İngiliz Royal United Services Institute (RUSI) tarafından Justin Bronk imzasıyla Mart ayında "Airborne Electromagnetic Warfare in NATO: A Critical European Capability Gap" başlıklı bir rapor yayımlandı. Rapor, NATO üyesi ülkelerin hava kuvvetlerindeki elektromanyetik harp (EH) yeteneklerinin bir resmini çekiyor ve özellikle Avrupa'daki müttefiklerin bu alandaki yetersizliklerini vurguluyor. Rapora göre, NATO ülkeleri EH konusunda hala büyük ölçüde ABD'ye bağımlı ve bu durum özellikle ABD'nin (Asya Pasifik gibi) başka bölgelere odağını kaydırmasıyla birlikte ittifak için bir risk teşkil ediyor.
Bronk'a göre hiçbir Avrupa ülkesi, EH'nin tüm yönlerinde anlamlı
yetenekler inşa edebilecek endüstiyel altyapıya ve yeterli nitelikli
personele sahip değil. Bu nedenle, Avrupa'da uçtan uca bir EH yeteneği
oluşturmak için gerçek çok uluslu ortaklıklar ve iş birliği bir
zorunluluk olarak öne çıkıyor. Bu sorunu çözmek için Bronk'un sunduğu
bir öneri, çok uluslu bir NATO EH filosunun teşkil edilmesi. NATO
tarafından tedarik edilen ve işletilen ortak bir çok uluslu
elektromanyetik saldırı filosu, özel EH yeteneklerini ekonomik olarak
sahaya süremeyecek kadar küçük hava kuvvetlerinin anlamlı bir şekilde
fon ve personel katkısında bulunmalarına olanak tanıyabilir. Bu
yaklaşımın, NATO Havadan Uyarı ve Kontrol Sistemi (AWACS) gibi diğer
alanlarda da örnekleri bulunmakta zaten. Öte yandan uzun süre havada
kalabilen, görece düşük maliyetli insansız hava araçları ile
ELINT/SIGINT kabiliyetlerinin artırılması da bir diğer alternatif
olabilir. Ancak bunun, yüksek performanslı ve kapsamlı bir EH
altyapısının kurulma sürecinde bir ara adım olacağını da vurgulamak
gerek.
Bronk raporunda, EH'nin modern savaşta kritik bir rol
oynadığını ve Avrupa'nın bu alandaki kapasite açıklarını kapatmak için
iş birliği ve yatırımın şart olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda özellikle
Rusya'nın Ukrayna'daki EH faaliyetleri, bu konunun ne kadar hayati bir
önem arz ettiğini göz önüne sermiş durumda (İlgili olarak bkz.: Rusya'nın Yeni Elektronik Harp Kabiliyetleri). Rusya - Ukrayna Savaşı, tam da geniş kapsamlı ve derin bir teknolojik ve endüstriyel dönüşümün ortasına denk geldi, EH sistem, kabiliyet ve teknolojilerinin uygulanması da bu dönüşümü yansıttı haliyle.
Süreci şekillendiren teknoloji, kabiliyet ve gereksinimler
i. Açık mimari: Giderek artan sayıda EH
sistemi, açık mimari ve modüler yapıya sahip olacak şekilde
tasarlanmakta. Artık sistemler yalnızca belirli bir kabiliyet gamı ya
da frekans aralığına sahip olarak değil; çok geniş bir alanda, farklı
ortamlara uyum sağlayacak şekilde geliştirilmekte. Bunda, harekât
sahası ve koşullarına dair artan belirsizlikler önemli rol oynuyor.
Açık mimarinin bir başka getirisi, aynı baz tasarımın çok
çeşitli platform ve uygulamalara uyarlanabilmesi. Daha açık bir
ifadeyle, bir sistem, görece küçük modifikasyonlarla hava ve kara
araçlarına takılabilmekte; böylelikle operasyonel planlama, görev
icrası, lojistik ve eğitim kalemlerinde standardizasyon ve tasarruf
sağlanabilmekte.
ii. Siber – elektronik harp: Elektronik
istihbarat, elektronik taarruz ve siber harp kavramları arasındaki
sınırlar giderek belirsizleşmekte: Bilgi harbi ve siber harp, EH ile bir bütün olarak ele alınmakta. Bilgi operasyonları, ED / ET unsurları ile eşgüdümlü
olarak icra edilmekte, hatta Rusya örneğinde görüldüğü üzere psikolojik
harekât da bunlara eklenmekte. Bu durumun bir uzantısı olarak açık
mimariye sahip sistemler aynı zamanda siber harp de icra edecek
kabiliyette geliştirilmekte.
iii. Adaptif, öğrenen sistemler:
Harp sahasının, tehdit ortam ve kaynaklarının son derece hızlı değişim
ve dönüşümüne uyum sağlamak üzere EH sistemlerinin de makine öğrenmesi,
yapay zekâ ve büyük veri teknolojilerinden faydalanması gereksinim haline geldi. Birim zamanda toplanan elektromanyetik spektrum
verisinin geometrik olarak artması sonucu bu verilerin klasik
yöntemlerle tasnif edilmesi, değerlendirilip karşı tedbir ve taktik
geliştirilmesi olanaksız hale geldi. Bu da yapay zekâ ve bilişsel EH
gibi yenilikçi teknoloji ve tekniklerin doğuşunu sağladı.
iv.
Ticari sistem ve bileşenler: Geliştirme ve üretim maliyetlerini
düşürmek; bakım, idame ve eğitim kolaylığı sağlamak için hazır ticari
ürünlerin (Commercial off the shelf – COTS) kullanımı yaygınlaşmış durumda, hatta sivil - ticari sektörün ürün ve çözüm ortaya çıkarma hızı ve etkinliği savunma sektörünü misliyle katlamış durumda.
Ürün ve sistem geliştirilmesinde COTS kullanımı, özellikle ihracat
pazarında farklı kullanıcıların farklı ihtiyaçlarına yanıt verebilmeyi sağlayabilmekte.
v. İnsansız sistemler: Bronk'un da vurguladığı üzere, başta insansız hava
araçları olmak üzere insansız sistemler, EH alanında aslî unsur haline
gelmiş durumda. İnsanlı – insansız sistem birlikteliği (Manned – Unmanned Teaming – MUM-T) ve insan – makine arayüzü (Human machine interface –
HMI) teknolojileri, muharebe sahasında esnek bir ED / ET kabiliyeti
oluşturulmasını sağlayabiliyor. İnsan kapasitesinin yetersiz kaldığı ya
da yüksek riskli görev ve bölgelerde İHA’lar ile yüksek performans elde
edilebilmekte.
vi. Minyatürizasyon: GaN başta olmak üzere
yeni nesil malzeme teknolojileri ile EH sistemlerinin güç bütçelerinde
ve fiziksel boyutlarında kayda değer küçülmeler mümkün hale geldi.
Bu durumun iki doğrudan sonucu bulunuyor: Birincisi, çok daha küçük
boyutlu sistemler ile yüksek performans elde edilebiliyor. İkincisi
ise, özellikle retrofit ve modernizasyon ihtiyaçlarına daha etkin yanıt verilebiliyor. Başka bir deyişle eski platformların modern ve yüksek
performanslı EH sistemleri ile donatılarak görev ömürlerinin uzatılması
sağlanabilmekte.
vii. Platformdan bağımsızlık: Güç verimliliği
ve fiziksel boyutların küçülmesinin bir başka sonucu, EH pod örneğinde
görüldüğü üzere yüksek performanslı sistemlerin taşıyıcı platforma
bağımlılıktan kurtulmasıdır. Bu da özellikle harekât planlayıcılara ve
tedarik makamlarına büyük bir esneklik sağlamakta.
viii.
Ölçeklenebilirlik: EH sistemlerinin kabiliyetlerinde yazılım ve donanım
arasındaki dengede yazılım öne çıkıyor. Başka bir deyişle modern EH
sistemlerinin kabiliyet ve performanslarında, yazılım daha etkin olmaya
başlamış durumda. Bu da farklı boyut ve kapasitedeki EH sistemlerinin aynı
çekirdek tasarıma sahip olabilmesini mümkün kılıyor. Daha açık bir
ifadeyle aynı temel tasarıma sahip bir EH sistemi, taktik İHA, stratejik
İHA ve insanlı keşif uçağına uygun boyutlarda üretilebilmekte. Bu da
lojistik, eğitim ve operasyon bağlamlarında standardizasyona imkân tanıyor.
ix.
Elektromanyetik spektrum kontrolü: EH, savunma teknolojileri alanındaki
en kritik alt başlıklardan biri. Zira yalnızca ordular değil, tüm
devlet mekanizmaları, sivil ve ticari hayat tamamen yazılım ve
elektronik donanım merkezli olarak işlemekte. Yalnızca askeri değil,
bürokratik, sivil ve ticari hayatın neredeyse tamamı, elektromanyetik
spektrum üzerinde çalışıyor. Dolayısıyla ulusal güvenliğin sağlanması
ve korunması için elektromanyetik spektrumun güvenliğinin sağlanması
gerekmektedir. Bu da elektromanyetik spektrumu aynı hava, kara ve deniz
gibi bir başka operasyon sahası haline getirmekte. Böyle bir
hakimiyeti sağlayabilmek için askeri ve sivil güvenlik mekanizması ile
savunma sanayiinin teşkilat, vizyon ve teknoloji bakımlarından dönüşümü şarttır.
xi. İnsan kaynakları: EH’ye yönelik bütüncül bir
strateji ve kabiliyet kazanabilmek için yalnızca alan uzmanlarının
değil, disiplinler arası düşünme ve strateji geliştirme kabiliyetlerine
sahip kadroların da yetiştirilmesi gerekli. Siber – elektronik
harp örneğinde görüldüğü gibi, teknolojideki gelişmelerin sonucunda EH,
spesifik bir alan olmaktan çıkmış; farklı disiplin ve sahalarla doğrudan
iç içe bir niteliğe bürünmüş durumda. Başka bir deyişle EH, askeri, siyasi
ve ticari boyutları olan bir disiplin haline geldi. Bu alanda
yapılacak yatırım, ArGe ve tedarik projelerinin plan ve icrası, çok
boyutlu bir düşünce ve icra yeteneği gerektirmekte.
Sonuç
Bronk'un raporunda dile getirilen Avrupa'nın EH alanındaki mevcut yetenek açıkları ve bunları gidermek için önerilen çok uluslu iş birliği yaklaşımı, EH alanındaki küresel eğilimlerle birlikte ele alındığında önem kazanıyor. Avrupa'nın kendi EH kabiliyetlerini güçlendirmek adına ortak platformlar, açık mimarili çözümler ve insansız sistemler gibi yöntemlere yönelmesi, raporda vurgulanan çok uluslu NATO EH filosu konseptini de destekliyor. Böyle bir yaklaşım, özellikle EH'nin giderek siber harp, yapay zekâ ve adaptif sistemlerle bütünleştiği mevcut savunma ve güvenlik ortamında Avrupa ülkelerinin stratejik bağımsızlığını ve operasyonel etkinliğini artıracaktır.
Bu kapsamda rapordaki tespitlerin ışığında EH alanındaki küresel eğilimler değerlendirildiğinde; açık mimari ve modüler yapılar, insansız sistemlerin artan rolü, siber-elektronik harp entegrasyonu ve yapay zekâ destekli adaptif sistemlerin önem kazandığı görülüyor. Bu unsurlar, Bronk'un işaret ettiği çok uluslu iş birliği ve ortak çözüm modellerinin temelini oluşturan teknik ve operasyonel altyapıyı da şekillendirebilir. Dolayısıyla, Avrupa'nın EH yeteneğini geliştirmek için atılacak adımlar, bu geniş kapsamlı teknolojik dönüşümün getirdiği fırsatlar ve zorluklar ışığında planlanmalıdır.
EH, günümüzün çok boyutlu harekât ortamında yalnızca askeri değil, stratejik, siyasi ve endüstriyel bir kabiliyet alanı olarak öne çıkıyor. NATO’nun savunma mimarisinde giderek daha merkezi bir rol oynayan elektromanyetik spektrumun kontrolü, sadece operasyonel başarı için değil, uzun vadeli caydırıcılık ve ittifak içi dayanıklılık açısından da kritik bir önemdedir. Justin Bronk’un RUSI raporunda altını çizdiği gibi, Avrupa ülkelerinin bu alanda halen ciddi kapasite açıkları bulunmakta ve bu açıkların giderilmesi, yalnızca ulusal çabalarla değil, gerçek anlamda çok uluslu bir iş birliği ile mümkündür.
EH sistemlerinin karmaşıklığı, bu alandaki teknolojik gereksinimlerin derinliği ve siber harple iç içe geçmiş doğası, Avrupa’da EH alanında bütünleşik bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşta sergilediği EH performansı, modern EH sistemlerinin muharebe sahasındaki etkinliğini ve belirleyiciliğini net bir şekilde ortaya koydu. Bu da Avrupa'nın savunma kabiliyetlerini yalnızca platform odaklı değil, sistem, yazılım, doktrin ve insan kaynağı boyutlarını da içerecek şekilde yeniden ele almasını gerektiriyor.
Bronk’un önerdiği NATO çatısı altında kurulacak ortak bir EH filosu fikri, yalnızca teknik bir çözüm değil, aynı zamanda stratejik dayanışma ve kaynakların ortak kullanımı açısından da dikkate değerdir. Bu tür bir yaklaşım, küçük ve orta ölçekli müttefiklerin bu kritik alanda kabiliyet kazanmasına olanak tanıyacak, aynı zamanda ittifak içindeki bağımlılık ilişkilerini de dengeleyecektir. Avrupa’nın EH alanında atacağı adımlar, NATO’nun genel caydırıcılık yapısını da doğrudan etkileyecektir.
Sonuç olarak, elektromanyetik spektrumun modern güvenlik ortamında hava, kara, deniz, uzay ve siber gibi ayrı bir harekât sahası olarak kabul edilmesi gerektiği gerçeği, EH alanındaki kapasite geliştirme çalışmalarına stratejik öncelik verilmesini zorunlu kılmaktadır. Avrupa’nın EH kabiliyetlerini geliştirme süreci, yalnızca teknolojik bir hamle değil, aynı zamanda siyasi irade, kurumsal reform ve stratejik vizyon gerektiren çok katmanlı bir dönüşüm sürecidir: EH, artık ihmal edilebilecek bir destek yeteneği değil, caydırıcılığın ve harekât başarısının temelidir.
Türkiye, son yıllarda EH alanında önemli yatırımlar yaparak bu alandaki yeteneklerini istikrarlı biçimde arttırdı. Kara, hava ve deniz platformlarına entegre edilen yerli üretim ED/ET sistemleri, insansız hava araçlarına kazandırılan ELINT/SIGINT yetenekleri ve bu alanda faaliyet gösteren savunma sanayii firmalarının sayısındaki artış; Türkiye'nin EH kabiliyetlerini çeşitlendirdi. Bununla birlikte, insan kaynağının geliştirilmesi, yeni nesil sensör ve malzeme teknolojilerine erişim ile yapay zekâ destekli çözümlerin yaygınlaştırılması gibi alanlarda hâlen atılması gereken önemli adımlar bulunmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye, Avrupa’nın EH kabiliyet açığını kapatmaya yönelik girişimlerde hem bir teknoloji ortağı hem de operasyonel bir katkı sağlayıcı olarak konumlanabilir. Özellikle çok uluslu EH filoları, ortak Ar-Ge projeleri ve sensör/malzeme geliştirme alanlarında Avrupa ile daha derin savunma sanayii iş birlikleri kurulması, hem Türkiye’nin teknolojik kapasitesini ileri taşıyacak hem de Avrupa’nın bu kritik alandaki yapısal açıklarının giderilmesine katkı sunacaktır. Böyle bir karşılıklı tamamlayıcılık, Türkiye’nin NATO içindeki konumunu da daha stratejik hale getirecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder