- 2 dakika!
Pilotun hem interkomdan hem de iki parmağı ile verdiği mesaj ile Fuat Yüzbaşı son hazırlıklarını yapmaya başladı: Gece görüş gözlüğünü kaskına taktı ve kontrol etti, silahını da, sırt çantasını da. Timinin diğer dört üyesinin de aynısını yaptığını, görmese de biliyordu.
Toroslar'ı soluna alan S-70, aysız gecenin karanlığında ağaç tepelerini yalayacak kadar alçaldı. Akdeniz'in akşamları romantik olabilirdi ama o gün değil. Her iki tarafta açılan sürgülü kapılardan içeri hücum eden rutubetli hava Özel Kuvvetler timine hatırlattı bunu.
- 1 dakika!
Emniyetler açıldı, kaslar gerildi.
- Hazır!
Kurumuş bir dere yatağının S yaptığı açıklığa inen S-70'den inen iki komando hemen çevre emniyeti aldı. Motorunu kapatan helikopterden inen diğer üç asker hızla kurumuş dere yatağını takip ederek ilerlemeye başladı. Helikopter, sadece onları değil, beraberlerinde getirecekleri doküman ve cihazları da bekleyecekti.
Fuat Yüzbaşı, bileğindeki bilgisayardan Operatör'e görevin başladığı mesajını geçti. Üç özel eğitimli asker, karanlığın sadece koyu gri rengi hayatta bıraktığı gecenin içine doğru hızlı adımlarla gözden kayboldular. Somali'den Kırgızistan'a, Fransa'dan İran'a çok sayıda farklı ülkede göreve birlikte çıkmış, birlikte mermi sıkıp hayatlarını tehlikeye atmış bu üç asker, şimdi kendi ülkelerinde, içeriğini tam olarak anlamadıkları bir operasyon için geceye daldılar.
* * *
- Fuat hoşgeldin!
- Hoşbulduk Rıza ağabey. Ooo Fatih, sen ne ara geldin Ankara'ya?
- Hoşbulduk devrem. Üç ay falan oluyor. Artık bir süre buradayım, "masada dinlen" dediler bana.
Kampüsteki sayısız toplantı odalarından belki en basık ve dar olanını seçmişti o gün Operatör. O ve iki elemanı ile birlikte Genelkurmay İstihbarat'tan Yarbay Rıza ve Yüzbaşı Fatih ile TÜBİTAK'tan Dr. Sedat ve Dr. İhsan, uzun ve dar toplantı masasının çevresine tıkışmıştı. Loş sarı ışık, hepsinin önündeki dizüstü bilgisayarların ekranlarından kusulan beyaz ışıkla birleşip ortamın tekinsiz atmosferini tamamlamaktaydı.
Fuat, uzun zamandır görmediği devre arkadaşı Fatih ile hasret giderdi. Timinin diğer iki üyesinden de çok görevde birlikte vuruşmuşlardı Fatih'le.
Odanın köşesindeki sehpadan kendine çay koyan Fuat'ın yerine geçmesiyle toplantı başladı. Operatör, ev sahibi olarak girişi yaptı.
- Evet, başlayalım isterseniz. Fuat Yüzbaşım, öncelikle elinize sağlık ve geçmiş olsun. Zor bir görevdi biliyoruz ve biraz da sıradışıydı. Durumun nezaketinin farkındasınız ama ben yine de hatırlatmak isterim.
Operatör'ün ses tonundaki otorite "sıkıysa hatırlama!" vurgusunu yapmıştı zaten. "Çayınıza kaç şeker istersiniz?" sorusunu da aynı ses tonuyla sormuş olsa aynı etkiyi yapardı.
Fuat bu düşüncesinden, kendini zorlayarak sıyrıldı ve yanıtını, bir soruyla destekledi.
- Tabi ki efendim. Ve "bilmesi gereken" prensibinin de farkındayım. Ancak anlamlandıramadığım bazı hususlar var, malumunuzdur.
- Farkındayım. Zaten hem bunları açıklığa kavuşturmak hem de operasyonun müteakip aşaması için bilgilendirmek için çağırdık sizi.
- Teşekkür ederim efendim, dinliyorum.
Operatör'ün kafasıyla işaret ettiği yardımcılarından sarışın ve tıknaz olanı, projektörün boşta duran kablosunu alarak bilgisayarına bağladı.
- Bizim burada yürüttüğümüz aslında, "parazit ArGe" dediğimiz bir şeye karşı bir çeşit İKK operasyonu. Sizin operasyonu burada hem önemli bir domino taşı olarak hem de bir çeşit havuç olarak tasarlamıştık. Tuttu da zaten. Değerlendirmemiz doğrulanmış oldu. Eğer o laboratuarı bulmamış ve o elemanlarla karşılaşmamış olsaydınız basit bir soygun olarak kamufle edilebilecekti. Ama artık inisiyatif bizde, oyunlarını açığa çıkardık.
* * *
Dere yatağının sonuna geldiklerinde, önlerine çıkan tepeyi hızla tırmanarak çalılıkların dibine yattılar. Fuat termal görüş cihazını çıkararak çiftliği gözetlemeye başladı.
- Ön kapının yanında iki pikap var.
- Gördüm.
- Havadan bakalım mı komutanım?
- Gönder kuşu.
Emri alan Zafer Üsteğmen, sırt çantasından çıkardığı kutuyu sessizce açtı. İçindeki mini helikopteri hızlıca kurarak çalıştırdı. "Sinek", adını hakeden bir vızıltı sesi çıkararak Zafer'in avucundan havalandı. Kucağındaki monitörden mini İHA'yı kontrol eden Zafer, çiftlik evini güvenli mesafeden ve gecenin karanlığına sığınarak izlemeye başladı.
- İç avluda iki pikap daha var. Hareket görünmüyor. Sıcak siyaha geçiyorum.
Dokunmatik ekranda bastığı tuş ile Sinek'in mikro termal kamerasının çektiği görüntüde, ısı yayan objeler siyah renge büründü.
- Evet, hareket yok. Dışarıda iki, içeride iki pikap var. Kamyon gitmiş.
- Tamam, Sinek'i geri getir. Haber geçelim.
Fuat'ın canı sıkıldı. Bu, hesapta yoktu. Onların görevi kamyona yüklenecek konteyneri ele geçirmek ve mümkün olursa çiftlik içindeki ana binaya sızıp içerideki bilgisayar ve evrakların kopyasını çıkarmaktı. Şimdi ise ellerinde sıfır kamyon ve dört pikap vardı.
Bileğindeki bilgisayarı tekrar açtı, Operatör'e bilgiyi ve Sinek'in kaydettiği görüntüleri geçti. Yanıtın gelmesi gecikmedi:
"Devam. Temizle. Süpür."
Bu soğuk ve duygusuz üç kelime ile Operatör, time çiftlik evine baskın yapmasını, karşılaşılacak herkesin etkisin etkisiz hale getirilmesini ve hard disk, belge, evrak vb ne bulunursa toplanıp getirilmesini söylemiş oldu.
- Devam ediyoruz beyler, silip süpürüyoruz.
Üç komando yayılarak üç koldan çiftlik evinin duvarlarına yaklaştılar. Gece dostları, sessizlik silahlarıydı.
* * *
Operatör çayından bir yudum aldı ve yardımcılarından sarışın olanına işaret etti. Eleman, yansı programını çalıştırdı. Beyaz perde üzerinde bir harita ve sarı ve kırmızı ile çevreleri çizilmiş tesislerin olduğu bir uydu fotografı göründü. Operatör elindeki lazeri fotograf üzerinde gezdirerek konuşmaya başladı.
- Rıza yarbayım bu kısım esas üretim tesisi. Burada her şey mevzuata uygun, bir sorun yok. Bizim hedefimiz, tesisin yanındaki bu idari bina idi. Bizim istihbaratımız, bu bina içinde kurulan laboratuar ve içindekilerdi. Esas numara burada dönüyordu yani.
Rıza Yarbay aldığı notlardan kafasını hafifçe kaldırarak sordu.
- Peki böyle bir çalışmayı nasıl saklamışlar? Yumurta çiftliği değil ki bu, mühendis araştırmacı ıvır zıvır. Bu faaliyeti nasıl örtmüşler?
- İsterseniz TÜBİTAK'tan arkadaşlar izah etsinler, hem Fuat Yüzbaşı'mıza da brifing olmuş olur.
TÜBİTAK ekibinden kıdemli araştırmacı Sedat sözü aldı.
- Efendim biz bu çalışmaya "parazit ArGe" diyoruz. Çok büyük bir ArGe projesini küçük alt projelere ayırmışlar. Sonra bu projeleri, ama kurdukları paravan şirketler ama danışman ya da ortak şeklinde başka ülkelerde yapmışlar. Araştırmayı yaptıkları ülkelerin ArGe destek ve teşviklerinden yararlanıp bütçeyi böyle ayarlamışlar. Üstüne de bu ülkelerin mühendis ve araştırmacı kaynaklarını kullanmışlar. Bu alt projeleri öyle akıllıca kurgulamışlar ki, çift kullanım alanına sahip olacak şekilde... Yani efendim söz gelimi burada bizden teşvik aldıkları bir proje, yenilikçi bir bacak protezi geliştirme üzerine. Biyomedikal - mekatronik teşviği almış. Ama aslında projenin tüm çıktıları, üretilen tüm teknolojiyi aynen kendi amaçlarına adapte etmişler.
Rıza Yarbay'ın ve Fuat'ın gözleri açıldı. Yarbay hayretini gizleme ihtiyacı duymadan sordu.
- E peki kimse bir şey anlamamış mı? Bu öyle kolay bir şey değil ki saklansın?
İhsan söze girdi.
- Komutanım, şöyle bir örnek vereyim: Elinizdeki cep telefonunun hemen hemen tüm bileşenleri, özellikleri uygulamaları askeri cihazlarda da kullanılıyor. Piyadenin kolundaki bilgisayarla cebimizdeki telefon arasında teknolojik olarak çok büyük bir fark yok. Aradaki fark askeri sistemin koruması, karıştırma ekstrem durumlara dayanıklılık gibi faktörler. Ama kalan %80 - %90 oranı ortak teknolojidir. Burada da aynı durum söz konusu. İşin esas şeytanlığı, aslında son derece kapsamlı bir askeri projeyi, akıllıca bileşenlerine ayırmaları. Muhtemeldir ki, çok özel ya da gizli, fark yaratacak teknolojiyi kendi ülkelerinde, özel birimlerinde vesaire geliştiriyorlardır. Ancak sivil alanla kesişimi olan kısımlarını, çoğun bize kalanını da Finlandiya ve Kore'ye yaptırmışlar bu şekilde.
Fuat sordu:
- Yaklaşık ne kadarını bize yaptırmışlar?
TÜBİTAK'çılardan önce Operatör yanıtı verdi.
- Değerlendirmelerimize göre adamların projelerinin toplam boyutu 450 milyon Dolar. 350 milyonluk kısmını teşvik, destek vb şeklinde bize yaptırmışlar.
Odaya çöken sessizlik, hayret ve dehşet kokuyordu.
* * *
Üç komando çiftlik evinin yüksek duvarlarının çevresinde pozisyon aldı. Tek katlı idari binaya en yakın olan duvara hızlıca tırmandılar. Fuat kafasını uzatarak çevreyi kolaçan etti: Kimse yoktu. Sessizce duvarın üstünden aşıp aşağı indiler. Hızlıca idari binanın kapısına yanaşıp içeriyi dinlediler. Ses yoktu. Fuat kapıyı hafifçe kontrol etti: Kilitliydi. Eliyle Zafer’e işaret etti. Zafer, belinden çıkardığı maymuncukla kilidi kurcaladı ve zorlanmadan açtı. Araladığı kapıdan içeri doğru adım atmaya hazırlanan Fuat’ı, üzerine bir anda boşalan mermi salvosu durdurdu.
- Eğil! Eğil!
Kapının açıldığı karanlık koridorun sonundan üç askere mermi yağıyordu. Fuat AK-47’nin sesini hemen tanıdı. Diğer iki askere işaret etti ve üçü de pimlerini çektikleri el bombalarını koridora yuvarladılar. Ardı ardına boğuk seslerle patlayan bombaların ardından içeri girdiler. Koridorun dibinde iki orta yaşlı adam kanlar içinde yatıyordu. Artık zamana karşı savaşmak zorundaydılar, binada neden Kalaşnikoflu adamların olduğu sorusunu sonra sorabilirlerdi.
- Eğil! Eğil!
Kapının açıldığı karanlık koridorun sonundan üç askere mermi yağıyordu. Fuat AK-47’nin sesini hemen tanıdı. Diğer iki askere işaret etti ve üçü de pimlerini çektikleri el bombalarını koridora yuvarladılar. Ardı ardına boğuk seslerle patlayan bombaların ardından içeri girdiler. Koridorun dibinde iki orta yaşlı adam kanlar içinde yatıyordu. Artık zamana karşı savaşmak zorundaydılar, binada neden Kalaşnikoflu adamların olduğu sorusunu sonra sorabilirlerdi.
Koridorun sağ tarafındaki dar merdivenlerden aşağı indiler. Merdivenin açıldığı oda geniş ancak oldukça karanlıktı. Gece görüş gözlüklerini taktılar. Oda, sıra sıra dizilmiş koliler, raflar, bilgisayar kasaları ve masalardan oluşan bir yığına ev sahipliği yapıyordu. Rafların ve kolilerin oluşturduğu labirente yayıldılar.
Zafer’in gözünün kenarı, sol tarafından arkasına dolanmaya çalışan bir gölgeyi bu esnada yakaladı. Neredeyse içgüdüsel bir hızla dönerek gölgeye üç el ateş etti. Başka bir Kalaşnikoflu adam daha.
Odayı kolaçan ettiler. Başkası yoktu. Zafer’i orada bırakan Fuat, çiftlik tarafına geçti. Orada da başka kimse yoktu. Çiftlik
Bir devekuşu çiftliğinde üç Kalaşnikoflu adam? Neden? Bu soru Fuat’ın kafasının içinde, tekrar tekrar, neredeyse görevini yapmasını engelleyecek kadar hızlı dönmeye başlamıştı.
* * *
- Aklım almıyor. Bu nasıl olabilir? Haydi tamam bir iki uyursun da, herifler ellialtı tane proje yapmışlar burada ve hepsini Lego gibi birleştirince bambaşka bir şey çıkıyor!
Yarbayın serzenişi, önemli bir soruna işaret ediyordu, ciddi bir açığa. Parçaları birleştirebilen, bütünü görebilen bir aklın noksanlığına.
Fuat o geceden beri kafasını kurcalayan soruya yanıt bulmak için atıldı.
- Peki tüm bu projeler, bizim orada gördüklerimiz… Hepsi neyin parçası?
İhsan yanıtladı.
Yüzbaşım, sizin operasyonun olduğu güne kadar robotik teknolojileri ile ilgili bir proje olduğunu biliyorduk. Önce, kurdukları bir paravan şirket ile burada elektromekanik protez ArGe projesi yürüttüklerini öğrendik. Sonra da sizin bulduklarınız. Artık eminiz ki, iki ayaklı, çok hızlı koşabilen insansız bir muharip robot geliştirmeye çalışıyorlardı.
Aldığı yanıtı, hafızasının derinliklerinden neredeyse rastgele denebilecek şekilde gözünün önüne gelen bir görüntüyle birleştirdi Fuat. Video kasette izlediği bir bilim kurgu filminden bir görüntü. Yanıtı kendi kendine verebilecek duruma gelmişti.
* * *
İdari binanın alt katına geri dönen Fuat ve Mehmet, ışıkları açtılar. Fuat kol bilgisayarından durum raporunu Operatör’e geçti. Diğer iki asker de bilgisayar sabit disklerini ve evrakları hızlıca çantalarına doldurmaya başladı. Bilgisayarından kafasını kaldıran Fuat’ın gözüne, odanın öteki ucundaki bir kapı ilişti. Böyle bir odada bu denli masif bir çelik kapının bulunmasına anlam verememişti. Kapıya doğru ilerledi ve gittikçe artan kokuyu farketti. Kapı kolunu kavradı, diğer iki asker çoktan arkasında pozisyon almıştı. Eğildi, kolu çevirdi ve yavaşça kapıyı açtı. Gördüğü manzara karşısında anlık bir şok yaşadı.
Küçük bir odada yan yana dizilmiş kafeslerde beş adet devekuşu, kafataslarının üst yarısı açık, beyinlerinden sarkan kablolar olduğu halde hareketsiz durmaktaydı.
* * *
Sedat, İhsan’dan sözü devraldı.
- Özellikle şehir ortamındaki harekatlar için insansız bir robot olduğunu değerlendiriyoruz. Sistemin komple tasarımını ele geçiremedik ama tahminimiz saatte 50 – 60km yapabilecek bir robot olduğu şeklinde.
Devekuşunun özelliği ise şu: Bu hayvan, dünyada iki ayaklı en hızlı koşabilen canlı. Azami 70km/saat yapabiliyor, 50km/saat de sabit hızda gidebiliyor. Denge içgüdüsü de aynı şekilde çok gelişmiş. Yürüttükleri –sırıtarak düzeltti- bize finanse ettirdikleri projeler arasında çok fazla biyo-elektronik çalışma var. Getirdiğiniz evraklar ve hard diskler de bunu doğruluyor.
Bu adamlar, devekuşunun beynindeki koşma ve denge merkezlerini birer otopilota dönüştürüp elektromekanik bacaklara bağlamaya çalışıyorlar. Yürüyen bir robotun mekanik yapısını yapmak zor değil. Esas zor olan, özellikle yüksek hızlarda bunu sağlayabilmek ve dengeyi koruyabilmek. Düşünsenize, engebeli arazide saatte 60km hızla koşarken başını sabit tutabiliyor bu hayvan. O baş yerine kamera ya da makinalı tüfek falan koysanız çok ciddi bir silah elde edersiniz.
Sedat devam etti.
Aslında burada iç içe geçmiş iki inovasyon var. Hem çok yenilikçi bir robotik teknolojisi geliştiriyorlar, bu bir inovasyon. Hem de bu projeyi, esas amacını gizleyebilecekleri kadar küçük çok sayıda ufak ArGe projesine bölüp, başka bir ülkenin bilim – teknoloji destek mekanizmasına yaptırıyorlar – Bizim “parazit ArGe” dediğimiz şey. Bu da ikinci inovasyon. Kağıt üstünde kurdukları paravan ve yerli gibi görünen şirketle elektrik motorlu bacak protezi geliştirdiklerini sanıyoruz ama aslında devekuşu beyni tarafından idare edilen askeri amaçlı bir robotun bacağı bu.
Fuat kapıyı açtıktan sonra kendisine gelen emrin nedenini anladı.
* * *
Gördüğü manzaradan şoka giren Fuat, kol bilgisayarı ile uğraşmadı, doğrudan kriptolu telsizle Operatör’ü aradı.
- Çakır 1, Akın 1
- Devam et Akın 1
- Manzarayı görüyor musunuz?
Fuat’ın kaskına monteli kameradan zaten görmüştü.
- Görüyorum.
- Emirleriniz?
- Öldürün hepsini. Çiftlikteki bütün devekuşlarını öldürün!
- Anlaşıldı tamam.
* * *
Tüm parçaları birleştiren Fuat yeni bir soruyla karşılaştı allak bullak olmuş beyninde. Ortaya, pimi çekilmiş bir el bombası gibi attı.
- Peki neden Türkiye? Kendi memleketlerinde deve kuşu yetişmiyor mu?
Sedat soruya kısmen hazırlıklıydı.
- Deve kuşu Afrika’nın ortalarında, doğusunda, Arap yarımadasında ve kısmen Türkiye’de iyi yetişen bir kuş. Dahası, deve kuşu yetiştiriciliğini teşvik için çok cazip destekler var bizde – Anlaşılan bunun farkına onlar da varmış.
Uzaklara dalmış Operatör Sedat’ın sözünü kesti, el bombasını Fuat’a geri fırlattı.
Afrika’da deve kuşu bol mühendis yok. Bizde deve kuşu da mühendis de hem bol hem ucuz.
SON
7 yorum:
Bugüne kadar yazdıklarınızın en iyisiydi. Tebrik ederim.
Her yazında beni şaşırtıyorsun üstadım.
Toplantı odasının anlatımındaki detaylar ile hikayecilik ve anlatım açısından çok başarılı olan, üstüne de parazit ar&ge konusunu öğrenmemizi sağlayan çok güzel bir hikaye olmuş. Parmaklarınıza sağlık.
Bu cok guzeldi Arda; son cumle icin uzunca ama yerinde tasarlamissin.
Gayet hoş bir kurgu ve anlatım.
Bence bu karamizah, bir roman yada uzunca bir hikaye bile olabilirmiş, uğraşılmamış. Ama bu hali ile de güzel. Teknik bir realizm bizim hikayeciliğimizde yok. Sanıyorum bu nadir örneklerden biri. Keşke farkedilebilse.
Sn Arda MEVLÜTOĞLU;
Yazı ve yorumlarınızı beğeniyle takip ediyorum. ..
linkte belirttigim platformlarda yazmanızı çok isterdim.
Daha fazla kişinin faydalanması açısından olumlu olurdu...
Saygılarımla. ..
http://forum.memurlar.net/konu/2099108/
Yorum Gönder