Bilge Canute, kralların tanrısal güçleri olmadığını,dalgaları durduramayarak kanıtlarken |
Milliyet gazetesinin 1980'lerin sonlarında verdiği ansiklopedilerin birinde okumuştum Kral Canute'u. İngiltere'ye de hükmetmiş bu Viking kralının, kısmen folklorik hikayesi, cesur bir bilgelik gösterisi olarak hafızama kazınmıştır.
Hikaye odur ki, özellikle İngiltere'nin hakimiyetinin ele geçirilmesinden sonra gücü ve otoritesi iyice sağlamlaşan Canute'un çevresinde muazzam bir dalkavuk ordusu peydah olur. Kralın gücünün her leye yeteceğini, dünyadaki en güçlü insan olduğunu yineler dururlar. Bilge Canute, şahsında krallık makamının bu kadar ilahi bir kata oturtulmasından rahatsızdır. Ve bir gün, tahtının sahilde, dalgaların sınırına konulmasını emreder. Çevresindekilerin meraklı bakışları altında tahtına oturur, elini dalgalara karşı, emreder bir şekilde kaldırır ve haykırır:
"Ey dalgalar, emrediyorum size, durun!"
Dalgalar dinlemez Yüce Canute'u, kumsalı dövmeye devam ederler. Bir yandan da haşmetli kralın ayaklarını ıslatmaktadırlar.
(Seyredenlerin gözlerinin faltaşı gibi açıldığını hayal etmek zor değil)
Bir kez daha bağırır Canute:
"Siz benim egemenliğim altındasınız ve tahtımın üzerinde durduğu tüm bu topraklar bana aittir ve emirlerime itaat etmeyenler cezasız kalmayacaktır. Bu nedenle, sizi yükselerek topraklarımı ve beni ve elbiselerimi ıslatmaktan men ediyorum. Size durmanızı emrediyorum!"
Dalgalar isyan edercesine krallarına, durmazlar. Aksine daha da yükselirler.
Tahtından doğrulur Canute arkasına döner. Kendisini hayretle izleyen tebasına der ki:
"Tüm ahali bilsin ki kralların gücü beyhude ve geçicidir. Ve hiç bir kralın gücü ve kudreti, dünyanın, denizlerin ve cennetin efendisi olan Tanrı'nınkinin yanında kıymetli ve kayda değer değildir."
Ve ardından Canute, afallamış ahalinin önünde tacını çıkartır, bir haçın üstüne çakar.
Canute'un bu efsaneleşen gösterisi, egemenlik kavramı üzerine son derece önemli bir nasihat niteliğindedir. Zira Canute, egemenliğinin kaynağı olarak kendisini değil Tanrı'yı, yani ilahi, kutsal ve tartışılmaz bir makamı adreslemiştir. Bir insan olarak zaafları bulunan kral, hükümran olarak Tanrı'nın elçisi olarak konumlandırır kendini. Gücü ve yetkiyi Tanrı'dan almıştır, Tanrı'nın elçisi, dünya üzerindeki aracıdır.
Canute'un cesur ve bilge bir şekilde altını çizdiği egemenlik kavramını, Prof. Dr. Esat Çam, "Siyaset Bilimine Giriş" adlı kitabında şu şekilde, rafine bir biçimde açıklar:
"Devlette iktidar ögesini ifade etmek için uzun süre egemenlik sözcüğü kullanılmıştır. Oysa egemenlik, iktidar olgusunun normatif anayasa hukuku açısından görünüşüdür. Egemenlik, en üstün aşamada ve düzeyde bulunan, piramidin en üstünde yer alan iktidarı ifade eder. Piramidin diğer kertelerinde yer alan iktidarlar, iktidarlarını bu zirvedeki iktidardan almaktadırlar. Burada söz konusu olan bir topluluk içinde iktidar organlarının hiyerarşisidir. Yönetenler arasında bir hiyerarşi kurulacak kadar örgütlenmiş her topluluk içinde üstün bir iktidar, egemen bir iktidar vardır. Örneğin, belediye zabıta memurunun iktidarı belediye başkanına, belediye başkanının iktidarı, parlamentonun oyladığı yasaya dayanır. Parlamentonun iktidarı Kurucu Meclis tarafından yapılmış Anayasa'dan, Kurucu Meclis iktidarı ise ulustan alır. Ulusun üzerinde, ulusun iktidarını ondan aldığı başka varlık yoktur. Ulusun iktidarı en üstte yer aldığından ve onun üzerinde başka bir iktidar bulunmadığından egemen bir iktidardır ve bunun için ulus egemenliğinden söz edilir."[1]
Egemenlik kavramı, çoğulcu demokrasiler için söz gelimi, salt oy çokluğuna indirgenemeyecek kadar ulvî ve yüce bir anlama sahiptir. Dolayısıyla mutlak çoğunluk, milletin egemenlik hakkının vekili olmayı sağlamaz. Millet, egemenliğini birbirinden farklı şekil ve biçimlerde uygular; seçim bunlardan biridir.
Millet egemenliği o kadar kutsal ve o kadar güçlüdür ki, tek bir tüzel ya da gerçek kişi tarafından temsil edilemeyecek kadar ağırdır. Tam da bu nedenle,
"Türk halkının kayıtsız ve şartsız hâkimiyetine sahip olduğunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir renk ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Ünvanı ister halife ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz."[2]
Özetle "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir".
