23/10/2024

Teknolojiyi İtmek mi Ürünü Çekmek mi?

Teknoloji yönetimini ve teknolojik gelişmelerin istikametini arz - talep dengesi bakımından ele alınca iki ana mekanizma ile karşılaşıyoruz. Bunlardan biri "teknoloji itme modeli" (technology push), diğeri ise "piyasa çekme modeli" (market pull).

Teknoloji itme modeli, temel araştırma geliştirme (ArGe) faaliyetleri ile başlayan, akabinde tasarım ve mühendislik ve en nihayetinde test ve üretim ile kullanıcıya ürünün sunulmasını içeren bir süreç. Burada teknolojiyi, ürünü ve o ürünün kullanım konseptinin belirlenmesinde ana aktörler, sektör (şirketler) ve araştırma kurumlarıdır. Sürecin işletilmesinde piyasadan ya da müşteriden geri besleme alınmakla birlikte, geliştirme ve yenilik için ana itici güç, ana motivasyon müşterinin ihtiyaçları değil. Bu modelde genellikle yenilikçilik, teknolojik potansiyelin sınırlarını zorlamak ve yeni bir değer yaratma hedefiyle ilerler. Bu da, pazarda henüz talebi olmayan ancak potansiyel olarak talep oluşturabilecek ürünlerin geliştirilmesine yol açar. Örneğin, yarı iletken teknolojilerinin ya da lazer sistemlerinin ilk yıllarında bu yaklaşımın etkisi belirgindi.

Piyasa çekme modelinde ise kullanıcı ya da müşteri mevcut ürün ya da teknolojiden memnun değildir; ihtiyaçları değişmiştir ya da yeni bir ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Bu durumda üretici ve araştırmacılardan yeni ürün ya da hizmet talebi oluşur, bunlar da bu ihtiyaca yanıt vermek için ArGe ve yenilik süreçlerini çalıştırırlar. Piyasa çekme modelinin odak noktası, müşteri ihtiyaçlarıdır ve bu ihtiyaçların karşılanması sürecinde, müşteri geri bildirimleri kritik bir rol oynar. Bu model, genellikle rekabetçi pazarlarda daha yaygın olarak gözlemlenir, çünkü burada tüketicinin taleplerine hızlı ve doğru bir şekilde yanıt vermek, pazar payını artırmak açısından hayati önemdedir. Örneğin, akıllı telefon sektöründe kullanıcıların günlük hayatlarındaki ihtiyaçlarına yanıt verecek özelliklerin hızla geliştirilmesi, bu modele iyi bir örnek teşkil eder.

Bu teknoloji yönetimi çerçevesini savunma sanayiine uyarlayacak olursak, sistemin bir ucunda "çekiş mekanizması", yani son kullanıcı olarak silahlı kuvvetler, diğer ucunda da "itiş mekanizması" olarak savunma endüstrisi yer alır. Savunma ve güvenlik teknolojilerine yönelik ArGe yürüten kuruluşları da endüstrinin parçası olarak ele almak gerekir. Savunma sanayiinde, teknoloji itme ve piyasa çekme modellerinin harmanlanması sıklıkla gözlemlenir. Ancak bu süreçler, savunma sanayiinin doğasından kaynaklanan farklı dinamiklerle şekillenir.

Son kullanıcının ihtiyaçlarını belirleyen ana etkenler olarak süren ve öngörülen harekâtlar, tehdit algılaması ve öngörüsü ile bunlar doğrultusunda şekillenen harekât konseptleri sayılabilir. Ancak belki de en önemli etken, ihtiyacın hangi koşullar altında ortaya çıktığıdır: Barış, kriz ve çatışma (savaş/harekât) süreçleri, ihtiyacın nitelik ve aciliyetini doğrudan etkiler. Bu bağlamda, barış dönemlerinde uzun vadeli stratejik ihtiyaçlar öncelik kazanırken, kriz ve çatışma dönemlerinde ise kısa vadeli ve operasyonel ihtiyaçlar öne çıkar.

Devam eden savaş ve çatışmalar, bölgesel krizler ve uluslararası sistemin dokusunun zayıflaması, güvenlik politikalarını ön plana çıkardı. Algılanan güvenlik tehditlerinin yoğunlaşması da ülkeleri ve orduları, kapıdaki savaşa ve çatışmalara hazırlanmaya sevk etti. Bu tür bir ortamda, savunma sanayiinin dinamikleri hızlı bir şekilde değişir ve adaptasyon yeteneği kritik bir önem kazanır. Özellikle silahlı kuvvetlerin, değişen tehditlere zamanında yanıt verebilmesi için esnek ve yenilikçi çözümler geliştirilmesi gerekir.

Böyle bir ortamda sektörün, denenmeleri ve ürün haline gelmeleri vakit ve bütçe gerektirecek yenilikçi teknolojiler, konseptler sunması değil, son kullanıcıların acil ihtiyaçlarını karşılaması gereksinimi doğar. Bu ihtiyaçlar, genellikle mevcut teknolojilerin uyarlanması, yeniden konfigüre edilmesi ya da hızlı üretim süreçleri ile karşılanır. Ancak bu durum, uzun vadeli ArGe yatırımlarını tamamen göz ardı etmek anlamına gelmez. Çünkü mevcut sorunları çözmek için geliştirilen geçici çözümler, stratejik üstünlük sağlayacak teknolojik yeniliklerin geliştirilmesine de kapı aralayabilir.

Bu da bizi, adaptasyon yeteneği meselesine getiriyor. Yalnızca sektörün değil, bir bütün olarak askeri endüstriyel kompleksin çok hızlı oluşan ve değişen ihtiyaçlara zamanında ve etkili yanıtlar verebilmek üzere organize olabilmesi meselesi yani. Bu kapsamda, savunma sanayiinin tüm bileşenlerinin, hükümet, akademi ve özel sektör dahil olmak üzere, etkin bir iş birliği ve koordinasyon içinde çalışması gerekiyor. Böylelikle, teknoloji itme ve piyasa çekme modellerinin avantajlarından birlikte faydalanılarak, savunma alanındaki yenilikçilik ve etkinlik artırılabilir.

Hiç yorum yok: