02/05/2025

Avrupa'nın Elektronik Harp Açığını Türkiye Kapatabilir mi?

İngiliz Royal United Services Institute (RUSI) tarafından Justin Bronk imzasıyla Mart ayında "Airborne Electromagnetic Warfare in NATO: A Critical European Capability Gap" başlıklı bir rapor yayımlandı. Rapor, NATO üyesi ülkelerin hava kuvvetlerindeki elektromanyetik harp (EH) yeteneklerinin bir resmini çekiyor ve özellikle Avrupa'daki müttefiklerin bu alandaki yetersizliklerini vurguluyor. Rapora göre, NATO ülkeleri EH konusunda hala büyük ölçüde ABD'ye bağımlı ve bu durum özellikle ABD'nin (Asya Pasifik gibi) başka bölgelere odağını kaydırmasıyla birlikte ittifak için bir risk teşkil ediyor.


Bronk'a göre hiçbir Avrupa ülkesi, EH'nin tüm yönlerinde anlamlı yetenekler inşa edebilecek endüstiyel altyapıya ve yeterli nitelikli personele sahip değil. Bu nedenle, Avrupa'da uçtan uca bir EH yeteneği oluşturmak için gerçek çok uluslu ortaklıklar ve iş birliği bir zorunluluk olarak öne çıkıyor. Bu sorunu çözmek için Bronk'un sunduğu bir öneri, çok uluslu bir NATO EH filosunun teşkil edilmesi. NATO tarafından tedarik edilen ve işletilen ortak bir çok uluslu elektromanyetik saldırı filosu, özel EH yeteneklerini ekonomik olarak sahaya süremeyecek kadar küçük hava kuvvetlerinin anlamlı bir şekilde fon ve personel katkısında bulunmalarına olanak tanıyabilir. Bu yaklaşımın, NATO Havadan Uyarı ve Kontrol Sistemi (AWACS) gibi diğer alanlarda da örnekleri bulunmakta zaten. Öte yandan uzun süre havada kalabilen, görece düşük maliyetli insansız hava araçları ile ELINT/SIGINT kabiliyetlerinin artırılması da bir diğer alternatif olabilir. Ancak bunun, yüksek performanslı ve kapsamlı bir EH altyapısının kurulma sürecinde bir ara adım olacağını da vurgulamak gerek.

Bronk raporunda, EH'nin modern savaşta kritik bir rol oynadığını ve Avrupa'nın bu alandaki kapasite açıklarını kapatmak için iş birliği ve yatırımın şart olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda özellikle Rusya'nın Ukrayna'daki EH faaliyetleri, bu konunun ne kadar hayati bir önem arz ettiğini göz önüne sermiş durumda (İlgili olarak bkz.: Rusya'nın Yeni Elektronik Harp Kabiliyetleri). Rusya - Ukrayna Savaşı, tam da geniş kapsamlı ve derin bir teknolojik ve endüstriyel dönüşümün ortasına denk geldi, EH sistem, kabiliyet ve teknolojilerinin uygulanması da bu dönüşümü yansıttı haliyle.

Süreci şekillendiren teknoloji, kabiliyet ve gereksinimler


i. Açık mimari: Giderek artan sayıda EH sistemi, açık mimari ve modüler yapıya sahip olacak şekilde tasarlanmakta. Artık sistemler yalnızca belirli bir kabiliyet gamı ya da frekans aralığına sahip olarak değil; çok geniş bir alanda, farklı ortamlara uyum sağlayacak şekilde geliştirilmekte. Bunda, harekât sahası ve koşullarına dair artan belirsizlikler önemli rol oynuyor.

Açık mimarinin bir başka getirisi, aynı baz tasarımın çok çeşitli platform ve uygulamalara uyarlanabilmesi. Daha açık bir ifadeyle, bir sistem, görece küçük modifikasyonlarla hava ve kara araçlarına takılabilmekte; böylelikle operasyonel planlama, görev icrası, lojistik ve eğitim kalemlerinde standardizasyon ve tasarruf sağlanabilmekte.

ii. Siber – elektronik harp: Elektronik istihbarat, elektronik taarruz ve siber harp kavramları arasındaki sınırlar giderek belirsizleşmekte: Bilgi harbi ve siber harp, EH ile bir bütün olarak ele alınmakta. Bilgi operasyonları, ED / ET unsurları ile eşgüdümlü olarak icra edilmekte, hatta Rusya örneğinde görüldüğü üzere psikolojik harekât da bunlara eklenmekte. Bu durumun bir uzantısı olarak açık mimariye sahip sistemler aynı zamanda siber harp de icra edecek kabiliyette geliştirilmekte.

iii. Adaptif, öğrenen sistemler: Harp sahasının, tehdit ortam ve kaynaklarının son derece hızlı değişim ve dönüşümüne uyum sağlamak üzere EH sistemlerinin de makine öğrenmesi, yapay zekâ ve büyük veri teknolojilerinden faydalanması gereksinim haline geldi. Birim zamanda toplanan elektromanyetik spektrum verisinin geometrik olarak artması sonucu bu verilerin klasik yöntemlerle tasnif edilmesi, değerlendirilip karşı tedbir ve taktik geliştirilmesi olanaksız hale geldi. Bu da yapay zekâ ve bilişsel EH gibi yenilikçi teknoloji ve tekniklerin doğuşunu sağladı.

iv. Ticari sistem ve bileşenler: Geliştirme ve üretim maliyetlerini düşürmek; bakım, idame ve eğitim kolaylığı sağlamak için hazır ticari ürünlerin (Commercial off the shelf – COTS) kullanımı yaygınlaşmış durumda, hatta sivil - ticari sektörün ürün ve çözüm ortaya çıkarma hızı ve etkinliği savunma sektörünü misliyle katlamış durumda. Ürün ve sistem geliştirilmesinde COTS kullanımı, özellikle ihracat pazarında farklı kullanıcıların farklı ihtiyaçlarına yanıt verebilmeyi sağlayabilmekte.

v. İnsansız sistemler: Bronk'un da vurguladığı üzere, başta insansız hava araçları olmak üzere insansız sistemler, EH alanında aslî unsur haline gelmiş durumda. İnsanlı – insansız sistem birlikteliği (Manned – Unmanned Teaming – MUM-T) ve insan – makine arayüzü (Human machine interface – HMI) teknolojileri, muharebe sahasında esnek bir ED / ET kabiliyeti oluşturulmasını sağlayabiliyor. İnsan kapasitesinin yetersiz kaldığı ya da yüksek riskli görev ve bölgelerde İHA’lar ile yüksek performans elde edilebilmekte.

vi. Minyatürizasyon: GaN başta olmak üzere yeni nesil malzeme teknolojileri ile EH sistemlerinin güç bütçelerinde ve fiziksel boyutlarında kayda değer küçülmeler mümkün hale geldi. Bu durumun iki doğrudan sonucu bulunuyor: Birincisi, çok daha küçük boyutlu sistemler ile yüksek performans elde edilebiliyor. İkincisi ise, özellikle retrofit ve modernizasyon ihtiyaçlarına daha etkin yanıt verilebiliyor. Başka bir deyişle eski platformların modern ve yüksek performanslı EH sistemleri ile donatılarak görev ömürlerinin uzatılması sağlanabilmekte.

vii. Platformdan bağımsızlık: Güç verimliliği ve fiziksel boyutların küçülmesinin bir başka sonucu, EH pod örneğinde görüldüğü üzere yüksek performanslı sistemlerin taşıyıcı platforma bağımlılıktan kurtulmasıdır. Bu da özellikle harekât planlayıcılara ve tedarik makamlarına büyük bir esneklik sağlamakta.

viii. Ölçeklenebilirlik: EH sistemlerinin kabiliyetlerinde yazılım ve donanım arasındaki dengede yazılım öne çıkıyor. Başka bir deyişle modern EH sistemlerinin kabiliyet ve performanslarında, yazılım daha etkin olmaya başlamış durumda. Bu da farklı boyut ve kapasitedeki EH sistemlerinin aynı çekirdek tasarıma sahip olabilmesini mümkün kılıyor. Daha açık bir ifadeyle aynı temel tasarıma sahip bir EH sistemi, taktik İHA, stratejik İHA ve insanlı keşif uçağına uygun boyutlarda üretilebilmekte. Bu da lojistik, eğitim ve operasyon bağlamlarında standardizasyona imkân tanıyor.

ix. Elektromanyetik spektrum kontrolü: EH, savunma teknolojileri alanındaki en kritik alt başlıklardan biri. Zira yalnızca ordular değil, tüm devlet mekanizmaları, sivil ve ticari hayat tamamen yazılım ve elektronik donanım merkezli olarak işlemekte. Yalnızca askeri değil, bürokratik, sivil ve ticari hayatın neredeyse tamamı, elektromanyetik spektrum üzerinde çalışıyor. Dolayısıyla ulusal güvenliğin sağlanması ve korunması için elektromanyetik spektrumun güvenliğinin sağlanması gerekmektedir. Bu da elektromanyetik spektrumu aynı hava, kara ve deniz gibi bir başka operasyon sahası haline getirmekte. Böyle bir hakimiyeti sağlayabilmek için askeri ve sivil güvenlik mekanizması ile savunma sanayiinin teşkilat, vizyon ve teknoloji bakımlarından dönüşümü şarttır.

xi. İnsan kaynakları: EH’ye yönelik bütüncül bir strateji ve kabiliyet kazanabilmek için yalnızca alan uzmanlarının değil, disiplinler arası düşünme ve strateji geliştirme kabiliyetlerine sahip kadroların da yetiştirilmesi gerekli. Siber – elektronik harp örneğinde görüldüğü gibi, teknolojideki gelişmelerin sonucunda EH, spesifik bir alan olmaktan çıkmış; farklı disiplin ve sahalarla doğrudan iç içe bir niteliğe bürünmüş durumda. Başka bir deyişle EH, askeri, siyasi ve ticari boyutları olan bir disiplin haline geldi. Bu alanda yapılacak yatırım, ArGe ve tedarik projelerinin plan ve icrası, çok boyutlu bir düşünce ve icra yeteneği gerektirmekte.


Sonuç

Bronk'un raporunda dile getirilen Avrupa'nın EH alanındaki mevcut yetenek açıkları ve bunları gidermek için önerilen çok uluslu iş birliği yaklaşımı, EH alanındaki küresel eğilimlerle birlikte ele alındığında önem kazanıyor. Avrupa'nın kendi EH kabiliyetlerini güçlendirmek adına ortak platformlar, açık mimarili çözümler ve insansız sistemler gibi yöntemlere yönelmesi, raporda vurgulanan çok uluslu NATO EH filosu konseptini de destekliyor. Böyle bir yaklaşım, özellikle EH'nin giderek siber harp, yapay zekâ ve adaptif sistemlerle bütünleştiği mevcut savunma ve güvenlik ortamında Avrupa ülkelerinin stratejik bağımsızlığını ve operasyonel etkinliğini artıracaktır.

Bu kapsamda rapordaki tespitlerin ışığında EH alanındaki küresel eğilimler değerlendirildiğinde; açık mimari ve modüler yapılar, insansız sistemlerin artan rolü, siber-elektronik harp entegrasyonu ve yapay zekâ destekli adaptif sistemlerin önem kazandığı görülüyor. Bu unsurlar, Bronk'un işaret ettiği çok uluslu iş birliği ve ortak çözüm modellerinin temelini oluşturan teknik ve operasyonel altyapıyı da şekillendirebilir. Dolayısıyla, Avrupa'nın EH yeteneğini geliştirmek için atılacak adımlar, bu geniş kapsamlı teknolojik dönüşümün getirdiği fırsatlar ve zorluklar ışığında planlanmalıdır.

EH, günümüzün çok boyutlu harekât ortamında yalnızca askeri değil, stratejik, siyasi ve endüstriyel bir kabiliyet alanı olarak öne çıkıyor. NATO’nun savunma mimarisinde giderek daha merkezi bir rol oynayan elektromanyetik spektrumun kontrolü, sadece operasyonel başarı için değil, uzun vadeli caydırıcılık ve ittifak içi dayanıklılık açısından da kritik bir önemdedir. Justin Bronk’un RUSI raporunda altını çizdiği gibi, Avrupa ülkelerinin bu alanda halen ciddi kapasite açıkları bulunmakta ve bu açıkların giderilmesi, yalnızca ulusal çabalarla değil, gerçek anlamda çok uluslu bir iş birliği ile mümkündür.

EH sistemlerinin karmaşıklığı, bu alandaki teknolojik gereksinimlerin derinliği ve siber harple iç içe geçmiş doğası, Avrupa’da EH alanında bütünleşik bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşta sergilediği EH performansı, modern EH sistemlerinin muharebe sahasındaki etkinliğini ve belirleyiciliğini net bir şekilde ortaya koydu. Bu da Avrupa'nın savunma kabiliyetlerini yalnızca platform odaklı değil, sistem, yazılım, doktrin ve insan kaynağı boyutlarını da içerecek şekilde yeniden ele almasını gerektiriyor.

Bronk’un önerdiği NATO çatısı altında kurulacak ortak bir EH filosu fikri, yalnızca teknik bir çözüm değil, aynı zamanda stratejik dayanışma ve kaynakların ortak kullanımı açısından da dikkate değerdir. Bu tür bir yaklaşım, küçük ve orta ölçekli müttefiklerin bu kritik alanda kabiliyet kazanmasına olanak tanıyacak, aynı zamanda ittifak içindeki bağımlılık ilişkilerini de dengeleyecektir. Avrupa’nın EH alanında atacağı adımlar, NATO’nun genel caydırıcılık yapısını da doğrudan etkileyecektir.

Sonuç olarak, elektromanyetik spektrumun modern güvenlik ortamında hava, kara, deniz, uzay ve siber gibi ayrı bir harekât sahası olarak kabul edilmesi gerektiği gerçeği, EH alanındaki kapasite geliştirme çalışmalarına stratejik öncelik verilmesini zorunlu kılmaktadır. Avrupa’nın EH kabiliyetlerini geliştirme süreci, yalnızca teknolojik bir hamle değil, aynı zamanda siyasi irade, kurumsal reform ve stratejik vizyon gerektiren çok katmanlı bir dönüşüm sürecidir: EH, artık ihmal edilebilecek bir destek yeteneği değil, caydırıcılığın ve harekât başarısının temelidir.

Türkiye, son yıllarda EH alanında önemli yatırımlar yaparak bu alandaki yeteneklerini istikrarlı biçimde arttırdı. Kara, hava ve deniz platformlarına entegre edilen yerli üretim ED/ET sistemleri, insansız hava araçlarına kazandırılan ELINT/SIGINT yetenekleri ve bu alanda faaliyet gösteren savunma sanayii firmalarının sayısındaki artış; Türkiye'nin EH kabiliyetlerini çeşitlendirdi. Bununla birlikte, insan kaynağının geliştirilmesi, yeni nesil sensör ve malzeme teknolojilerine erişim ile yapay zekâ destekli çözümlerin yaygınlaştırılması gibi alanlarda hâlen atılması gereken önemli adımlar bulunmaktadır.

Bu bağlamda Türkiye, Avrupa’nın EH kabiliyet açığını kapatmaya yönelik girişimlerde hem bir teknoloji ortağı hem de operasyonel bir katkı sağlayıcı olarak konumlanabilir. Özellikle çok uluslu EH filoları, ortak Ar-Ge projeleri ve sensör/malzeme geliştirme alanlarında Avrupa ile daha derin savunma sanayii iş birlikleri kurulması, hem Türkiye’nin teknolojik kapasitesini ileri taşıyacak hem de Avrupa’nın bu kritik alandaki yapısal açıklarının giderilmesine katkı sunacaktır. Böyle bir karşılıklı tamamlayıcılık, Türkiye’nin NATO içindeki konumunu da daha stratejik hale getirecektir.


Hiç yorum yok: