29/12/2005

50 Bin Lira

İlk yudumunu aldığım bayat kahvenin fincanını indirince fark ettim onu. Kim bilir ne kadar zamandır oradaydı, ama benim evrenime o anda girmişti. Aslında görünmesi, fark edilmesi bile çok zordu: Hava rengindeki gömleğinin üzerine toz rengi kazak, onun üzerine su rengi yelek, onun da üzerine toprak rengi ceket giymişti. Bu giysilerin kaç kış, kaç güz gördüğünü tahmin etmek zordu; kendisinden bile yaşlılardı muhtemelen. O kadar eskilerdi ki, sanki çatlamış derisinin bir uzantısı olmuşlardı.

Yüzüne, yılların yüzünden arta bıraktığı abideye baktım. Göz çukurları kelimenin tam manasıyla çukurlaşmıştı. İçlerindeki bir çift mavi gözün büyüleyiciliği yıllar önce sönmüş olmalıydı, çakır hayaleti gibiydiler. Anlam aramak boşunaydı o hayaletlerde. Beyaz sakalları kasketinin altından görünen saçları ile aynı uzunluktaydı: Ne uzun ne kısa. Varlığından arda kalan her şey gibi; ne çok ne az. Ne var, ne de yok. Ölüm ile hayat arasına sıkışmış gibi.

Kahvemden ikinci yudumu aldığım sırada çakır hayaleti gözleri yere yöneldi, yeri taramaya başladılar. Oturduğu sandalyeden sola kaydı hafifçe, parmak uçları ile yeri yokladı. Bir şey arıyor gibiydi ama hareketleri o kadar sönük, o kadar cılızdı ki, bir şeyi gerçekten aradığını söyleyebilmek çok zordu. Çabaları gittikçe daha da belirginleşti, aramaya devam ettikçe daha da canlandı sanki. Kafasını yavaşça yere yöneltti, ayaklarının dibine bakmayı başardı. Kahvemi unuttum, otogardaki tüm telaşı, ayağımın dibindeki çantamı, otobüsümün saatini unuttum. Karşımdaki insanüstü çaba büyülemişti beni, esir olmuştum.

Bu sırada toprak kadar yaşlı görünen adam yere iyice eğilmiş, iki eliyle beton zemini tarıyordu. Yere kapaklanması için biraz daha kuvvetli nefes alması yetecek gibi görünüyordu.

Kendimi toparladım. İçimden adama yardım etmek, ne kaybettiyse bulmasına yardım etmek geldi. Bu şekilde kendini zorlaması içimi acıtıyordu. Garip, bir fidan gibi görünüyordu. Rüzgar biraz kuvvetli esse köküyle birlikte savrulacak bir fidandı. Fidan gençliğin sembolü değil miydi ama?

- Amca bir şey mi kaybettin, yardım edeyim?
- He?
- Bir şey mi kaybettin amca, yardım edeyim?
- He he.. 50 bin Lira vardı, düştü yere.
- Dur bakayım, neredeymiş...

Hiç bir yerdeydi. Yerde para yoktu. İronik bir şekilde, kalabalık otogarın o köşesinde yerde madeni para rolü oynayabilecek bir toz birikintisi bile yoktu. Amca, ellerini olmayan bir şeyi aramak için yere sürüyordu.

- Amca yok burada para, yanlışın olmasın?
- He?
- Para diyorum, burada para yok.
- ...

Çakır hayaletleri gözlerimin içine baktı, ama bu amaçla bana çevrilmemişlerdi sanki. Gözlerimin olduğu yerde binlerce 50 bin Lira da olsa aynı şekilde bakacaklardı sanki.

Amcanın gözleri anlamları ile birlikte görme yetisini de uzun süre önce kaybetmiş olmalıydı.

Cebimden çıkardığım bir madeni parayı hafifçe yere bıraktım. 50 bin Lira olup olmadığı önemli değildi. Sonra da bulmuş gibi yaptım. Donuk mavi gözler bu sahtekarlığımı fark etmeyecekti nasılsa.

- Bak amca buradaymış, buldum.
- He?
- Buldum, buldum.. Bak paran!
- Sağol.

Beklediğim şekilde, gözlerde herhangi bir tatminin ya da rahatlamanın izine rastlamadım. Parayı yavaşça cebine koydu, solgun bir şekilde boşluğa bakmaya kaldığı yerden devam etti.

Yerime oturdum. Kahvem çoktan soğumuştu, zaten nedense artık içmek içimden gelmiyordu. Yaşlı adam tam karşımdaydı. Sonra birden, şaşırtıcı derecede hızlı bir biçimde sandalyesinden doğruldu, yere çömeldi ve emekleme pozisyonu aldı. Elleri ve dizleri ile yeri süpürmeye başladı. İçim acımaktan öte artık sıkışıyordu sanki. Fırlayıp kollarına girdim. Tüy kadar hafifti. Kaldırıp sandalyesine geri oturttum.

- Amca ne yapıyorsun, paranı bulduk ya?
- Mermi geliyor, mermi.
- Ne?
- Mevzi alayım, mermi geliyor.
- Ne mermisi amca?
- ... Param var idi, 50 bin Lira. Yere düştü.

Kafam allak bullak oldu. Bir şey düşünemez, yapamaz hale geldim. Tam o sırada yetişen çaycı beni bu şok durumundan kurtardı.

- Yahu gazi amca, bulamadın mı hala 50 bin Lira'yı? Buyur bak ben ocakta buldum, oraya yuvarlanmış.
- He?..
- Ocak diyorum, ocağa yuvarlanmış, al paranı!...
- Amca.. rahatsız galiba?..

Görünen o ki, anlamlı cümle kurabilme yetim de yerinde değildi.

- Bu amca gazi, Kore gazisi. Savaşta mevzisinde şarapnel patlamış, arkadaşları parçalanmış, bunun da gözleri yarı yarıya kör olmuş, kulağı yarı sağır. Sonra esir düşmüş, eziyet çekmiş. Bırakmışlar bunu; ödül, madalya almış. Bağı, bahçesi varmış. Dönünce iyi kötü geçinmiş. Ama kocayınca kızları sahte vekaletname hazırlamışlar, banka cüzdanını da alıp her şeyini çekmişler. Kalan aklını da o zaman kaybetmiş. Evi, barkı, kimsesi yok. Kızları İstanbul'da, ama arayıp sormazlar. Bu da kaç yıldır bu otogarda yatıp kalkar, yazıhaneler yemek verir. Bir köşede oturur, aklına estikçe güya yere düşen 50 bin Lira'yı arar. Kızlar bunu evden kovduğunda, cebinde 50 bin Lira'dan başka bir şeyi yokmuş diyorlar.

- Bu cebimden aşağı yuvarlanıyor hep bu para..
-...

- "İstanbul yolcusu kalmasın, İstanbul!"

Amcayı ve boğazıma yumruk atan hikayesini arkamda bırakarak otobüse bindim. Çay ocağına bakmamak için kendimi zorladım, çok çaba harcadım. Kafamı çevirdiğim anda o toprak kadar yaşlı çakır hayaletini yine eğilmiş, elleriyle yeri süpürürken görmekten korktum. Yaşlılığın, unutulmuşluğun, ihanetin, kahrın abidesini tekrar görmekten korktum. Önüme baktım, kafamı hiç çevirmedim, çeviremedim.

Önüme baktım, yere değil.



Merzifon otogarındaki yaşlı amcaya ithafen... Mutlu yıllar kahraman...

26/12/2005

Glory to the Turks!

By Gary Brecher



Last week a poll came out showing that 70% of Turks hate America and consider it their biggest enemy.

It's not hard to understand what turned them against America. We've taken Turkey for granted for a long time. They're paying the price for their loyalty to America; since they never give us any trouble, we never listen to them, even when they begged us not to turn their neighborhood into a war zone.

The Turks' biggest worry is the way we've been messing with the Kurds. We've psyched the Kurds up into thinking they'll get an independent homeland. There are 15 million rebellious Kurds in eastern Turkey, and they've been absorbing all that dangerous talk and oiling up their AKs, getting ready to take it to the man.

22/12/2005

In Retrospect: The Employment of Antiship Missiles

Lieutenant Commander Asen N. Kojukharov, Bulgarian Navy


AMBUSH AT SEA AS A CONCEPT has a great deal to do nowadays with the first successful employment of antiship missiles in 1967. A closer look at history shows that this relationship is not coincidental but rather a phenomenon that developed along with the methods of naval warfare used by light forces. Although thirty years have passed since that memorable event, it is still of great interest today, which is why the world press is giving due attention to the date that marks the onset of missile deployment in naval operations.

12/12/2005

Türkiye, Ulusal Güvenlik Sorunları ve TSK Modernizasyon Stratejisi Üzerine bir Denemeye Giriş Denemesi

Türkiye'nin ajandasındaki belli başlı güvenlik sorunları / konuları şu şekilde özetlenebilir:

1. Komşularla ve bölge ülkeleri ile ilişkiler
2. Terörizm
3. Kitle İmha Silahları
4. Uyuşturucu ticareti, insan ticareti / yasadışı göç, kaçakçılık vs.

Bu çerçevede:

09/12/2005

Turkish Air Force Order of Battle: 1939 - 1945

I've been conducting a research about Turkish Armed Forces order of battle and inventory during World War II. Here is the first part of Turkish Air Force Order of Battle section. My primary sources in this section are "Turkish Military Aircraft Since 1912" by Ole Nikolajsen, Ucanturk aviation magazine and ATASE (Askeri Tarih ve Stratejik Etud - Military History and Strategic Studies) publications of Turkish Joint Staff. I'm open for any corrections and feedback.



06/12/2005

Darth Vader'ın Irak'ta Ne İşi Var?

Star Wars'ı ve efsanevi kötü karakteri, Sith lordu, karanlıkların efendisi Darth Vader'i bilmeyen yoktur herhalde. Karizmatik ses tonu (James Earl Jones sağolsun), uzun boyu ve insanları boğuşu onu daha bir korkutucu ve etkileyici kılıyordu şüphesiz. Ancak onu etkileyici bulanlar arasında biri vardı ki...