30/06/2024

3. Dünya Savaşı Çıkabilir mi? (Yoksa Zaten Çıktı mı?)

Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik olarak 24 Şubat 2022'de başlattığı istila harekâtının üzerinden yaklaşık 2.5 yıl, HAMAS militanlarının İsrail'e 7 Ekim 2023 tarihli saldırısından sonra İsrail'in Gazze'ye yönelik sistematik soykırım harekâtı başlatmasının üzerinden de yaklaşık sekiz ay geçti. Her iki savaşın da sona ermesine yönelik ufukta bir umut görünmüyor. Tüm bunların üstüne de Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, İsviçre'de yayımlanan haftalık Die Weltwoche dergisine verdiği ve 15 Haziran'da yayımlanan mülakatında üç ya da dört aydan kısa bir süre içinde dünyayı ciddi bir çatışmanın beklediğini belirtmişti. Vucic bu öngörüsünü 24 Haziran günü Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında tekrarlayarak Avrupa ve dünyadaki mevcut durumun ileriki aylarda kızışmasını beklediğini söyledi.

Aynı gün, Habertürk televizyonunda canlı yayında soruları yanıtlayan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu konuyla ilgili olarak sorulan, "Siz Filistin meselesi başladığında 7 Ekim'de onun öncesinde Şubat 2022'de Rusya- Ukrayna savaşı başladığında bu çatışmaların yayılma riskine bölgesel manada dikkat çekmiştiniz. Sırbistan Başkanı Vucic'in de '3-4 ay içinde bölgesel bir savaş bekliyoruz' kabilinden açıklaması oldu. Bir de sizin o meşhur 7 Ekim'in sonrasında 'büyük savaş büyük barış' zihinlere kazınan söyleminiz var. Buradan bakarsak gerçekten bir 3. Dünya Harbi beklentisi de dahil olmak üzere bölgesel küresel bir savaş beklentisi içinde olmalı mı dünya? Bizim bu konudaki hazırlığımız nedir?" şeklindeki soruya şu yanıtı verdi:

"Bence dünya bu senaryoyu ciddiye almalı, bu tehdidi ciddiye almalı. Böyle bir risk var. Bunu biz baştan beri diyoruz."

Tartışma yaratan bu açıklamadan kısa süre sonra, Milli Savunma Bakanlığı tarafından 27 Haziran günü düzenlenen haftalık basın bilgilendirme toplantısında Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 3. Dünya Savaşı ihtimalinin göz ardı edilmemesine dair açıklamalarına yönelik gelen sorulara şunları söyledi:

“Birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi topyekûn bir risk var mı derseniz tabii ki bir ihtimal. Biz MSB olarak savunma ve güvenliğimize yönelik değerlendirmelerimizi yapıyor ve güncellenmesi gereken bütün planlarımızı yeni değerlendirmeler ışığında yapıyoruz. En hazırlıklı ülkelerden biri olduğumuzu da rahatlıkla söyleyebiliriz. TSK zaten dinamik bir ordu. Birçok coğrafyada sürekli faaliyetler icra eden bir ordu. Kendi planlarını, kendi lojistiğini test etmiş onaylatmış bir ordu. Dünyanın birçok noktasında barışı destekleme faaliyetleri de yapıyor. Üçüncü dünya savaşı gibi karanlık bir tabloyu başta ülkemiz olmak üzere kimse istemez, ama Ordumuzun da her türlü senaryoya hazır olduğunu belirtmek gerekir.”

Üst üste gelen bu açıklamalar, arka planda Ukrayna, Gazze savaşları da olunca yoğun tartışmalara neden oldu. Bu, bir süredir dünya çapında da siyaset, ordu ve akademi çevrelerinde de üzerinde düşünülen, tartışılan bir soru: Yeni bir dünya savaşının eşiğinde miyiz?

Belki de 3. Dünya Savaşı çoktan başlamıştır?

Savaş kavramını sistematik şekilde insan öldürmek olarak tanımlamak mümkün. Prof. Dr. Ali L. Karaosmanoğlu'nun "Yirmibirinci Yüzyılda Savaşı Tartışmak: Clausewitz Yeniden" başlıklı makalesinde atıf yaptığı Carl von Clausewitz, savaşı iki farklı şekilde tanımlıyor, "Savaş Üzerine" (vom Kriege) adlı eserinde. Clausewitz'in savaş tanımlarından biri iki, diğeri ise üç temel unsura dayanıyor. Birinci tanım savaşı, "karşıt iradelerin çatıştığı karşılıklı şiddet eylemi" şeklinde. Yani savaş, düşmana kendi irademizi şiddet uygulayarak kabul ettirme eylemidir. Bu doğrultuda düşmanı, irademize karşı çıkamayacak ya da kendi iradesini bize dayatamayacak şekilde silahsızlandırmak, ona zarar vermek gerekir. Buradan da savaşın, karşılıklı şiddet uygulama ve şiddet uygulama tehdidi ile beslenen bir kısır döngü olduğu sonucuna varabiliriz. Clausewitz buna, "mutlak savaş" diyor. Bu tanım, tarihi ve siyasi bağlamlardan ve etkenlerden bağımsız, idealize edilmiş bir niteliktedir. Bunun karşısında ikinci savaş tanımı, "gerçek savaş" olarak tarihi bağlam eklenerek incelenir.

Savaşın tanımı ve türleri, derin bir akademik araştırma sahası. Uygulanan metodolojiler bakımından çok farklı kavramsallaştırmalar geliştirmek mümkün; savaşın yürütüldüğü teknolojiler ve uygulanan yöntemler bakımından farklı türlerde sınıflandırmak da: Siber savaş, son yıllarda popülerleşen hibrid savaş, asimetrik savaş gibi. 

"Dünya Savaşı" Nedir?


Peki dünya savaşı nedir? Genel kabul gören anlayışa göre bugüne kadar iki dünya savaşının gerçekleşmiş olduğunu söyleyebiliriz: Bunlar 1. ve 2. Dünya Savaşı. 1. Dünya Savaşı, 1914 - 1918 yılları arasında gerçekleşti. 2. Dünya Savaşı'nın da Almanya'nın Polonya'yı 1 Eylül 1939 tarihinde işgali ile başladığı; Japonya'nın ateşkes antlaşmasını imzaladığı 15 Ağustos 1945 ya da teslim antlaşmasını imzaladığı 2 Eylül 1945 tarihinde sona erdiği kabul ediliyor. 2. Dünya Savaşı'nın başlangıç tarihi için de farklı görüşler de mevcut, bunlara daha sonra değineceğim.

Bu iki savaşın da, rahatlıkla "dünya savaşı" olarak nitelendirilmelerini sağlayan bazı önemli ortak özellikleri var:

i. Savaşan tarafların nitelikleri: Dünyadaki önde gelen güçlerinin doğrudan savaşıyor olmaları. Burada "önde gelen güç" olarak, savaşan ülkenin askeri, siyasi, ekonomik, nüfus ve sanayi altyapısı gibi unsurlar bakımından rakiplerine göre nitelik ve nicelik bakımından üstün olmasını kastediyoruz. Söz gelimi 1. Dünya Savaşı'nda İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya gibi askeri, siyasi ve ekonomik bakımdan büyük güçlerin savaşıyor olması, gibi. 

ii. Savaşan tarafların sayısı: Her iki dünya savaşında da çok sayıda ülke doğrudan savaşa müdahil oldu. Ancak bu, tek başına ayırt edici bir özellik olmayabilir. Zira söz gelimi 1991 Körfez Savaşı'nda Irak'a karşı ABD'nin önderliğinde kurulan koalisyona çok sayıda ülke katıldı ve bunların çoğu bölgeye asker göndererek fiilen harekâta katıldı. Ancak Körfez Savaşı'nı, diğer unsurlar da göz önüne alındığında bir dünya savaşı olarak nitelendirmek pek mümkün değil. 

iii. Savaştan doğrudan etkilenen insan sayısı: Savaşın doğrudan etkileri nedeniyle hayatlarını kaybeden, yaralanan ve yaşadığı yerden kalıcı veya uzun süreli olarak ayrılmak zorunda kalan insan sayısı. Her iki dünya savaşında da bu gruplardaki asker ve sivil insan sayısı milyonlarla ifade edilmekte. İlaveten, kıtlık, enerji ve hammadde darboğazı, siyasi, ekonomik ve sosyal krizler de eklendiğinde savaştan dolaylı olarak etkilenen insan sayısı, özellikle 2. Dünya Savaşı'nda dünya nüfusunun büyük kısmını kapsıyordu.

Bu noktada, 2. Dünya Savaşı'na katılmamış ancak ordusunu seferber etmiş olan Türkiye'nin, savaş boyunca neredeyse tamamı salgın hastalıklar nedeni ile olmak üzere 28 binden fazla askerinin hayatını kaybetmiş olduğunu eklemek gerek. 

iv. Savaşın kapsadığı coğrafi alan: Savaşan taraflar arasındaki silahlı çatışmaların gerçekleştiği coğrafi bölgenin genişliği önemli bir etken. Örneğin 2. Dünya Savaşı Atlas Okyanusu'ndan Kuzey Afrika'ya, Avrupa'nın tamamından Büyük Okyanus'a küresel ölçekte çok geniş bir alanda cereyan etti. Buna ilaveten, istihbarat operasyonları, psikolojik harp, sabotaj ve suikast gibi nokta operasyonlar, ekonomik ve siyasi faaliyetler de dahil edildiğinde dünyanın belki de Kutuplar hariç tamamı savaş alanı haline geldi.

Bunlar, bir savaşın dünya savaşı olarak nitelendirilmesini sağlayabilecek belli başlı etkenler. Başkaları da eklenebilir. Konunun tarihsel, toplumsal ve teknolojik bağlamına göre kavramsallaştırma yöntemi değişebilir. Bunun sonucunda söz gelimi Napolyon Savaşları, Haçlı Seferleri, 1. ve 2. Pön Savaşları da dünya savaşı olarak ele alınabilir. 

Tanımlama bir yana, savaşın tam olarak ne zaman başladığı ve ne zaman bittiği de yine meselenin ele alınış açısı ve bağlam bakımından değişiklik gösterebilir. 2. Dünya Savaşı'nın başlangıç ve bitiş tarihleri (1 Eylül 1939 ve 2 Eylül 1945) yaygın kabul gören tarihler. Ancak farklı bir bakış açısından söz gelimi 1946 yılında başlayan Birinci Çinhindi Savaşı'nı ya da 1950 yılında başlayan Kore Savaşı'nı, 2. Dünya Savaşı'nın devamı olarak kabul etmek de mümkün. Benzer şekilde bazı tarihçiler tarafından 1931 yılında Japonya'nın Mançurya'yı işgali, 1935 yılında İtalya'nın Etiyopya'yı işgali, 1936 yılında başlayan İspanyol İç Savaşı, 1937 yılında Japonya'nın Çin'i işgali ile başlayan İkinci Çin - Japon Savaşı ile Almanya'nın 1938 yılında Avusturya ve 1939 yılında Çekoslovakya'yı ilhakı gibi gelişmeler, 2. Dünya Savaşı'nın başlangıcı olarak ele alınıyor. 

Dolayısıyla, bir savaşın başlangıç ve bitiş tarihleri ile kapsamı ve hatta tanımı konusunda çok farklı yaklaşım ve açıklamalar geliştirmek mümkün. Ancak "dünya savaşı" kavramı, her ne kadar yukarıdaki etkenlerden dolayı daha esnek olsa da belli bir çerçeve ve bağlam sınırını içinde barındırıyor. Örneğin 1982 yılında gerçekleşen Falkland Savaşı'nı, cereyan ettiği bölge, hasımların sayısı, doğrudan ve dolaylı olarak etkilediği insan sayısı ve diğer etkenlerden dolayı dünya savaşı olarak nitelemek mümkün değil. Arap - İsrail Savaşları'nı da fasılalar halinde 1948 yılından 1982'e kadar sürmüş bir mücadele olarak ele almak mümkün olsa da, her ne kadar neden olduğu Petrol Krizi'nden dolayı, küresel ölçekte dolaylı etkileri olan bir bölgesel savaş olarak tanımlayabiliriz.

Buraya kadarki kavramsal tartışma, "bir çatışmaya hangi durumda dünya savaşı denir?" sorusuna yanıt aramak için değil elbette. Esas amacım, savaşın yalnızca silahlı çatışmanın gerçekleştiği saha ile ele alınamayacağı; doğrudan ve derin biçimde etkilediği insan ve ülke sayısı ile bölgenin genişliğinin en başta göz önüne alınması gereken etkenler olduğudur. Özellikle siber ve elektronik harp teknolojileri ile istihbarî, teknolojik ve ticari operasyonların kapsam ve etkileri bölgesel ve hatta küresel ölçekte olabiliyor. Başka bir deyişle, coğrafi sınırları kısıtlı, bölgesel nitelikte bir silahlı çatışmaya, küresel ölçekte siber, istihbarî, ticari vb harekâtlar eşlik edilebiliyor. Bu da savaşın fiziksel sınırlarını muğlaklaştıran ve aynı zamanda fiilen genişlemesi riskini de artıran bir husus.

Savaşlar Zinciri

Rusya - Ukrayna Savaşı'nın başlangıç tarihini 24 Şubat 2022 olarak da, Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edildiği ve Donbas bölgesinde çatışmaların başladığı 2014 yılı olarak da kabul etmek mümkün. Gelinen noktada, yüzbinlerce ölü ve yaralıya, milyonlarca mülteciye; milyarlarca dolarlık maddi hasara ve yıkıma neden olmuş savaş, hala belli bir coğrafi alanda devam ediyor. Bu alan şimdilik büyük ölçüde Ukrayna'nın doğu ve güney kesimleri ile Karadeniz'in kuzey ve kuzeydoğusu olarak nitelendirilebilir. 

Süreç içinde, özellikle 2022'den bu yana Rusya da Ukrayna da farklı ülkelerden yoğun askeri yardım alıyor; bu yardımlar sadece silah ve mühimmat ile sınırlı değil; derin siyasi ve jeopolitik etkiler de doğuruyorlar. 2014'ten itibaren NATO ülkeleri, özellikle ABD ve İngiltere Ukrayna'ya silah, askeri eğitim ve istihbarat desteği sağlamaya başlamıştı. 24 Şubat 2022'den itibaren desteğin kapsamı nitelik ve nicelik bakımından muazzam bir artış kaydetti; NATO'nun tüm üye ülkeleri değişen kapsam ve içerikte yardım sağlamaya başladı. Karşı tarafta Rusya da, İran ve Kuzey Kore ile askeri işbirliğini hızla derinleştirdi; İran'dan yoğun dron ithalatına başladı ve en son olarak da Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 19 Haziran'da Pyongyang'ı ziyareti sırasında stratejik işbirliği antlaşması imzaladı. Rusya Kuzey Kore'den zaten mühimmat temin etmekteydi. Ayrıntıları açıklanmayan bu son antlaşma ile Kuzey Kore ordusuna mensup istihkam sınıfı askerlerin Donbas bölgesinde görevlendirileceği bildirilmişti. Bu gelişmeye tepki gösteren Güney Kore'nin de Ukrayna'ya askeri yardım konusunda tutumunu değiştirebileceği, silah göndermeye başlayabileceği konuşuluyor. Bu konuyla ilgili Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Güney Kore’nin Ukrayna’ya mühimmat sağlaması halinde "Rusya’nın Güney Kore’nin mevcut yönetimini memnun etmeyecek kararlar alacağınıaçıklamıştı.

Kuzey Kore'nin Rusya'ya yardım için sadece silah ve mühimmat değil aynı zamanda askeri personel de gönderecek olması ve Güney Kore'nin buna karşılık Ukrayna'ya askeri destek sağlamayı gündemine alması, Rusya - Ukrayna Savaşı'nın bir dünya savaşına dönüşmesine yol açabilir. Böyle bir gelime ve neden olabileceği sonuçlar, Kuzey ve Güney Kore arasındaki rekabet ve gerilimin Avrupa'ya transferi anlamına gelebilir. Savaşın Avrupa jeopolitiğine etkisi, Rusya'ya uygulanan yaptırımların siyasi, ekonomik ve endüstriyel etkileri zaten küresel ölçekte etkili olmaya başlamış durumda. Dünyanın iki ucu arasında kurulacak böyle bir habis bağlantı, Asya - Pasifik'te de kriz ve çatışma riskini (daha da) artırıcı etkiye sahip olabilir.

Rusya - Ukrayna Savaşı'nda ateşkes için bile bir umut görünmüyor kısa ya da orta vadede. Savaş her iki tarafın da asker, silah ve ekonomik kaynaklarına muazzam zararlar verdi. Rusya, asker ve malzeme kayıplarını bir şekilde telafi edebilse de, hem ekonomik hem de silahlı kuvvetlerinin kabiliyetleri bağlamında oldukça zayıflamış durumda. Ukrayna ise tamamen NATO'nun askeri yardımına bağımlı ve asker sayısı bakımından bıçak sırtı bir durumda savaşmaya devam ediyor. Her iki tarafın da ateşkes görüşmelerine başlamak için dahi öne sürdükleri koşullar maksimalist, tavize alan bırakmayan nitelikte. 

Öte yandan İsrail - Lübnan sınır bölgesinde şiddetini artıran çatışmalar ve İsrail ordusunun bölgeye yaptığı askeri yığınak, geniş kapsamlı bir harekatın habercisi gibi görünüyor. Zaten tüm devlet aygıtı çöküşün eşiğinde olan Lübnan'ın böyle bir saldırı sonucunda derin bir kaosa sürüklenmesi ve kısa sürede Suriye'yi ve İran'ı da doğrudan ve dolaylı olarak dahil edecek bir bölgesel savaşa dönüşmesi riski oldukça yüksek.

Başka Bir Dünya Savaşı Mümkün Olabilir!


Uluslararası sistemin dokusunun zayıflamış olması belki de en büyük risk faktörü olarak ele alınmalı. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kuruluşların etkilerinin iyice zayıflaması, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler (Intermediate Range Nuclear Forces - INF) gibi pek çok silahlanma denetimi antlaşmasının askıya alınması da yeni savaşların patlak vermesinin ya da süregiden çatışmaların yayılmasının engellenmesi için elzem olan iletişim ve işbirliği ortamının ortadan kalktığını (ya da en iyimser olasılıkla kalkmakta olduğunu) gösteriyor. COVID-19 bu bakımdan sanırım son işaret fişeği idi: Tüm ülkeler kendi dertlerine düşmüşken işbirliği ve yardımlaşma uluslararası örgütler öncülüğünde ya da eşgüdümünde değil, ülkeler arasında dar çerçevede gerçekleşti. 

Bu ortamda bir de eğer Vucic'in dile getirdiği endişeleri gerçekleşirse, her üç bölgede de ortak aktörler olan Rusya, ABD, NATO ve AB'yi içine alan bir "savaşlar bileşiminin" ortaya çıkması an meselesi olur. Başka bir deyişle, belli bir bölgede (Ukrayna ve/veya Levant) başlayıp giderek yayılan bir savaştan ziyade, farklı bölgelerde farklı hasımlar arasında gerçekleşen ancak bu hasımların ya kendileri ya da en önemli müttefikleri aralarındaki çatışmalardan dolayı birbirlerine bağlı çatışmalardan oluşan farklı bir tür dünya savaşı riski bu. 

Öyle sanıyorum ki (daha doğrusu korkarım) şu anda bir dünya savaşının tam arefesindeyiz. Benim gibi Soğuk Savaş döneminde doğup büyümüş pek çok insan için 3. Dünya Savaşı, topyekûn bir nükleer savaş anlamına geliyordu. Ancak öyle görünüyor ki, 3. Dünya Savaşı'nın nükleer silahların belki de hiç kullanılmadığı, birbiriyle ilintili irili ufaklı silahlı ve silahsız (siber, elektronik ve ticari) savaşların bir birleşimi olması olasılığı son derece yüksek. 

Sonuç olarak,

i. Uluslararası sistem, yeni çatışmaların çıkmasını önleyebilecek ya da süren çatışmaları sona erdirebilecek vasıfta değil,
ii. Ateşkes ve barış antlaşmalarına olanak sağlayabilecek iletişim, işbirliği ya da anlayış en iyi olasılıkla çok zayıf,
iii. Uluslararası hukuk, norm ve antlaşmaların etkilerinin zayıflamış olmaları, ulus-devletlerin çıkar maksimizasyonu ve güvenlik odaklı politikaları ile birlikte tehlikeli bir bileşim oluşturmuş durumda,
iv. Süren çatışma ve savaşlardan dolayı silahlanma arttı,
v. Silahlı çatışmalara, siyasi, teknolojik ve ticari rekabet eşlik ediyor; bu da jeopolitik çatlakları derinleştirmekte. Askeri, siyasi, teknolojik ve ticari çatışma ve rekabetler küresel ölçekte gerçekleşiyor.

Dünya savaşı için gerekli ortam şartlarının hepsi hazır gibi görünüyor.

Bundan onlarca yıl sonra da belki araştırmacılar "3. Dünya Savaşı tam olarak ne zaman başlamıştı" diye tartışacak belki de. O zamana kadar insanoğlu kalırsa tabi.

3 yorum:

uygur dedi ki...

Hulusi Akar'ın '3. Dünya Savaşı'nın başladığı'na dair açıklamasını da hatırlamakta fayda var.
Ne diyeyim...Allah korusun.

Adsız dedi ki...

Yazınız çok güzel. Ufak bir düzeltme: 1931'de Mançurya'yı işgal eden Japonya değil miydi?

Arda Mevlutoglu dedi ki...

Çok teşekkür ederim, haklısınız Japonya olacak. Düzelttim.