[1]: "Siyaset Bilimine Giriş", Esat Çam, Der Yayınları, İstanbul 1999
Hikaye odur ki, özellikle İngiltere'nin hakimiyetinin ele geçirilmesinden sonra gücü ve otoritesi iyice sağlamlaşan Canute'un çevresinde muazzam bir dalkavuk ordusu peydah olur. Kralın gücünün her leye yeteceğini, dünyadaki en güçlü insan olduğunu yineler dururlar. Bilge Canute, şahsında krallık makamının bu kadar ilahi bir kata oturtulmasından rahatsızdır. Ve bir gün, tahtının sahilde, dalgaların sınırına konulmasını emreder. Çevresindekilerin meraklı bakışları altında tahtına oturur, elini dalgalara karşı, emreder bir şekilde kaldırır ve haykırır:
"Ey dalgalar, emrediyorum size, durun!"
Dalgalar dinlemez Yüce Canute'u, kumsalı dövmeye devam ederler. Bir yandan da haşmetli kralın ayaklarını ıslatmaktadırlar.
(Seyredenlerin gözlerinin faltaşı gibi açıldığını hayal etmek zor değil)
Bir kez daha bağırır Canute:
"Siz benim egemenliğim altındasınız ve tahtımın üzerinde durduğu tüm bu topraklar bana aittir ve emirlerime itaat etmeyenler cezasız kalmayacaktır. Bu nedenle, sizi yükselerek topraklarımı ve beni ve elbiselerimi ıslatmaktan men ediyorum. Size durmanızı emrediyorum!"
Dalgalar isyan edercesine krallarına, durmazlar. Aksine daha da yükselirler.
Tahtından doğrulur Canute arkasına döner. Kendisini hayretle izleyen tebasına der ki:
"Tüm ahali bilsin ki kralların gücü beyhude ve geçicidir. Ve hiç bir kralın gücü ve kudreti, dünyanın, denizlerin ve cennetin efendisi olan Tanrı'nınkinin yanında kıymetli ve kayda değer değildir."
Ve ardından Canute, afallamış ahalinin önünde tacını çıkartır, bir haçın üstüne çakar.
Canute'un bu efsaneleşen gösterisi, egemenlik kavramı üzerine son derece önemli bir nasihat niteliğindedir. Zira Canute, egemenliğinin kaynağı olarak kendisini değil Tanrı'yı, yani ilahi, kutsal ve tartışılmaz bir makamı adreslemiştir. Bir insan olarak zaafları bulunan kral, hükümran olarak Tanrı'nın elçisi olarak konumlandırır kendini. Gücü ve yetkiyi Tanrı'dan almıştır, Tanrı'nın elçisi, dünya üzerindeki aracıdır.
Canute'un cesur ve bilge bir şekilde altını çizdiği egemenlik kavramını, Prof. Dr. Esat Çam, "Siyaset Bilimine Giriş" adlı kitabında şu şekilde, rafine bir biçimde açıklar:
"Devlette iktidar ögesini ifade etmek için uzun süre egemenlik sözcüğü kullanılmıştır. Oysa egemenlik, iktidar olgusunun normatif anayasa hukuku açısından görünüşüdür. Egemenlik, en üstün aşamada ve düzeyde bulunan, piramidin en üstünde yer alan iktidarı ifade eder. Piramidin diğer kertelerinde yer alan iktidarlar, iktidarlarını bu zirvedeki iktidardan almaktadırlar. Burada söz konusu olan bir topluluk içinde iktidar organlarının hiyerarşisidir. Yönetenler arasında bir hiyerarşi kurulacak kadar örgütlenmiş her topluluk içinde üstün bir iktidar, egemen bir iktidar vardır. Örneğin, belediye zabıta memurunun iktidarı belediye başkanına, belediye başkanının iktidarı, parlamentonun oyladığı yasaya dayanır. Parlamentonun iktidarı Kurucu Meclis tarafından yapılmış Anayasa'dan, Kurucu Meclis iktidarı ise ulustan alır. Ulusun üzerinde, ulusun iktidarını ondan aldığı başka varlık yoktur. Ulusun iktidarı en üstte yer aldığından ve onun üzerinde başka bir iktidar bulunmadığından egemen bir iktidardır ve bunun için ulus egemenliğinden söz edilir."[1]
Egemenlik kavramı, çoğulcu demokrasiler için söz gelimi, salt oy çokluğuna indirgenemeyecek kadar ulvî ve yüce bir anlama sahiptir. Dolayısıyla mutlak çoğunluk, milletin egemenlik hakkının vekili olmayı sağlamaz. Millet, egemenliğini birbirinden farklı şekil ve biçimlerde uygular; seçim bunlardan biridir.
Millet egemenliği o kadar kutsal ve o kadar güçlüdür ki, tek bir tüzel ya da gerçek kişi tarafından temsil edilemeyecek kadar ağırdır. Tam da bu nedenle,
"Türk halkının kayıtsız ve şartsız hâkimiyetine sahip olduğunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir renk ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Ünvanı ister halife ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz."[2]
Özetle "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir".
[1]: "Siyaset Bilimine Giriş", Esat Çam, Der Yayınları, İstanbul 1999
[2]: "Nutuk (1919-1927) Bugünkü Dille", Mustafa Kemal Atatürk; Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder