Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, ekonomik büyüme için inovasyonu kullanmaya odaklanarak küresel teknolojik alanda dinamik bir oyuncu olma iddiasına sahip. Bu doğrultuda, 10’uncu ve 11’inci Kalkınma Planlarında görüldüğü üzere özellikle teknoloji alanında kalkınma önceliklerinde önemli bir değişim gerçekleşti: Stratejik odak bilgi üretiminden ticarileşmeye kaydı.
Teknolojik ilerlemelere olan artan yatırımıyla Türkiye, uluslararası arenada rekabetçi bir güç olarak kendini konumlandırmayı hedeflemekte. Bu hedef doğrultusunda kamunun ana stratejisi, fikrî sermayeyi somut ekonomik kazanımlara dönüştürme çabası ekseninde şekillenmiş durumda. Ticarileşme (ya da ürünleşme), sürdürülebilir kalkınma ve küresel rekabet gücünün artırılması için önemli bir itici güç olarak ele alınıyor.
Ülke bu dönüşüm aşamasında ilerlerken, bilgi ile ticari fırsatlardan yararlanma arasındaki denge, Türkiye'nin teknolojik olarak gelişmiş ve ekonomik olarak canlı bir geleceğe doğru gidişatını şekillendirmede önemli hale geliyor.
Erdil ve Akçomak'ın (2021) raporunun da vurguladığı gibi, Türkiye bilim, teknoloji ve inovasyon (BTİ) politika yapımında altı ana konuya odaklanmış bulunuyor:
• Sektör-odaklılık yerine teknoloji-odaklılık,
• Yerli ve milli teknoloji üretimi,
• Bilgi yaratmadan ziyade ticarileştirmenin ön planda olması,
• Yüksek teknoloji, yüksek katma değerli ürünlerin önceliklendirilmesi,
• Dijital dönüşüm
• Ortak yaratım
Altı eğilimden, odak noktasının bilgi yaratımından ticarileştirmeye kayması, neoklasik ve evrimsel ekonomi okullarının BTİ politika yapımındaki rolü hakkında ebedi ve ezeli bir tartışmaya değindiği için özel ilgiyi hak ediyor. Bu değişimin ana nedenlerine girmeden önce, bilginin ticarileştirilmesiyle ilgili politika yapım yönünü genişleteceğim.
Ticarileştirme veya bilgi yaratımı: Öncelikler
Ticarileştirme, mevcut bilgiyi ürün ve hizmetler gibi ticari varlıklara dönüştürme süreci olarak tanımlanabilir. Ticarileştirmenin birincil amacı ekonomik kalkınmayı sağlamaktır. Ticarileştirmenin tanımından hareketle, üniversiteler ve akademik kurumlar, araştırma faaliyetleri, kuluçka mekanizmalarının kurulması ile yüksek teknoloji projeleri için girişimci altyapısının oluşturulmasının kritik önemde olduğunu söyleyebiliriz.
Ticarileştirmenin kullanımı, bilgiyi üniversitelerden endüstriye aktarmak, ekonomik büyümeye, sürdürülebilirliğe, gelir ve istihdam yaratmaya ve yeni işletmelerin kurulmasına katkıda bulunmak için etkili bir yaklaşım görevi görür. Aynı zamanda, üniversite kuluçka merkezleri, teknoloji transfer ofisleri (TTO'lar) ve teknoloji parkları, başarılı ticarileştirme için etkili araçlar olarak hizmet eder. Bununla birlikte, bu kuruluşlar yüksek kaliteli insan kaynağının yanı sıra altyapıya sürdürülebilir ve önemli miktarda yatırım gerektirirler.
Aşağıdaki üç faktör, siyasi öncelikler ve ekonomik zorlukları ele almanın tercih edilen yolları nedeniyle ticarileşmeye odaklanmada öne çıkan faktörler olarak belirtilebilir.
i. Ekonomik büyüme: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2018'de belirttiği gibi, Türkiye 2023'te gayri safi yurtiçi hasılada (GSYİH) 2 trilyon dolar ve dış ticaret hacminde 1 trilyon dolar hedeflemişti (Daily Sabah, 2018). Bu hedefler ayrıca Türkiye'nin G20 ülkesi statüsünü güçlendireceği ve orada ilk 10'da yer alma olasılığı anlamına geliyordu. Türkiye'nin GSYİH'si 2017'de yaklaşık 860 milyar dolardı; bu da Türkiye'nin 2023 hedeflerine ulaşmak için ekonomik çıktısını iki katından fazla artırması gerektiği, daha sofistike, yüksek teknolojili ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi, üretilmesi ve ihraç edilmesi gerektiği anlamına geliyordu.
Yaklaşık beş yıllık bir süre içinde yüksek teknoloji odaklı bir ekonominin kurulması değilse bile genişlemesi, esas olarak bilgi yaratma süreçlerinde yer alan riskler ve belirsizlikler nedeniyle bilgi yaratmaya vurgu yapmayı doğal olarak devre dışı bırakır. Burada en belirgin risk, üretilen bilginin mutlaka inovasyona dönüşmeyebileceğinden emin olamamamızdır. Ar-Ge faaliyetleri doğası gereği riskler içerir ve maliyetli ve zaman alıcıdır. Bir Ar-Ge faaliyetinin sonucu ticarileştirilemeyebilir veya ticari bir varlık haline gelmek için daha fazla yatırım gerektirebilir. Öte yandan ürün odaklı bir yaklaşım, nispeten kısa bir zaman diliminde daha sağlam sonuçlar sunar. Bu tercih, 10. Kalkınma Planı'nın Ticarileştirme Programı'nın ana hedeflerinde kendini göstermişti: Planda Bölüm 1.11'de belirtildiği gibi, teknolojik ürün sayısını artırmaya ve üretim ve ihracat için öncelikli alanların payını artırmaya özel vurgu yapılmıştı.
Erdil ve Akçomak'ın (2021) belirttiği gibi, 11. Kalkınma Planı ticarileştirme potansiyeli olan Ar-Ge faaliyetlerine öncelik vermektedir. Bu, hükümetin temel bilimler yerine uygulamalı bilimler ve teknoloji geliştirmeye daha fazla odaklandığı anlamına gelir. Bu, hükümetin ticarileştirme için yüksek teknolojiyi geliştirerek veya benimseyerek ekonomik büyüme yaratmaya öncelik verdiğini bir kez daha vurgulamaktadır.
ii. İstihdam: Üniversite kuluçka merkezlerinin kurulması, teknoloji girişimleri için teşvikler ve ürün tabanlı destek programları iş yaratmayı teşvik edebilir. Yüksek teknoloji ürünlerinin geliştirilmesi, üretimi ve sürdürülmesi, yeni işletmeler ve sektörlerin genişlemesi yoluyla tedarik zincirinin kurulmasının yanı sıra yetenekli iş gücü gerektirir. İşsizlik oranındaki düşüş, ekonomik büyümenin iyi bir göstergesi olduğu kadar politik mesaj için de güçlü bir araçtır. Ayrıca, hükümetin 10. Kalkınma Planı kapsamında nitelikli araştırmacı sayısını artırmayı ve özel sektördeki istihdamlarını artırmayı planladığı da belirtilmelidir; bu, istihdamdaki artışa vurgu yapan bir diğer göstergedir.
iii. Yeni işletmelerin kurulması: Jamil ve diğerlerinin (2015) belirttiği gibi, üniversite kuluçka merkezleri ve teknoloji parkları bilginin ticarileştirilmesinde temel aktörlerdir. Bu husus, araştırma, kuluçka, hızlandırıcı, teknoloji ve inovasyon merkezlerinin sayısını artırma ve teknoloji transfer arayüzlerini artırma amacı gibi 10. Kalkınma Planı'nın hedef setinde de belirgindir. Üniversiteler ile sanayi arasındaki artan etkileşim, yeni kurulan şirketlerin sayısının artması ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ'ler) gelişmesiyle sektörlerin genişlemesini teşvik eder. KOBİ'ler, savunma ve havacılık gibi yüksek teknoloji sektörlerinin omurgası olarak düşünülebilir.
Savunma ve havacılık sektörü örneği
Mayıs 2004'te, Türk savunmasının üst düzey karar organı olan Savunma Sanayii İcra Komitesi (SSİK), bir dizi kritik karar aldı. Bunlar arasında ana muharebe tankı, taarruz helikopteri ve insansız hava araçları için hazır tedarik programlarının iptali ve bu alanlarda ulusal savunma sanayiinin azami seviyede kullanımı ile özgün geliştirme projelerinin başlatılması yer alıyordu. ATAK taarruz helikopteri, Anka insansız hava aracı ve Milli Gemi (MİLGEM) savaş gemisi projesi bu kararların sonuçlarıdır.
Bahsedilen üç projenin tasarım ve uluslararası iş birliği açısından farklı özellikleri vardır: Anka, birkaç yabancı alt sistem, bileşen ve teknolojiyi bünyesinde barındıran tamamen yerli bir tasarımdır. ATAK projesi, mevcut bir helikopter gövdesinin mevcut, yerli silah sistemleri ve elektroniklerle modifiye edilmesini kapsamaktadır. MİLGEM korveti, tüm mühendislik çalışmaları ve testleri yerel olarak yapılmış yerli bir tasarımdır, ancak gemi silahlar, tahrik sistemi ve elektronikler gibi bazı kritik alt sistemleri yurtdışından temin edilmiştir.
Bu platformlar on ila 15 yıllık bir süreç zarfında hizmete girmiştir. Bu arada, bu platformlarda kullanılan yabancı bileşenlerin yerlileştirilmeleri için çok sayıda proje başlatılmıştır: Söz gelimi ASELSAN, MİLGEM’de kullanılana benzer bir radar geliştirmiştir. Yine ASELSAN, Anka insansız hava aracında kullanılan yabancı olanı değiştirmek için bir elektro-optik kamera sistemi geliştirmiştir. Özetle, önce platform seviyesi programlar başlatılmış, ardından alt sistem, bileşen ve teknolojilerde millileşmeye gidilmiştir.
Bu "yukarıdan aşağıya" yaklaşım, Türkiye'de savunma ve havacılık sektörünün büyümesinde hızlı sonuçlar yaratmıştır. Sektörün toplam cirosu 2002'de 1,062 milyar dolardan 2023’te 15,071 milyar dolara yükseldi ve aynı zaman diliminde toplam çalışan sayısı 15 binden 90 binin üzerine çıktı. Platformları devreye aldıktan ve bunları ihracat yoluyla ticarileştirdikten sonra hükümet, kritik alt sistemlerin ve ardından bunları üretmek için kullanılan kritik teknolojinin yerli olarak geliştirilmesi için programlar başlattı. Bu projeler, tedarikçilerden oluşan bir ekosistemi genişletmek ve üniversite-sanayi iş birliğini artırmak için kullanıldı. Bu arada, bu ürünler ve dahil edilen sektörel gelişmeler, iktidar partisinin ve yetkililerinin söylemlerinde görüldüğü gibi son derece yararlı siyasi unsurlar oldu.
Devletin Türk savunma ve havacılık endüstrisindeki rolü, Mazzucato'nun "girişimci devlet" teriminin bir kanıtı olarak görülebilir. Mazzucato, devletin ekonomik büyüme için piyasayı şekillendirerek risk alma ve yenilikçilik faaliyetlerinde aktif olarak yer alması gerektiği fikrini ortaya koymaktadır. Dahası, Mazzucato devletin yalnızca piyasa başarısızlıkları için riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda bunların yapılarını oluşturması ve şekillendirmesi gerektiğini iddia etmektedir. Mazzucato, hükümetlerin endüstrileri dönüştürme ve yeni pazarlar yaratma potansiyeline sahip yüksek riskli, yüksek getirili projelere yatırım yapması gerektiğini ileri sürmektedir (Mazzucato, 2011).
Hükümetin bu başarıyı büyük ölçekli ekonomik büyüme elde etmek için diğer sektörlere yaymayı planladığı iddia edilebilir. Bu başarılabilir mi? Oldukça olası. Sürdürülebilir mi? Bir dizi yenilikçi ve sağlam yönteme, yaklaşıma ve politika oluşturma planına bağlıdır.
Sonuç
Türkiye'de devletin bilgi üretme yerine ticarileştirmeye öncelik verme yönündeki öncelik değişiminin arkasında bazı stratejik etkenler yatıyor olabilir. Birinci olarak, sınırlı bir zaman diliminde küresel ölçekte ekonomik büyümeyi ve rekabet gücünü artırma isteği olabilir. Hükümet, ticarileştirmeye odaklanarak mevcut bilgi ve araştırmayı, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunabilecek somut ürün ve hizmetlere hızla dönüştürmeyi amaçlayabilir. Bu yaklaşım, yeniliklerin potansiyelinden yararlanmanın ve bunları pazarlanabilir varlıklara dönüştürmenin, yerli ve yabancı yatırımları çekmenin ve daha sağlam bir iş ortamı yaratmanın bir yolu olarak görülebilir.
İkinci olarak, devletin dışa bağımlılığı asgari seviyeye çekme stratejisini sayabiliriz. Devlet, bilginin ticari olarak uygulanabilir ürünlere dönüştürülmesine öncelik vererek, yabancı teknolojilere ve ürünlere olan bağımlılığı azaltmayı hedefleyebilir. Bu, ülkenin ekonomik dayanım kapasitesini artırabilir ve küresel piyasa dalgalanmalarına karşı kırılganlıkları azaltabilir. Ek olarak, ticarileştirmeye vurgu, hükümetin istihdam ve ekonomik kalkınma yaratma hedefleriyle uyumlu olabilir, zira başarılı ticari girişimler iş piyasalarını canlandırma ve ülkenin genel refahına katkıda bulunma potansiyeline sahiptir.
İstihdam yaratma ve sektörel genişleme, bu tercih değişimindeki diğer iki ana itici faktör olabilir. Üniversite-sanayi işbirliğinin artması ve yeni kurulan şirketlerin ve KOBİ'lerin sayısının artmasıyla istihdam artabilir ve bu da yalnızca ekonomik değil aynı zamanda politik sonuçlar da üretebilir. Bu sonuncusu, ticarileştirme odaklı BTİ politikalarına geçişin arkasındaki ana etken olmasa da tartışmasız en önemli hususlardan biridir.
Ancak, bilgi üretiminden ticarileştirmeye odaklanmanın bu şekilde değişmesi, zorlukları ve potansiyel dezavantajları da beraberinde getirmektedir. Ticarileştirmeye aşırı önem atfedilmesi, kısa vadeli ekonomik kazanımlara odaklanılmasına ve araştırma ve geliştirmeye yönelik uzun vadeli yatırımların ihmal edilmesine yol açabilir. Bu, Türkiye'nin teknolojik ilerlemeler ve yeniliklerin ön saflarında kalma yeteneğini engelleyebilir. Ayrıca, ticari uygulamalara kısa sürede dönüşmeyebilecek ancak gelecekteki teknolojik veya endüstriyel sıçramalar için temel oluşturabilecek temel araştırmaları ihmal etme riski de bulunmaktadır.
Uzun vadede dinamik ve dayanım gücü yükek bir ekonomi için bilgi yaratma ve ticarileştirme arasında bir denge kurmak çok önemlidir. Hükümet, politikalarının inovasyonu ve araştırmayı teşvik ederken, bu bilgiyi başarılı ticari girişimlere dönüştürmeye elverişli bir ortam yaratmasını sağlamalıdır.
Türkiye için kısa vadeli kazanımlar ile uzun vadeli sürdürülebilirlik arasında bir denge sağlamak her zaman bir zorluk olmuştur. Görünüşe göre bugün de durum böyledir.
Kaynakça
Camagni, R., & Capello, R. (2009). Knowledge-Based Economy and Knowledge Creation: The Role of Space. Growth and Innovation of Competitive Regions (pp. 145–165). Springer, Berlin, Heidelberg. https://doi.org/10.1007/978-3-540-70924-4_7
Jami̇l, F., Ismai̇l, K., & Mahmood, N. (2015). A Review of Commercialization Tools: University Incubators and Technology Parks. International Journal of Economics and Financial Issues, 5(1), Article 1.
Mazzucato, M. (2011). The entrepreneurial state. Lawrence and Wishart. https://doi.org/10.3898/136266211798411183
Nelson, R. R., & Winter, S. G. (1974). Neoclassical vs. Evolutionary Theories of Economic Growth: Critique and Prospectus. The Economic Journal, 84(336), 886–905. https://doi.org/10.2307/2230572
Turkey eyes $1 trillion in foreign trade, $2 trillion in GDP. (23.04.2018). Daily Sabah. https://www.dailysabah.com/economy/2018/04/23/turkey-eyes-1-trillion-in-foreign-trade-2-trillion-in-gdp
Ticarileştirme, mevcut bilgiyi ürün ve hizmetler gibi ticari varlıklara dönüştürme süreci olarak tanımlanabilir. Ticarileştirmenin birincil amacı ekonomik kalkınmayı sağlamaktır. Ticarileştirmenin tanımından hareketle, üniversiteler ve akademik kurumlar, araştırma faaliyetleri, kuluçka mekanizmalarının kurulması ile yüksek teknoloji projeleri için girişimci altyapısının oluşturulmasının kritik önemde olduğunu söyleyebiliriz.
Ticarileştirmenin kullanımı, bilgiyi üniversitelerden endüstriye aktarmak, ekonomik büyümeye, sürdürülebilirliğe, gelir ve istihdam yaratmaya ve yeni işletmelerin kurulmasına katkıda bulunmak için etkili bir yaklaşım görevi görür. Aynı zamanda, üniversite kuluçka merkezleri, teknoloji transfer ofisleri (TTO'lar) ve teknoloji parkları, başarılı ticarileştirme için etkili araçlar olarak hizmet eder. Bununla birlikte, bu kuruluşlar yüksek kaliteli insan kaynağının yanı sıra altyapıya sürdürülebilir ve önemli miktarda yatırım gerektirirler.
Aşağıdaki üç faktör, siyasi öncelikler ve ekonomik zorlukları ele almanın tercih edilen yolları nedeniyle ticarileşmeye odaklanmada öne çıkan faktörler olarak belirtilebilir.
i. Ekonomik büyüme: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2018'de belirttiği gibi, Türkiye 2023'te gayri safi yurtiçi hasılada (GSYİH) 2 trilyon dolar ve dış ticaret hacminde 1 trilyon dolar hedeflemişti (Daily Sabah, 2018). Bu hedefler ayrıca Türkiye'nin G20 ülkesi statüsünü güçlendireceği ve orada ilk 10'da yer alma olasılığı anlamına geliyordu. Türkiye'nin GSYİH'si 2017'de yaklaşık 860 milyar dolardı; bu da Türkiye'nin 2023 hedeflerine ulaşmak için ekonomik çıktısını iki katından fazla artırması gerektiği, daha sofistike, yüksek teknolojili ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi, üretilmesi ve ihraç edilmesi gerektiği anlamına geliyordu.
Yaklaşık beş yıllık bir süre içinde yüksek teknoloji odaklı bir ekonominin kurulması değilse bile genişlemesi, esas olarak bilgi yaratma süreçlerinde yer alan riskler ve belirsizlikler nedeniyle bilgi yaratmaya vurgu yapmayı doğal olarak devre dışı bırakır. Burada en belirgin risk, üretilen bilginin mutlaka inovasyona dönüşmeyebileceğinden emin olamamamızdır. Ar-Ge faaliyetleri doğası gereği riskler içerir ve maliyetli ve zaman alıcıdır. Bir Ar-Ge faaliyetinin sonucu ticarileştirilemeyebilir veya ticari bir varlık haline gelmek için daha fazla yatırım gerektirebilir. Öte yandan ürün odaklı bir yaklaşım, nispeten kısa bir zaman diliminde daha sağlam sonuçlar sunar. Bu tercih, 10. Kalkınma Planı'nın Ticarileştirme Programı'nın ana hedeflerinde kendini göstermişti: Planda Bölüm 1.11'de belirtildiği gibi, teknolojik ürün sayısını artırmaya ve üretim ve ihracat için öncelikli alanların payını artırmaya özel vurgu yapılmıştı.
Erdil ve Akçomak'ın (2021) belirttiği gibi, 11. Kalkınma Planı ticarileştirme potansiyeli olan Ar-Ge faaliyetlerine öncelik vermektedir. Bu, hükümetin temel bilimler yerine uygulamalı bilimler ve teknoloji geliştirmeye daha fazla odaklandığı anlamına gelir. Bu, hükümetin ticarileştirme için yüksek teknolojiyi geliştirerek veya benimseyerek ekonomik büyüme yaratmaya öncelik verdiğini bir kez daha vurgulamaktadır.
ii. İstihdam: Üniversite kuluçka merkezlerinin kurulması, teknoloji girişimleri için teşvikler ve ürün tabanlı destek programları iş yaratmayı teşvik edebilir. Yüksek teknoloji ürünlerinin geliştirilmesi, üretimi ve sürdürülmesi, yeni işletmeler ve sektörlerin genişlemesi yoluyla tedarik zincirinin kurulmasının yanı sıra yetenekli iş gücü gerektirir. İşsizlik oranındaki düşüş, ekonomik büyümenin iyi bir göstergesi olduğu kadar politik mesaj için de güçlü bir araçtır. Ayrıca, hükümetin 10. Kalkınma Planı kapsamında nitelikli araştırmacı sayısını artırmayı ve özel sektördeki istihdamlarını artırmayı planladığı da belirtilmelidir; bu, istihdamdaki artışa vurgu yapan bir diğer göstergedir.
iii. Yeni işletmelerin kurulması: Jamil ve diğerlerinin (2015) belirttiği gibi, üniversite kuluçka merkezleri ve teknoloji parkları bilginin ticarileştirilmesinde temel aktörlerdir. Bu husus, araştırma, kuluçka, hızlandırıcı, teknoloji ve inovasyon merkezlerinin sayısını artırma ve teknoloji transfer arayüzlerini artırma amacı gibi 10. Kalkınma Planı'nın hedef setinde de belirgindir. Üniversiteler ile sanayi arasındaki artan etkileşim, yeni kurulan şirketlerin sayısının artması ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ'ler) gelişmesiyle sektörlerin genişlemesini teşvik eder. KOBİ'ler, savunma ve havacılık gibi yüksek teknoloji sektörlerinin omurgası olarak düşünülebilir.
Savunma ve havacılık sektörü örneği
Mayıs 2004'te, Türk savunmasının üst düzey karar organı olan Savunma Sanayii İcra Komitesi (SSİK), bir dizi kritik karar aldı. Bunlar arasında ana muharebe tankı, taarruz helikopteri ve insansız hava araçları için hazır tedarik programlarının iptali ve bu alanlarda ulusal savunma sanayiinin azami seviyede kullanımı ile özgün geliştirme projelerinin başlatılması yer alıyordu. ATAK taarruz helikopteri, Anka insansız hava aracı ve Milli Gemi (MİLGEM) savaş gemisi projesi bu kararların sonuçlarıdır.
Bahsedilen üç projenin tasarım ve uluslararası iş birliği açısından farklı özellikleri vardır: Anka, birkaç yabancı alt sistem, bileşen ve teknolojiyi bünyesinde barındıran tamamen yerli bir tasarımdır. ATAK projesi, mevcut bir helikopter gövdesinin mevcut, yerli silah sistemleri ve elektroniklerle modifiye edilmesini kapsamaktadır. MİLGEM korveti, tüm mühendislik çalışmaları ve testleri yerel olarak yapılmış yerli bir tasarımdır, ancak gemi silahlar, tahrik sistemi ve elektronikler gibi bazı kritik alt sistemleri yurtdışından temin edilmiştir.
Bu platformlar on ila 15 yıllık bir süreç zarfında hizmete girmiştir. Bu arada, bu platformlarda kullanılan yabancı bileşenlerin yerlileştirilmeleri için çok sayıda proje başlatılmıştır: Söz gelimi ASELSAN, MİLGEM’de kullanılana benzer bir radar geliştirmiştir. Yine ASELSAN, Anka insansız hava aracında kullanılan yabancı olanı değiştirmek için bir elektro-optik kamera sistemi geliştirmiştir. Özetle, önce platform seviyesi programlar başlatılmış, ardından alt sistem, bileşen ve teknolojilerde millileşmeye gidilmiştir.
Bu "yukarıdan aşağıya" yaklaşım, Türkiye'de savunma ve havacılık sektörünün büyümesinde hızlı sonuçlar yaratmıştır. Sektörün toplam cirosu 2002'de 1,062 milyar dolardan 2023’te 15,071 milyar dolara yükseldi ve aynı zaman diliminde toplam çalışan sayısı 15 binden 90 binin üzerine çıktı. Platformları devreye aldıktan ve bunları ihracat yoluyla ticarileştirdikten sonra hükümet, kritik alt sistemlerin ve ardından bunları üretmek için kullanılan kritik teknolojinin yerli olarak geliştirilmesi için programlar başlattı. Bu projeler, tedarikçilerden oluşan bir ekosistemi genişletmek ve üniversite-sanayi iş birliğini artırmak için kullanıldı. Bu arada, bu ürünler ve dahil edilen sektörel gelişmeler, iktidar partisinin ve yetkililerinin söylemlerinde görüldüğü gibi son derece yararlı siyasi unsurlar oldu.
Devletin Türk savunma ve havacılık endüstrisindeki rolü, Mazzucato'nun "girişimci devlet" teriminin bir kanıtı olarak görülebilir. Mazzucato, devletin ekonomik büyüme için piyasayı şekillendirerek risk alma ve yenilikçilik faaliyetlerinde aktif olarak yer alması gerektiği fikrini ortaya koymaktadır. Dahası, Mazzucato devletin yalnızca piyasa başarısızlıkları için riskleri azaltmakla kalmayıp aynı zamanda bunların yapılarını oluşturması ve şekillendirmesi gerektiğini iddia etmektedir. Mazzucato, hükümetlerin endüstrileri dönüştürme ve yeni pazarlar yaratma potansiyeline sahip yüksek riskli, yüksek getirili projelere yatırım yapması gerektiğini ileri sürmektedir (Mazzucato, 2011).
Hükümetin bu başarıyı büyük ölçekli ekonomik büyüme elde etmek için diğer sektörlere yaymayı planladığı iddia edilebilir. Bu başarılabilir mi? Oldukça olası. Sürdürülebilir mi? Bir dizi yenilikçi ve sağlam yönteme, yaklaşıma ve politika oluşturma planına bağlıdır.
Sonuç
Türkiye'de devletin bilgi üretme yerine ticarileştirmeye öncelik verme yönündeki öncelik değişiminin arkasında bazı stratejik etkenler yatıyor olabilir. Birinci olarak, sınırlı bir zaman diliminde küresel ölçekte ekonomik büyümeyi ve rekabet gücünü artırma isteği olabilir. Hükümet, ticarileştirmeye odaklanarak mevcut bilgi ve araştırmayı, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunabilecek somut ürün ve hizmetlere hızla dönüştürmeyi amaçlayabilir. Bu yaklaşım, yeniliklerin potansiyelinden yararlanmanın ve bunları pazarlanabilir varlıklara dönüştürmenin, yerli ve yabancı yatırımları çekmenin ve daha sağlam bir iş ortamı yaratmanın bir yolu olarak görülebilir.
İkinci olarak, devletin dışa bağımlılığı asgari seviyeye çekme stratejisini sayabiliriz. Devlet, bilginin ticari olarak uygulanabilir ürünlere dönüştürülmesine öncelik vererek, yabancı teknolojilere ve ürünlere olan bağımlılığı azaltmayı hedefleyebilir. Bu, ülkenin ekonomik dayanım kapasitesini artırabilir ve küresel piyasa dalgalanmalarına karşı kırılganlıkları azaltabilir. Ek olarak, ticarileştirmeye vurgu, hükümetin istihdam ve ekonomik kalkınma yaratma hedefleriyle uyumlu olabilir, zira başarılı ticari girişimler iş piyasalarını canlandırma ve ülkenin genel refahına katkıda bulunma potansiyeline sahiptir.
İstihdam yaratma ve sektörel genişleme, bu tercih değişimindeki diğer iki ana itici faktör olabilir. Üniversite-sanayi işbirliğinin artması ve yeni kurulan şirketlerin ve KOBİ'lerin sayısının artmasıyla istihdam artabilir ve bu da yalnızca ekonomik değil aynı zamanda politik sonuçlar da üretebilir. Bu sonuncusu, ticarileştirme odaklı BTİ politikalarına geçişin arkasındaki ana etken olmasa da tartışmasız en önemli hususlardan biridir.
Ancak, bilgi üretiminden ticarileştirmeye odaklanmanın bu şekilde değişmesi, zorlukları ve potansiyel dezavantajları da beraberinde getirmektedir. Ticarileştirmeye aşırı önem atfedilmesi, kısa vadeli ekonomik kazanımlara odaklanılmasına ve araştırma ve geliştirmeye yönelik uzun vadeli yatırımların ihmal edilmesine yol açabilir. Bu, Türkiye'nin teknolojik ilerlemeler ve yeniliklerin ön saflarında kalma yeteneğini engelleyebilir. Ayrıca, ticari uygulamalara kısa sürede dönüşmeyebilecek ancak gelecekteki teknolojik veya endüstriyel sıçramalar için temel oluşturabilecek temel araştırmaları ihmal etme riski de bulunmaktadır.
Uzun vadede dinamik ve dayanım gücü yükek bir ekonomi için bilgi yaratma ve ticarileştirme arasında bir denge kurmak çok önemlidir. Hükümet, politikalarının inovasyonu ve araştırmayı teşvik ederken, bu bilgiyi başarılı ticari girişimlere dönüştürmeye elverişli bir ortam yaratmasını sağlamalıdır.
Türkiye için kısa vadeli kazanımlar ile uzun vadeli sürdürülebilirlik arasında bir denge sağlamak her zaman bir zorluk olmuştur. Görünüşe göre bugün de durum böyledir.
Kaynakça
Camagni, R., & Capello, R. (2009). Knowledge-Based Economy and Knowledge Creation: The Role of Space. Growth and Innovation of Competitive Regions (pp. 145–165). Springer, Berlin, Heidelberg. https://doi.org/10.1007/978-3-540-70924-4_7
Erdil, E., & Akçomak, İ. S. (2021). Research and Innovation Outlook of Turkey, RIOT 2020.
Jami̇l, F., Ismai̇l, K., & Mahmood, N. (2015). A Review of Commercialization Tools: University Incubators and Technology Parks. International Journal of Economics and Financial Issues, 5(1), Article 1.
Mazzucato, M. (2011). The entrepreneurial state. Lawrence and Wishart. https://doi.org/10.3898/136266211798411183
Nelson, R. R., & Winter, S. G. (1974). Neoclassical vs. Evolutionary Theories of Economic Growth: Critique and Prospectus. The Economic Journal, 84(336), 886–905. https://doi.org/10.2307/2230572
Turkey eyes $1 trillion in foreign trade, $2 trillion in GDP. (23.04.2018). Daily Sabah. https://www.dailysabah.com/economy/2018/04/23/turkey-eyes-1-trillion-in-foreign-trade-2-trillion-in-gdp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder