30/05/2012

Soğuk Savaş Nasıl Isınabilirdi? Bir Senaryo

Soğuk Savaş, günümüz jeopolitik ve askeri değerlendirmelerinde giderek artan bir hızda, bitiş tarihi ile sınırlı bir anılma biçimine sahip olmakta. Kabaca İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan 1990'ların başlarına kadar süren bu dönem, politika, ekonomi ve kültürden öte, askeri teknoloji ve taktiklerin en başta gelen belirleyici unsuru oldu.

Avrupa'da NATO ve Varşova Paktı ülkeleri arasında gerçekleşecek bir silahlı çatışma olasılığı, her iki tarafın da sahip olduğu nükleer silahlar nedeniyle küresel ölçekte bir riski barındırmaktaydı. Taraflar dünyanın diğer bölgelerindeki "vekâleten savaşlar" ("proxy wars") aracılığı ile belki, bu mütemadiyen biriken enerjiyi boşaltarak söz konusu riski bertaraf ettiler. Ancak Avrupa merkezli bir savaş tehlikesi her daim baki kaldı.

Böyle bir savaşın neden ve nasıl gerçekleşebileceğine dair bir senaryoyu ele alan, Tom Clancy'nin 1986 tarihli "Red Storm Rising"[1] (Yükselen Kızıl Fırtına) isimli romanı, kitaplığımın nadide parçalarından biridir. Edebi değeri belki çok yüksek olmayan bu kitabı, konusunu, NATO ve Varşova Paktı orduları arasında gerçekleşmesi muhtemel geniş ölçekli bir savaşı tasvir etme şeklinden dolayı çok beğenirim. Clancy romanında, askeri taktik ve teknolojilerin muhtemel bir silahlı çatışmanın gidişatını çok ayrıntılı ve gerçekçi biçimde betimlemiş; ikmâl, coğrafya, hava şartları gibi etkenlerin belirleyici rolünü keskin bir biçimde göz önüne sermiştir.

Red Storm Rising'in, daha sonra doğruluğu çeşitli savaş ve çatışmalarda görülecek olan bazı öngörüleri şunlardır:

1. Saldırı helikopterlerinin (Mi-24, AH-64) yer ateşine karşı tahmin edilenden çok daha savunmasız olması,

2. Modern hava gücü, hava üstünlüğünün sadece eşdeğer bir düşman hava kuvvetinin yokluğunda tesis edebilir,

3. Sovyet birliklerinin zırhlı birliklerin ağırlık ve yoğunluğu ile düşman hatlarını yarabileceği öngörüsü yanlıştır, zira bu tür bir saldırıya karşı düşman esnek biçimde geri çekilip tekrar bir savunma tesis edebilir (Bu tespit nispeten "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır" prensibine benzemekte)

4. Radara yakalanmayan "stealth" uçaklar, düşman ikmâl ve C4ISR unsurlarının bertaraf edilmesinde kilit öneme sahip olacaktır,

5. Cephane ve yakıt stokları, öngörülenden çok daha hızlı bir biçimde tükenecektir ve bunların ikâmesi hayati bir problem haline gelecektir,

6. A-10 gibi yer saldırı uçakları, tahmin edilenden çok daha etkili olacaktır,

7. Gemi konuşlu ateş gücü, çıkarma harekâtlarının desteğinde hayati önemi haizdir

Soğuk Savaş ve 3. Dünya Savaşı senaryolarını incelemeyi biraz da, iç içe geçmiş coğrafya, taktik ve strateji katmanlarının askeri teknoloji ve tedarik programlarına etkilerini incelemeye olanak sağladığı için çok severim. Bu yüzden, ABD'de gezdiğim bir müzenin (American Helicopter Museum; West Chester, PA) kütüphanesinde incelediğim "Aircraft of the US Air Force and its NATO Allies"[2] isimli kitabın bir bölümü çok dikkatimi çekti. Fotokopi imkânı olmayan kütüphanede kitabın ilgili sayfalarının fotograflarını çekip bilgisayar ortamında temize çektim ve ardından Türkçe'ye çevirdim. Aşağıda, okurun ilgisine, dipnotlarım ile birlikte sunuyorum.



Senaryo: İlk Gün (Yazan: Bill Yenne)
  

Eğer 3. Dünya Savaşı konvansiyonel silahlarla savaşılacaksa, Lübeck ve Avusturya sınırları arasındaki bir bölgedeki Merkez Cephe’de başlayacaktır. Varşova Paktı Merkez Cephe’yi hedef almak zorunda kalacaktır, zira Batı Avrupa ödül ve Alman Federal Cumhuriyeti de o ödüle açılan kapıdır.

Soğuk Savaş döneminde Avrupa
(Kaynak: euroheritage.net)
“Üçüncü Dünya Savaşı”[3] isimli 1978 tarihli çok satan kitabında Sir John Hackett, savaşın Merkez Cephede Ağustos 1985’te başlayacağını öngörmüştü. Yıl konusunda yanılmıştı ancak bu muhtemelen öngörüsündeki tek hatalı husus idi. Her ne kadar gelişen her hava şartında harekât kabiliyetleri sayesinde kış saldırısı olasılığı mevcutsa da, Sovyet güçlerinin yaz aylarında saldırması kuvvetle muhtemeldir. Yoğun zırhlı birliklerin paletleri karla kaplı satıhta zorlanmadan hareket edecektir ancak bahar aylarında çamur ve bataklık bölgeler sorun teşkil edebilir. Avrupa neredeyse her zaman parçalı bulutlu gökyüzüne sahiptir, ancak kış aylarında çok daha yoğun bulutludur, dolayısıyla yaz saldırısı senaryosu daha gerçekçi görünmektedir.

Taarruz, bir yaz gününün çok erken saatlerinde, geniş bir cephede başlayacaktır. Sovyet yıldırım taarruzunun belkemiğini, aynı 1939 – 1940 yıllarındaki Nazi yıldırım taarruzlarında olduğu gibi, tanklar teşkil edecektir, ancak bu sefer onbinlerce tankla! Alman Demokratik Cumhuriyeti ve muhtemelen Çekoslavakya’dan Batı Almanya’ya akacaklardır ve ilk hedefleri 8 saat içerisinde sınırdan yaklaşık 80 millik bir hattı tutmak olacaktır. Varşova Paktı orduları çoğunlukla Sovyet birliklerinden oluşacaktır ancak diğer ülkelerden de katılım olacaktır.

Tank ve zırhlı personel taşıyıcılar taktik hava gücü ve yeni Kamov Hokum, Mil Mi-24 Hind ve Mil Mi-28 Havoc gibi çok sayıda saldırı helikopterleri ile desteklenecektir. Varşova Paktı hava kuvvetleri, Batı Almanya ve Hollanda’daki tüm USAFE[4], Luftwaffe ve diğer NATO hava üslerine karşı derinlemesine taarruzlar gerçekleştirecektir. Bu darbeler, yoğun kara saldırıları ile koordine olarak vurulacaktır ve öncelikli amaçları NATO hava gücünün büyük bölümünü bertaraf edip, ABD ve İngiltere’den gönderilecek takviyeleri önlemek için hava üslerini kullanılmaz hale getirmek olacaktır. Bu saldırıların başarısı, NATO’nun erken ihbar ve uçaksavar sistemlerinin kabiliyetine bağlıdır: 15 dakikadan daha kısa bir ikaz süresi olacağından hatalı veya yanlış ikazların NATO hava gücü için ölümcül sonuçları olabilir.

Varşova Paktı’nın diğer hava saldırıları NATO’nun yer birliklerinin toplanma merkezlerine yoğunlaşacaktır, ancak askeri olmayan hedeflere karşı saldırılar, işgal durumunda faydası olmayacak unsurlarla sınırlı kalacaktır.

Merkez Cephe’de ilk günün genel hedefi, NATO hava gücünün mümkün olduğu kadar büyük kısmını imha etmek ve Varşova Paktı kara birliklerini Frankfurt ve Hamburg’un mümkün olduğu kadar yakınına ilerletebilmek olacaktır.[5]

Güney Cephe’de ise vaziyet çok daha değişken seyredecektir ve gidişatı zırhlı birliklerden ziyade hava indirme birliklerine bağlı olacaktır. Sovyet tankları, Norveç’in küçük bir kısmı hariç derinlemesine nüfuz edemeyecektir ve bir çıkarma harekâtı çok ağır gerçekleşeceği için başarı şansı düşüktür.[6] Dolayısıyla Rus birlikleri Norveç ve Danimarka’ya karşı hava indirme harekâtı uygulayacaktır, aynı Almanlar’ın 1940’ta yaptığı gibi.

Kara birlikleri Norveç’in kuzeyindeki küçük bir kesimi ele geçirirken, hava indirme birlikleri ve helikopterle indirilen askerler Murmansk’tan hareket edip Nordkapp çevresinden Norveç’in kuzeyindeki Hammerfest ve Trondheim limanlarına intikâl edeceklerdir. Taktik hava gücü ve muhtemelen ağır bombardıman uçakları ile desteklenecek bu indirmeler, söz konusu limanları ele geçirme hedeflerinin yanı sıra, NATO tarafından Murmansk’a karşı saldırılarda kullanılmalarını da engelleyecektir.

Murmansk’tan Trondheim’in güneyindeki Bergen ve muhtemelen Oslo kentlerine hava bombardımanları düzenlenebilir. Ancak kuzey kesimlerdeki limanlar ele geçirilene kadar  bu kentlere hava indirme harekâtları muhtemelen düzenlenmeyecektir.

Danimarka ve Güney Norveç’e esas Sovyet hava saldırıları muhtemelen Polonya ve Doğu Almanya’dan gerçekleştirilecektir ve Kopenhag gibi hedeflere hava indirme harekât kararını, Merkez Cephe’deki ilk 12 saatlik gidişat etkileyecektir.

Öte yandan Norveç’e yapılacak herhangi bir saldırı, İsveç hava sahasının ihlalinden kaçınmayı gerektirecektir. Aynı Finlandiya gibi İsveç tarafsızdır ve NATO yanında savaşmak için herhangi bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak tarafsızlığına saldırıda bulunulursa sert biçimde karşı koyması muhtemeldir. İsveç’in oldukça iyi donatılmış bir hava kuvveti bulunmaktadır ve ağır bir bedel ödetmeden bertaraf edilmesi mümkün görünmemektedir. Bu güç ile çarpışmak, Varşova Paktı güçlerinin Kuzey Cephesi’ndeki ilerlemesini ciddi ölçüde yavaşlatacaktır ve bu yüzden mümkün olduğunca bundan sakınılacaktır.

Kuzey Cephesi’nde Norveç’in de ötesinde, Kuzey Buz Denizi’nin soğuk suları ve NATO stratejlerinin GIUK (Greenland-Iceland-United Kingdom; Grönland-İzlanda-Birleşik Krallık) boşluğu olarak adlandırdığı bölge bulunmaktadır. Bu boşluğa, Küba’ya giderken yıllarca bu koridoru kullanan Bear ve Backfire keşif ve bombardıman uçakları yönelecektir. GIUK’tan geçecek olan bu uzun menzilli bombardıman ve keşif uçakları, Kuzey Atlantik’teki NATO deniz trafiğine ciddi zarar verecektir. Reykjavik yakınlarındaki Keflavik havaalanında üslenmiş ABD Hava Kuvvetleri Taktik Hava Komutanlığı’na bağlı savaş uçakları ile İngiltere’deki İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne bağlı Tornado ADV’ler[7] ise, Bear ve Backfire’lara ağır kayıplar verdirebilirler. Dolayısıyla İzlanda’ya karşı bir Sovyet saldırısı olasılık dışı görünmemektedir. Keflavik’in imhası ciddi bir sorunu bertaraf eder, ancak bir hava indirme harekâtı ile ele geçirilmesi muazzam derecede kıymetli bir üs kazandırabilir. Böyle bir saldırı pahalıya mâl olabilir, zira İzlanda Murmansk’a, İngiltere’ye olduğundan dört kat daha uzaktır. Ancak öte yandan, Norveç’teki yeni ele geçirilmiş üslerden yapılacak bir saldırı ileri kolaylaştırabilir.

Kaynak: soviethammer.info
Almanya’dan sonra Varşova Paktı orduları için en önemli hedefler İngiltere’de olacaktır. Doğal olarak yoğun biçimde korunacak olan bu hedeflere saldırmadan ve dolayısıyla ikinci bir Britanya Muharebesi başlatmadan önce Sovyetler iyice düşünmek zorunda kalacaktır. B-52, B-1 ve FB-111 gibi bombardıman uçaklarının muhtemel üssü olması dolayısıyla Sovyet kurmaylar İngiltere’ye saldırmaktan başka bir çıkar yol bulamayabilirler. Nitekim eğer Almanlar bu tür hedeflere düzgün planlanmış saldırılar gerçekleştirmiş olsalardı, İkinci Dünya Savaşı’nın gidilatı çok farklı olarabilirdi.

Sovyet kurmaylarının yapmak zorunda kalacakları ikinci bir seçim, İngiltere’ye saldırı kararı almaları halinde bu saldırıyı Polonya’dan Danimarka ve Kuzey Denizi boyunca mı yoksa Murmansk’tan çok daha uzak menzil ama az bir mukabele ile mi gerçekleştirecekleridir.

Güney Cephesi’nde ise İtalya’ya karşı hava bombardımanı muhtemeldir, ancak bunun için Sovyetlerin Avusturya ve/veya Yugoslavya hava sahalarını ihlal etmeleri gerekebilir. Böyle bir girişimde bulunup bulunmayacakları, politik durum ve muhatap ülkelerin askeri ve siyasi tutumlarına bağlı olacaktır.

Yunanistan ya da Türkiye’ye karşı taarruzların da gerçekleşmesi muhtemeldir ve İstanbul’un kontrol ettiği değerli su yolları çok uzun zamandır Rusya’nın hayallerini süslemektedir. İstanbul’un, Bulgaristan tarafından kara ve Karadeniz kıyısından çıkarma harekâtları ile desteklenen kararlı bir Sovyet saldırısına karşı savunulması neredeyse tamamen imkânsız olabilir.

Orta Akdeniz’de, Libya’daki Trablus ve Bingazi üsleri bugün fiilen Sovyet kontrolündedir ve savaş zamanı İtalya ve İspanya ile NATO’nun diğer güney kanat unsurlarına karşı harekâtlar için sıçrama tahtası görevi göreceklerdir. Ancak öte yandan Libya’daki üslerin savunulması zordur ve muhtemelen Sovyet cephesindeki en zayıf halka olacaklardır.

Sovyetler, Afganistan üzerinden Pakistan’a ya da Ortadoğu’daki zengin petrol yataklarına karşı bir saldırıya da kalkışabilirler. Her halükârda, bu saldırılar savaşın sonraki aşamalarında gerçekleşecektir ve Avrupa’daki, özellikle Merkez Cephe’deki, durum öngörülebilir bir doğrultuda kontrol altına alındıktan sonra mümkün olacaktır. Eğer Avrupa’daki her üç cephede birden saldırıya uğrarsa NATO’nun böylesi bir Ortadoğu Cephesi’ne müdahale için ayıracak fazlaca bir kuvveti kalmayacaktır. Bu nedenle de Sovyetler için bir işgâl harekatı rahatlıkla tamamlanabilecektir.

Özetle, Avrupa’da Sovyet saldırısı, insan gücü ve silah sayısı üstünlüğü ile desteklenmiş biçimde, her üç cephede birden ve eşzamanlı olarak gerçekleşecektir. Sadece tek bir cepheye saldırmak, NATO’nun kuvvetlerini yoğunlaştırmasına olanak sağlayacaktır. Saldırının ana mihverini tabi ki Merkez Cephe bölgesi teşkil edecektir.


Karşı Saldırı

NATO kuvvetleri savunmaya odaklanmış olduklarından Varşova Paktı birlikleri tarafından saldırıya uğramadan harekete geçmeyeceklerdir. Dolayısıyla NATO hava birimleri için esas mesele ne kadar hızlı havalanabilecekleri ve geri dönebilecek kadar şanslı olanlar için üslerinden geriye ne kadarın sağlam kalacağıdır.

Luftwaffe Tornado’ları ve USAFE F-15’leri gibi önleme uçakları ivedilikle Varşova Paktı av – bombardıman ve bombardıman uçaklarını önlemek için işe koyulacaktır. Muharebenin seyri, GIUK Boşluğu’ndaki gib olacaktır: Savunan tarafta İspanyol F-18’leri, İtalyan Tornado’ları ve ABD uçak gemilerinden kalkacak olan F-14’ler bulunacaktır.

Merkez Cephe’de havada o kadar fazla sayıda uçan ve muharebede bulunan uçak bulunacaktır ki, çarpışmalar ve dost ateşi sonucu düşürülmeler kaçınılmaz olacaktır. Hava muharebesi, kaza / kırım oranlarının korkunç seviyelerde seyredeceği bir arı kovanına benzeyecektir.

Yer seviyesine yaklaştığımızda, İngiliz Harrier, Alman Alpha Het ve USAFE A-10 Warthog gibi uçaklar düşman tankları ile meşgul olacaktır. Askeri stratejlerin deyimiyle “hedef açısından zengin” (target rich) bir ortam olacağı için Warthog’un 30mm topundan çıkan her merminin herhangi bir tankı vurması işten bile olmayacaktır. Taarruz uçakları, AH-64 Apache gibi silahlı helikopterlerle aynı alçak irtifa katmanını paylaşacak, Varşova Paktı zırhlı birlikleri ile amansız bir mücadeleye girişecektir.

Tüm bunların yukarısında, ABD Hava Kuvvetleri ve NATO’ya ait E-3 AWACS havadan erken ihbar ve kontrol uçakları, altlarındaki hızlı cereyan eden ve karmaşık hava muharebesini takip edecek, taarruz ve önleme uçaklarını hedeflerine yönlendirecektir. AWACS uçaklarının öncelikli hedef olmalarından dolayı çok sayıda NATO savaş uçağı onlara refakata ayrılacaktır.

Belçika ve Kuzey Denizi üzerindeki rotalarında seyredecek olan AWACS’lar gibi yakıt ikmâl uçakları da güvenli rotalarında uçacak, ağır saldırılara maruz kalmaları kuvvetle muhtemel hava üslerinin yokluğunda NATO savaş uçaklarının yakıt ikmâllerini gerçekleştireceklerdir.

NATO hava gücünün öncelikli hedefi savaş alanı üzerinde hava üstünlüğünü tesis etmek ve düşman kara güçlerinin imhası olacaktır. Bundan sonra ise karşı saldırı sorunu gelecektir. NATO, Varşova Paktı birliklerinin ikmâl hatlarına ve Doğu Almanya, Çekoslovakya, Polonya ve Macaristan’daki hava üslerine karşı bir saldırı planlama konusunda oldukça hassastır. En azından Doğu Almanya başta olmak üzere hava üslerinin hızlı ve etkili bir biçimde vurulması kaçınılmaz bir askeri zorunluluk olarak öne çıkacaktır.  Zira Varşova Paktı ordularının Batı Almanya’daki NATO hava üslerini imha etmesi seyredip Doğu Almanya’daki benzer hedeflere saldırmamak ölümcül bir hata olur. Bu saldırılar gündeme geldiğinde kuvvetle muhteme Batı Almanya’da konuşlu F-16 ve Tornado’lar ile İngiltere’deki USAFE F-111 ve SAC FB-111’leri ile icra edileceklerdir.

Kuzey Cephesi’nde ise Danimarka ve Norveç F-16’ları, Sovyet saldırısına karşı savunmanın ilk hattını teşkil edeceklerdir ve performansları, savunmanın sonraki aşamalarının gidişatını doğrudan etkileyecektir. Eğer Sovyetler Norveç hava üslerini başarı ile ele geçirirse, NATO güçleri geri çekilmek ve bu üsleri geri almak için ardı ardına saldırmak durumunda kalacaktır. Eğer Sovyetler tarafından başarı ile savunulurlarsa, NATO kurmayları Murmansk’a bir hava saldırısı planlayabilirler.

İzlanda’da NATO unsurları uzun mesafe uçan ve tespit edilmeleri nispeten kolay olacak olan bombardıman uçaklarına karşı savunma durumunda olacaktır. Ancak hiç bir şey garanti değildir: Murmansk konuşlu Bear ve Backfire bombardıman uçaklarını İskoçya ve İzlanda’ya gönderen Sovyetler, hatırı sayılır miktarda NATO av – önleme uçağını bu bölgelere bağlayacaktır.

Güney Cephesi’nde NATO güçleri Avusturya ve Yugoslavya hava sahalarını ihlal konusunda Varşova Paktı kuvvetleri ile aynı ikilemle karşılaşacaktır. Sorularının cevabı politik nitelikli olacaktır.

İstanbul’un savunması Batı Almanya gibi ancak daha küçük bir coğrafi ölçekte gerçekleşecek ve muhtemelen karadan bir karşı saldırıyı desteklemek için NATO’nun havadan ikmâl güçlerinin eşgüdümlü çabalarını gerektirecektir.

Trablus ve Bingazi’deki Sovyet / Libya üsleri ise anında NATO karşı saldırılarına maruz kalacaktır. Bu üslere saldırıp ele geçirmek için yapılacak bir hava indirme harekâtı, NATO’nun Akdeniz’de savaşın erken safhalarında hava üstünlüğünü ele geçirmesinin yolunu açabilir.

Tüm bu aktivitelerin arka planında, Sovyetler Birliği dahilindeki hedeflere saldırıp saldırmama kararı berlileyici rol oynayacaktır. Riga’dan Kaliningrad ve Minsk’e kadar olan bölge içinde çok sayıda önemli hava üsleri ve toplanma merkezleri gibi önemli unsurlar bulunmaktadır ve bunlar doğal hedeflerdir. Ancak ABD, bu hedeflere saldırmasının Alaska, Portland ve Seattle gibi kendi topraklarındaki şehirlere bir karşı saldırıyı tetiklemesi olasılığını hesaba katmak durumunda olacaktır. İngiltere toprakları ilk aşamada hedef alınmayabilir ancak Londra’ya karşı bir saldırı için Sovyetler’in herhangi bir “provokasyon” bahanesi bulması zor olmayacaktır.

Batı Almanya, bu süreçte bir savaşalanı olarak tüketilecektir, dolayısıyla misilleme riskinin varlığı zaten tartışmalıdır. Loftwaffe Tornado’ları Sovyetler Birliği’nin derinliklerine ulaşabilecek kapasitedir. Ancak buradaki risk, Sovyetler Birliği’nin derinliklerine böylesi bir saldırının taktik nükleer bir savaşa davetiye çıkarma olasılığıdır.


Saldırı

Sayısal üstünlüğünün sağladığı ezici ağırlıkla Sovyetler Birliği, Batı Almanya’nın büyük kısmı, Hollanda ve Danimarka’yı ezmek için gerekli momentumu bir iki gün içinde geliştirebilir. Münih ve Hamburg’un işgâl edilmesindense kuşatılması tercih edilebilir. Amsterdam, söz konusu momentumun korunması adına pas geçilebilir ve Belçika üzerinden Fransa’ya ilerlenebilir. Savaşın bundan sonraki kısmı muhtemelen Almanya tarafından 1914 – 1918 ve 1940 yıllarında icra edilene benzeyecektir.

Bu aşamada İngiltere’ye hava saldırıları yoğunlaşacak ve kanal boyunca limanlarlar şiddetli biçimde vurulacaktır. Fransa bu anda derhâl savaşa girecektir ancak toprakları boyunca çok geniş bir alanda savunma yapmak durumunda kalacaktır.

Kuzey Cephesi’nde Norveç’e ilaveten Faroe ve Shetland adaları ile İngiltere’ye saldırılar yoğunlaşabilir.

Hedeflerinin tamamı ya da bir kısmına ulaşan Sovyet birlikleri kendilerini, güçlü karşı saldırılara karşı savunma pozisyonunda ya da ikmâl beklerken bulabilir.

Güney Cephesi’nde ise NATO güçleri, Türkiye dışında nispeten daha güçlü bir konumda olacaktır. Libya’daki Sovyet üsleri kaybedilmiş ve NATO’nun eline geçerek Türkiye ve Ortadoğu için hava ulaştırma ve ikmâl noktaları haline gelmiş olacaktır. ABD uçak gemisi görev güçleri ile birlikte bu, NATO’ya hava üstünlüğü için önemli bir avantaj sağlayacaktır. Bulgaristan ve Türkiye konuşlu Sovyet hava kuvvetleri, söz konusu uçak gemilerini batırmayı öncelikli görev olarak üstlenecektir, ancak öte taraftan NATO hava unsurları Karadeniz’deki Sovyet deniz kuvvetlerine saldıracak ve İstanbul çevresindeki deniz trafiğini kesecektir.


Karşı Saldırı

Merkez ve Kuzey cephelerdeki toprak kayıpları ile Avrupa’nın çeşitli bölgelerine hava indirme harekâtları ile karşı karşıya kalan NATO, bu aşamadan sonra bir karşı saldırı geliştirebilir. Kara, hava ve denizdeki kayıplar ciddi seviyededir. İnsan gücü ve silah açısından zayıf sayısal durumu nedeniyle NATO’nun bu kayıpları telafi etmesi zor olacaktır.

Varşova Paktı’nın icra edeceği yıldırım savaşının vereceği hasar o denli büyük olabilir ki, NATO saldırılara, etkili bir karşılık verme olanağı bulamayabilir. Öte yandan kayıplar, üstün ateş gücü ve iyi eğitimin bileşimi ile hatırı sayılır ölçüde azaltılabilir. İkmâl hatları kesilen Varşova Paktı Merkez Cephe unsurları güçten düşebilir, bölünebilir ve nihayetinde bertaraf edilebilir. NATO hava indirme birlikleri Norveç ve Almanya’daki kaybedilen toprakların bir kısmını böylelikle tekrar ele geçirebilir ve bir karşı saldırı için ilk adımı atabilirler.


Özet

Bu iki günlük senaryo tamamen kurmacadır ve Üçüncü Dünya Savaşı’nın, sadece konvansiyonel ölçekte kalması durumunda, başlangıcının nasıl cereyan edeceğine ilişkin tahminleri içermektedir. Bu satırların amacı, NATO’nun neden varolduğunu açıklamak ve NATO krumaylarının silah sistemi seçimi ve taktik geliştirme süreçlerinde göz önünde tutmak durumunda olacakları savaşalanı ihtiyaçlarını vurgulamaktır.

Sözün özü, böyle bir senaryoyu önlemek için NATO, karşı tarafın bu senaryoyu hayata geçirme çabalarına karşı gerekli kuvvet yapısını kurma ve koruma durumundadır.





[1]: Clancy, Tom, "Red Storm Rising", Putnam, 1986
[2]: Yenne, Bill, "Aircraft of the US Air Force and its NATO Allies", Gallery Books, 1987
[3]: Hacket, Sir John Winthrop, "The Third World War", Sidgwick & Jackson, 1982
[4]: USAFE: United States Air Forces in Europe: ABD Hava Kuvvetleri'nin Avrupa birlikleri
[5]: Ayrıca bkz: Fulda boşluğu: http://en.wikipedia.org/wiki/Fulda_Gap
[6]: Norveç menşeili Kongsberg firmasının, dünyanın en başarılı gemisavar füzelerinden olan Penguin'i ve NASAMS hava savunma sistemini geliştirmesi bir tesadüf değil, bu ülkenin jeostratejik konumunun dolaylı bir sonucudur.
[7]: İngiliz Hava Kuvvetleri'nin av - önleme uçaklarını çift motorlu, güçlü tiplerden seçmesinin bir nedeni de budur

4 yorum:

fuselage dedi ki...

İyi ki yaşanmamış diyor insan..Resmen kıyamet senaryosu..

Adsız dedi ki...

sevgili Arda,
Gene herzamanki gibi keyifli ve ogretici bir makale olmus, tesekkurler.
Benim bu senaryoda genel olarak katilmadigim bir husus varki o da sovyetlerin biryaz saldirisi yapacak olmasi. Bence bu senaryoda sovyetler tam aksine bir yaz saldirisindan uzak durur ve sonbahar sonu hatta kisi tercih ederlerdi. Zira anlatilan camur ve kotu hava kosullarinin sovyet kuvvetlerine olan olumsuz etkisinden cok dah fazlasina nato nun maruz kalacagini dusunuyorum. Oncelikle sayisal olmasada teknolojik ustunlugu bulunab nato hava kuvvetlerinin kotu havada yasayacagi guc kaybinin sovyet zirhli tumenlerini durdurmak icin en cok hava gucune guvenen natoyu felce ugratmasi kacinilmaz. Ayrica genel olarak egitim acisindan nato ordularina gore zaafiyeti bulunan sovyet orduusunun belkide egirim acisindan tek ustun oldugu "kis sarlarinda" savasabilme sansini goz onune almayacagini dusunemiyorum.
Sevgiler
A. Sinan Tuzun

İsmail Durgun dedi ki...

Tom Clancy'in bu romanını Kızıl fırtına olarak Türkçe okumuştum. sizin vardığınız çıkarımlara ek olarak hava savunma füzelerinin uçaklara karşı çok etkili olmadığını söyler roman. Eğer hava savunma füzeleri söylendiği kadar etkili olsaydı şimdiye tüm uçaklar düşmüştü gibisinden bir ibareyi hatırlıyorum. Ayrıca yazarın Kızıl Ekim romanı da bir harika idi. Rus denizaltı filosunun durumu hakkında fikirler veriyor diye düşünüyorum.

Adsız dedi ki...

Elinize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş. Bu senaryoya göre Nato'nun böyle bir savaşta zaten Türkiye'ye pek bir hayırı dokunamayacaktı, zaten sayıca az olan güçlerini Batı Avrupa'yı kaybetmemeye yoğunlaştıracakları için. Keşke biz de Finlandiye ve İsveç gibi bir tutum alabilseydik.

Bir de 'Karşı Saldırı' adlı altbaşlıktan hemen önceki paragrafta "...Bulgaristan ve Türkiye konuşlu Sovyet hava kuvvetleri..." yazmışsınız. Türkiye yerine başka bir ülke olsa gerek :)