"Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" kadar olan bölge Türkiye'nin doğal ilgi alanı olarak görülmüştür değil mi? Özellikle SSCB'nin yıkılışından sonra, 90'ların ortalarında yoğun biçimde dillendirilen bir vizyon.
Türkiye bu coğrafyadaki herhangi bir bölgede tek başına, herhangi bir desteğe ihtiyaç duymadan askeri, istihbari, psikolojik ya da ticari harekata girişebiliyorsa, TSK da ilk 10 içerisinde yer almaya hak kazanır.
Bir ülke ordusunu, ulusal menfaatlerinin kapsadığı bölgede herhangi bir noktada istediği gibi bağımsızca, tüm imkanlarını eşgüdüm içinde seferber edebiliyorsa o tarz listelere girebilir.
Öyle ya da böyle, güney sahillerimizin yanı başındaki bölgeye güç gönderme konusunda, daha işin kağıt üstündeki aşamasında bu kadar paralize olan, eli ayağı birbirine karışan bir ülkeden bahsediyoruz. Tüm tartışmaları, safı ne olursa olsun, şovenizm, demagoji ve ikiyüzlülük üzerine kuran "yazar-çizer-konuşur-oy ister" takımının hayatı yönlendirdiği bir ülke burası.
Kaşları çatılanlara açıklamamı yapayım hemen: Asker gönderdiğimiz için güçlüyüz, asker göndermediğimiz için de güçsüz oluruz demiyorum, bunu savunmuyorum. Bir vizyon, bir politika ortaya koyup, artılarını eksilerini tartıp, kamuoyuna da tarttırıp, oluşan mutabakat doğrultusunda ordumuzu kullanamadığımız için o listeye giremeyiz diyorum. Lübnan olsun başka ülke olsun, eğer asker göndermenin ulusal çıkarlarımız ve bölge politikalarımız açısından fayda getirmeyeceğine kanî olsaydık (yani pragmatik davranabilseydik) ve bunun sonucunda asker gönderme / göndermeme kararı alsaydık güçlü olurduk.
Reklamda dediği gibi: Kontrolsüz güç, güç değildir. İsterse tüm tank filonuz M-48'lerden, tüm deniz kuvvetleriniz Knox'lardan, tüm hava kuvvetleriniz F-4'lerden oluşsun, fark etmez. Çıkarlarınızı ve hedeflerinizi belirleyip, elinizdeki enstrümanları da bu hedefler için kullanamıyorsanız güçlü değilsiniz. Araç - amaç uyumunun gücü, salt aracın gücünden çok daha ezicidir.
Bu kadar basittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder