda müşterisi olabilirdi. ENGESA yine bütçesi ve imkânları çok geniş olmayan ülkeleri hedeflemekteydi.
Bu tespitler doğrultusunda başlayan projede Brezilya Kara Kuvvetleri'nin dahli neredeyse hiç yoktu. Zira ordunun bütçesinde böyle bir tank için pay ayrılmamıştı. Dahası Brezilya Kara Kuvvetleri'nin tanklar için belirlemiş olduğu belli başlı sınırlayıcı isterler bulunmaktaydı. Bu isterler ana muharebe tankının azami ağırlığını 36t, azami genişliğini ise 3.20m olarak belirlemişti. Ülkenin kara ve demiryolu altyapısı göz önünde bulundurularak oluşturulan genel isterlerden sadece genişlik kalemi ele alındı; ENGESA Brezilya ordusunun tanımladığından daha ağır bir tankı tasarlamaya girişti.
Herhangi bir tank tasarım ya da üretim tecrübesi olmayan ENGESA'nın böyle bir projenin altından tek başına kalkamayacağı bir sır değildi. Firma Alman üreticiler ile temasa geçti, ancak yine Alman hükümetinin engeline takılındı. Bunun üzerine ENGESA, daha cesur bir karar alarak farklı alt sistem ve teknoloji kalemleri için çok sayıda yerli ve yabancı farklı firma ile işbirliği geliştirdi: Hidropnömatik süspansiyon için İngiliz Dunlop, taret için Vickers, motor için ise Alman MWM ile çalışıldı.
1982 yılında başlayan tasarım ve geliştirme çalışmaları sonucunda, daha önce bu alanda hiçbir tecrübesi olmayan ENGESA, ortaya gelecek vaat eden oldukça modern bir tank çıkarmıştı. Osório olarak adlandırılan tankın iki türevi vardı: 105mm toplu EE T1 ve 120mm toplu EE T2. EE T1'de, çok sayıda ülkenin tankında kullanılan, İngiliz British Ordnance üretimi L7A3 105mm/52 yivli top bulunmaktayken, EE T2'nin ana silahı Fransız GIAT üretimi 120mm G1 yivsiz - setsiz top idi. T1'in ilk prototipi 1985, T2'nin ilk prototipi ise 1986 yılında tamamlandı.
EE T2 1987 yılında Suudi Arabistan'ın açtığı ihaleye katıldı. Oldukça gelişmiş bir atış kontrol sistemi ile donatılan bu tank Fransız AMX-40, İngiliz Challenger ve Amerikan M1 Abrams'a karşı üstün gelerek tüm denemeleri birinci sırada tamamladı. [7] Akabinde Suudi Arabistan ile sözleşme görüşmelerine başlandı. Görüşmeler 1989 yılında sonuçlandı ve Ağustos ayında Suudi hükümeti USD7.2 milyarlık bir sözleşmenin imzalanacağını açıkladı. Sözleşme kapsamında Suudi Arabistan'da kurulacak bir tesiste toplam 318 adet Osório tankı, "El Fahd" adı ile üretilecekti. Bu sözleşme, diğer Körfez ülkelerinin de dikkatini tanka çevirdi. ENGESA müthiş bir başarının eşiğindeydi.
Ne varki sözleşme imzası bir türlü gerçekleşmedi. Tankın geliştirilmesi için USD100 milyondan fazla harcayan firma ekonomik darboğaza girdi. Geniş çaplı işten çıkarmalar başladı. Derken hiç beklenmedik bir şey oldu.
İran - Irak Savaşı'nın ağır mali yükü altında ezilmekte olan Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, küçük komşu Kuveyt'i 1990 Ağustos ayında işgal etti. Bir sonraki hedefin Suudi Arabistan olduğunu hissettiren Saddam, Riyad'da alarm zillerinin çalmasına sebep oldu. Suudi kralı derhal ABD birliklerini ülkesine davet etti. ABD öncülüğünde büyük bir askeri koalisyon kuruldu ve ertesi sene Körfez Savaşı'nda Irak birliklerini püskürterek Kuveyt'ten çıkardılar. Irak'ın ENGESA'yla yüzmilyonlarca dolarlık sipariş ve bakım anlaşmaları bulunuyordu. Mağlubiyet ve ağır ambargolar, bu sözleşmelerin üzerini çizmiş oldu.
Kuveyt'in işgali ve Körfez Savaşı sonucunda başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri savunma mekanizmalarını neredeyse tamamen ABD'ye bağımlı bir şekilde yeniden tasarladılar. Bu durum hemen hemen tüm savunma alım programlarını etkiledi. İhale testlerinde açık ara galip gelen Osório da kurbanlar arasındaydı. Suudi Arabistan ihalesiz M1 Abrams siparişi verdi. Bu ikiyüzlü hareket, ENGESA için idam fermanı anlamına geliyordu. Firma daha fazla dayanamadı ve Ekim 1993'te iflasını açıkladı. Tesislerin bir kısmı diğer yerli savunma sanayii şirketleri tarafından devralındı. Üretilmiş iki prototip ise Brezilya Kara Kuvvetleri'ne teslim edildi.
Değerlendirmeler
Her iki projenin tarihçesinde de bazı dikkat çekici ortak noktalar bulunuyor. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
1. Her iki tasarım da, muadillerinden çoğu alanda daha iyi teknik özelliklere ve performansa sahip.
2. Her iki firma da projeleri özkaynakları ile geliştiriyorlar. Hükümetin maddi desteği neredeyse hiç yok.
3. Her iki tasarım da, kendi ülkelerinin belirttiği bir ihtiyaca cevap olarak değil, uluslararası piyasa koşulları ve öngörülere istinaden geliştirilmiş.
4. Her iki projede de bel bağlanılan kritik önemde ihale / ülkeler bulunuyor (Tayvan ve Suudi Arabistan).
5. Her iki tasarımı da, kendi ülkeleri sipariş vermemiş.
6. Her iki firma da, kendi kontrolleri dışındaki siyasi gelişmeler neticesinde ya tamamen desteksiz kalmalarıi ya da verilen desteğin yeterli olmaması nedeniyle projeleri durduruyor.
7. Her iki ürünün de kaderinde, devlet - hükümet seviyesinde, verilen sözlerin tutulmaması, ikiyüzlülük, tutarsızlık gibi "oyun dışı" etkenler ağır rol oynamış.
Bu iki ibretlik hikayenin ortak anafikri, savunma sistemlerinin, münferit kabiliyet ve teknolojileri ne kadar ileri olursa olsun ticari başarılarının çok sayıda farklı etkene bağlı olduğudur. Sistemin tek başına kabiliyeti ayrı konudur, bir ürün olarak başarısı ayrı konudur.
Savunma sanayii gibi hem ileri teknolojileri kapsayan hem de yüksek ArGe ve üretim maliyetlerine sahip bir sektörde devamlılığı sağlayabilmek için devlet desteği şarttır. Devlet desteğinin sadece silahlı kuvvetler ihtiyacı kapsamında ele alınmaması gerekir. Zira Soğuk Savaş sonrası dönemde savunma sanayiinin sürdürülebilirliğini sağlamak sadece iç piyasa / ulusal ihtiyaçları karşılayabilecek bir yapı ile mümkün değildir. Başka bir deyişle elde edilen birikimleri korumak ve geliştirmek için ihracat şarttır.
İhracat pazarında başarılı olmak için, ülkenin ulusal dış politikası ile uyumlu bir şekilde ürün geliştirmek ve mevcut ürünleri tadil edebilmek gerekmektedir. Bu da, sanayiinin sürdürülebilirliğini sağlama sorumluluğunu asker, sanayici ve bürokrat sınıfları arasında eşit olarak paylaştırmaktadır.
Benzer şekilde kısa vadeli siyasi kararlar doğrultusunda başlatılan alım ya da geliştirme projeleri, ortaya çıkarılan ürün ne kadar başarılı olursa olsun birer israftan öteye geçemeyecektir. Zira bu tür kararlar, doğaları gereği, geliştirme ve tedarik sürecinin bileşeni olan maliyet ve piyasa analizi, teknik isterlerin belirlenmesi gibi çalışmaların üstünü örter, baskılar. Bu tür kritik analiz ve hesapları göz ardı ederek verilen siyasi kararlar sonucunda çok kıymetli insan ve makine altyapısı boşa harcanabilir.
Savunma sanayiinin, bir ülkenin kendi silahlanma ihtiyaçlarını karşılayan "askeri fabrikalar bütünü" olarak değil, ülke savunmasının tümleşik bir bileşeni olarak algılanması gerekmektedir. Sektör, ülkenin kendi ihtiyaçlarını siparişleri teslim ederek karşılayan bir edilgen yapı olarak değil, teknoloji ve konsept geliştiren bir mekanizma olarak çalıştırılırsa ancak ülke savunmasına katma değer sağlayabilir. Bu da ancak devlet ile sektör arasında sağlıklı ve dürüst bir iletişim ile mümkündür.
Kaynaklar
[1]: "F-20A Tigershark Home Page": http://www.f20a.com
[2]: "Northrop F-20 Tigershark": http://en.wikipedia.org/wiki/Northrop_F-20_Tigershark
[3]: "Ejder ve Kaplan - II: Tayvan'ın Özgün Savaş Uçağı": http://www.siyahgribeyaz.com/2005/05/ejder-ve-kaplan-ii-tayvann-zgn-sava-ua.html
[4]: "AIDC F-CK-1 Ching-kuo": http://en.wikipedia.org/wiki/AIDC_F-CK-1_Ching-kuo
[5]: "EE-T1 Osório": http://en.wikipedia.org/wiki/EE-T1_Os%C3%B3rio
[6]: "EE-T1 Osório Main Battle Tank": http://www.fprado.com/armorsite/EE-T1-Osorio.htm
[7]: "The Technology of Tanks": Ogorkiewicz, R, Jane's Information Group, London, 1991, S/63
5 yorum:
f-20 tayyaresine karşı duygusal bir ilgim olduğu için yazınızı diğerlerinden daha bir hevesle okudum. teşekkür ederim.
bununla birlikte şunu eklemek isterim. northrop bu girişimi ile öyle doğru bir iş yapmıştı ki, çin süper-7 için bu firmayı partner seçti. daha sonra tiananmen olayları bu işbirliğini bitirdi ama bildiğiniz gibi süper-7 ölmedi. fighter china (fc-1) yada bildiğimiz adıyla jf-17 için ilham kaynağı oldu. kısacası jf-17 bir f-20 inspired jet dersek yalan olmaz.
ayrıca şu dikkatimi çekti. pars, arma, ejder zamanla belki t.s.k. envanterine girecektir. lakin her üçü de firma insiyatifi ile üretildi ve daha bizim envanterimize girmeden her üç araç da ihracat başarısı yakaladı. keşke ülkemize dair özel şartlarımız ve pazarlarımız ile ilgili bir çalışma kaleme alabilseydiniz. somut değil soyut kavramlara dayandışı için zorlayıcı bir çalışma olurdu eminim. lakin yeni filizlenen savunma sanayimiz için çok anlamlı ve kılavuz mahiyetinde olurdu. neyse sağlıcakla kalasınız...
Sevgili Dostum;
Gene muhteşem bir yazı olmuş. Zevkle okudum. 15.04.2013
Bora Erdem
Yazınızın son paragrafı bizdeki MKE'ye okadar uymuşki!MKE'nin son 2012 faaliyet raporun u okurken sorunları ve olumsuzlukları okumaktan sıkıldım,tiksindim. Savunma sanayimizin sayıca en kalabalık! devasa şirketinin herşeyi lisans alarak üretmeye çalışması, argenin olmaması içler acısı bir durum.Yetkililerimiz bu MKE faciasını artık çözmeli ! TSKGV mi olur başka bir özel şirketmi bilmem ama acilen özelleştirilip ayağa kaldırılmalı bu kurum.Panter obüsü Singapur,Fırtına obüsü Kore,Altay tankı Kore lisansıyla üretiliyor(MKE iş payları)MÖ/BURSA
paylaşım için teşekkürler
suudiler hatta diğer GCC üyeleri için ikiyüzlülükten değil belki pragmatizmden söz etmek daha doğru kanaatimce. suudiler başta GCC üyelerinin sıkıntısı petrodolarlarını yetişmiş insan ve sanayi haline dönüştürmeyi akıllarından dahi geçirmiyor oluşları. petrodolarların getirdiği refah onları rehavete yöneltmiş. Kuveyt'in işgali rehavete, en fazla bir ara verilmesine neden olsa da olası bir Irak ileri harekatına gerekli karşılığı veremeyecekleri gerçeği onları ABD'nin kucağına itmişti. Her nimetin bir külfeti olduğuda aşikar. Amerikalılarda, Çöl Fırtınası harekatının faturasını paylaşmaları karşılığında Körfez ülkelerindeki hanedanların yanında yer almıştı. Bu iyiliğin karşılığında körfez ülkeleride amerikan silahlarından bol miktarda satın almıştı. Kısaca, al gülüm ver gülüm.
uygur
Yorum Gönder