Pazartesi günü arkadaşlarım Mert Akel ve Emre Çağlar ile birlikte, Hitit Üniversitesi Girişimcilik Kulübü ve Dil ve Edebiyat Derneği Çorum Şubesi'nin düzenlediği "Gelecek Yüzyıl ve Türkiye" konferansını verdik. Katılım beklentilerin altında oldu ancak bu, ufuk açıcı bir paylaşım olmasına engel teşkil etmedi.
Hitit Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Emre Çağlar, demografik yapıların dönüşümünden ve evrim geçiren teknolojinin sosyo-kültürel yapıya etkisinden bahsetti. Avrupa'nın nüfus açısından içinde bulunduğu açmaz ve Türkiye'nin durumunu istiatistiki verilerle desteklediği sunumu kafamda pek çok fikir ve soru uyandırdı. Özellikle üzerinde durduğu "Panarki" kavramını araştırmak istiyorum.
Emre'nin değindiği bir diğer ilginç konu ise, medeniyetin gelişimi ve "el" arasındaki ilişki idi. Şöyle ki:
Tarih öncesi devirlerde ilkel insan, bitki köklerini tırnakları ile kazıyor, hayvanları elleri ile avlıyor ve parçalıyordu. Daha sonra ilkel aletleri kullanarak, sopa veya bıçak yardımıyla daha etkin biçimde avlanmaya başladı. El ve medeniyet arasındaki ilişki, sanayi devrimi sürecinde karmaşık makinelerin kontrolünü getirdi ve artık eller, klavyeler vasıtası ile çok daha karmaşık ürünler ortaya koymakta.
Başka bir deyişle, ellerimiz ile kumanda kolları arasına yazılım halkasını ekleyerek, kendimizi en fundamental faaliyetlerden biraz daha uzağa konumlandırıdık. Ve artık yavaş yavaş zihin kontrolünün görünür gelecekte mümkün olabileceğine dair işaretler alınmakta; ellerin bir ara katman olarak öncelliği ortadan kalkıyor.
Emre'den sonra söz alan Mert ise, kimya ve malzeme bilimi ile enerji teknolojileri alanındaki gelişmelere odaklanan sunumunda, alternatif enerji kaynakları ve verimli malzemelerin üretim teknolojileri hakkında bilgiler verdi. İnovasyon ve ArGe desteğinin önemine değinen Mert, bu alanda son derece başarılı bir kariyere de sahip.
Mert'ten sonra ise sırada ben vardım.
Endüstriyel teknolojiler ve ulusal güvenlik algılarındaki dönüşümden bahsettiğim sunumumda öncelikle endüstriyel teknoloji ve ArGe süreçlerini özetledim. Ürün ömür devri döngüsü ve bu döngünün bilişim teknolojileri ile desteklendiği modern tasarım, geliştirme ve üretim sistemlerini anlattım. CAD/CAM, tersine mühendislik, hızlı prototipleme gibi teknolojilerle desteklenen ürün geliştirme döngüsünün, maliyet düşürücü etkisini izah etmeye çalıştım.
Ardından ise bu süreçlerin en yoğun uygulandığı sektörlerin başında gelen havacılık ve uzay teknolojilerindeki gelişmeleri dinleyicilerle paylaşmaya çalıştım. 1940'ların mekanik-yoğun hava taşıtlarının 1960'lardan itibaren elektro-mekanik ağırlıklı hale geldiklerini, 1990'lardan itibaren ise mikroçip ve nanoteknoloji içeren, çok daha verimli, etkili ve aynı zamanda maliyetli sistemlere evrimini özetlemeye çalıştım. Bilişim teknolojilerinin bu süreçteki etkisini aktardım.
Havacılık - uzay teknolojilerinden ise odağı, savunma ve güvenlik teknolojilerine indirgeyerek, 20. yüzyıla damgasını vuran Soğuk Savaş'ın bu alandaki baskın etkisini, ardından 1990'larla başlayan yeni sürecin savunma bütçe ve teknolojilerine etkisini vurguladım. PMC ve PFI etkenleri ile özelleşmekte olan savaşın, gelişen muhabere, sensör ve insansız sistem teknolojileri ile çok daha küçük ancak vurucu etkisi artmış orduları mümkün kılabileceğini vurguladım.
Son olarak ise bu dönüşümün, ulusal güvenlik ve jeopolitik eksendeki yansımasına değindim. Soğuk Savaş döneminde dünyanın kendisinin bir savaş alanı olduğunu, 21. yüzyılla birlikte eşzamanlı hegemonya mücadelelerinin, mikro ittifaklar ve mikro çatışmaların ön plana çıktığını, asimetrik tehdit, doğal afet gibi pertürbasyonların ulusal güvenliğe çok daha büyük tehdit haline geldiğini ve sosyal medya, Google Earth, bilişim teknolojileri gibi unsurların bireyin etki alanı ve gücünü muazzam derecede artırdığını savundum. Son olarak da savunageldiğim "Dört Deniz" konseptinden bahsederek, Türkiye'nin yaşamsal çıkarlarını savunması için kendisini çevreleyen dört deniz havzasında söz sahibi olması gerektiğine inandığımı belirttim.
Dinleyicilerin sabır ve sebatini zorlamamak adına vurgulamayı düşündüğümüz bazı husuları "sonra"ya bırakmak zorunda kaldık. Aslında fena da olmadı bu, zira aynı anda hem sinüzit hem de faranjitten muzdarip bünyem daha fazlasını kaldırmayabilirdi.
Yine de kendi adıma çok hoş bir tecrübe oldu; Mert ve Emre, sunumları ile ilham verdiler. Organizasyon belki daha başarılı olabilir, katılım daha nitelikli ve yoğun olabilirdi ama bu benim için sorun değil. Bir kişiye bile kafasında bir soru sordurabilmiş, bir şeyleri araştırma enerjisi verebilmişsem mutlu olurum.
Mert'ten sonra ise sırada ben vardım.
Endüstriyel teknolojiler ve ulusal güvenlik algılarındaki dönüşümden bahsettiğim sunumumda öncelikle endüstriyel teknoloji ve ArGe süreçlerini özetledim. Ürün ömür devri döngüsü ve bu döngünün bilişim teknolojileri ile desteklendiği modern tasarım, geliştirme ve üretim sistemlerini anlattım. CAD/CAM, tersine mühendislik, hızlı prototipleme gibi teknolojilerle desteklenen ürün geliştirme döngüsünün, maliyet düşürücü etkisini izah etmeye çalıştım.
Ardından ise bu süreçlerin en yoğun uygulandığı sektörlerin başında gelen havacılık ve uzay teknolojilerindeki gelişmeleri dinleyicilerle paylaşmaya çalıştım. 1940'ların mekanik-yoğun hava taşıtlarının 1960'lardan itibaren elektro-mekanik ağırlıklı hale geldiklerini, 1990'lardan itibaren ise mikroçip ve nanoteknoloji içeren, çok daha verimli, etkili ve aynı zamanda maliyetli sistemlere evrimini özetlemeye çalıştım. Bilişim teknolojilerinin bu süreçteki etkisini aktardım.
Havacılık - uzay teknolojilerinden ise odağı, savunma ve güvenlik teknolojilerine indirgeyerek, 20. yüzyıla damgasını vuran Soğuk Savaş'ın bu alandaki baskın etkisini, ardından 1990'larla başlayan yeni sürecin savunma bütçe ve teknolojilerine etkisini vurguladım. PMC ve PFI etkenleri ile özelleşmekte olan savaşın, gelişen muhabere, sensör ve insansız sistem teknolojileri ile çok daha küçük ancak vurucu etkisi artmış orduları mümkün kılabileceğini vurguladım.
Son olarak ise bu dönüşümün, ulusal güvenlik ve jeopolitik eksendeki yansımasına değindim. Soğuk Savaş döneminde dünyanın kendisinin bir savaş alanı olduğunu, 21. yüzyılla birlikte eşzamanlı hegemonya mücadelelerinin, mikro ittifaklar ve mikro çatışmaların ön plana çıktığını, asimetrik tehdit, doğal afet gibi pertürbasyonların ulusal güvenliğe çok daha büyük tehdit haline geldiğini ve sosyal medya, Google Earth, bilişim teknolojileri gibi unsurların bireyin etki alanı ve gücünü muazzam derecede artırdığını savundum. Son olarak da savunageldiğim "Dört Deniz" konseptinden bahsederek, Türkiye'nin yaşamsal çıkarlarını savunması için kendisini çevreleyen dört deniz havzasında söz sahibi olması gerektiğine inandığımı belirttim.
Dinleyicilerin sabır ve sebatini zorlamamak adına vurgulamayı düşündüğümüz bazı husuları "sonra"ya bırakmak zorunda kaldık. Aslında fena da olmadı bu, zira aynı anda hem sinüzit hem de faranjitten muzdarip bünyem daha fazlasını kaldırmayabilirdi.
Yine de kendi adıma çok hoş bir tecrübe oldu; Mert ve Emre, sunumları ile ilham verdiler. Organizasyon belki daha başarılı olabilir, katılım daha nitelikli ve yoğun olabilirdi ama bu benim için sorun değil. Bir kişiye bile kafasında bir soru sordurabilmiş, bir şeyleri araştırma enerjisi verebilmişsem mutlu olurum.
4 yorum:
2005 yılından beri sizi ortalama 264 bin kişi ziyaret etmiş. Haydi 64 bin kişiyi (ikişer, üçer kez ziyaret edenler) takipçileriniz olarak kabul edersek bence bunca araştırma ve çalışmanıza karşın az bir sayı. Ülkemizde senelerdir TV programları üzerinden formatlanan yığınların sürüklendiği nokta ortada.. Kanımca bu ziyaretçi sayınızı sizi üzmek adına değil toplumun duyarsızlığını belirtmek adına yazdım. En azından 2 milyon ziyaretçi olmalıydı.
Takdiriniz için teşekkür ederim. Doğru, Siyah Gri Beyaz'ın çok yüksek bir rating'i yok. Ancak bu beklenmedik ya da sürpriz bir şey değil. Zira bu blog'da ele almaya çalıştığım konuların çok geniş bir izleyici kitlesi bulunmuyor aslında. "İzleyici kitlesi"nden ise, bu konuları düzenli takip eden, okuyan, merak eden herkesi kastediyorum. Yoksa mesela Kanal İstanbul projesi ile ilgili yazı yazdıktan sonra muazzam bir ziyaretçi akını oldu Siyah Gri Beyaz'a.
Bu vesile ile Siyah Gri Beyaz'a ait bazı istatistikleri de paylaşmak isterim. Bunları sene başında ayrıca yayınlamayı düşünüyorum zaten.
Siyah Gri Beyaz'ın 2011 ilk 10 ayında günlük ortalama tekil ziyaretçi sayısı 200 - 250 arasında idi. En yüksek ziyaretçi sayısı (tam olarak hatırımda değil) 9,000 küsür ile Nisan ayında gerçekleşti. Son iki aydır günlük ortalama tekil ziyaretçi sayısı 300 - 350 arasında seyrediyor.
Siyah Gri Beyaz'ın yayın hayatı iki aşamalı: 2007'den öncesi ve sonrası şeklinde. 2007'ye kadar toplam 50,000 gibi bir miktara ulaşmıştı. kalan 210,000 küsür ziyaretçi Temmuz 2007'den bu yana geldi.
2011'de Siyah Gri Beyaz'ın toplam ziyaretçi sayısı yaklaşık 88,000 civarında.
Bugün itibariyle Siyah Gri Beyaz'ın Facebook sayfasında 300, Twitter sayfasında ise 104 takipçi bulunuyor. Bu toplam 404 sayısından aynı kimlikleri (hem Facebook hem Twitter'dan takip edenler) ile sadece "Follow / Like" tuşuna bir şekilde basmış ancak takip etmeyenleri çıkarırsak (yarı yarıya sanırım makul bir filtre olur), sosyal medyada Siyah Gri Beyaz'ı takip eden kullanıcı sayısı 200 +/- 20 gibi bir rakam olur.
Siyah Gri Beyaz'ın ziyaretçi trafiğinin esas kaynağını Google arama motoru oluşturuyor. Bunu azalan oranlarda Ekşi Sözlük, TRMilitary, TRDefence ve Savunma ve Strateji siteleri takip ediyor. Siyah Gri Beyaz'ın alt yapısı Blogger olduğu ve Blogger bir Google yan uygulaması olduğu için arama sonuçlarından daha kolay erişilebiliyor. Bu da site trafiğini artırıyor.
Ancak Siyah Gri Beyaz'ı düzenli takip eden kullanıcı sayısı çok daha düşük tabi ki: Öncelikle yukarıda bahsettiğim çok spesifik konulara odaklanmış olmasından dolayı. Bir diğer sebep ise sadece Türkçe dilinde yayın yapması, İngilizce olmaması.
İlginiz ve takdiriniz için tekrar teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla
Cevabınız için teşekkür ederim. NTV ödülleriyle beraber site umarım daha fazla ilgiye mazhar olur.
Teşekkürler, ancak Siyah Gri Beyaz ne yazık ki Blog Ödülleri'nde ilk üçe giremedi.
Yorum Gönder