Soğuk Savaş, günümüz jeopolitik ve askeri değerlendirmelerinde giderek artan bir hızda, bitiş tarihi ile sınırlı bir anılma biçimine sahip olmakta. Kabaca İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan 1990'ların başlarına kadar süren bu dönem, politika, ekonomi ve kültürden öte, askeri teknoloji ve taktiklerin en başta gelen belirleyici unsuru oldu.
Avrupa'da NATO ve Varşova Paktı ülkeleri arasında gerçekleşecek bir silahlı çatışma olasılığı, her iki tarafın da sahip olduğu nükleer silahlar nedeniyle küresel ölçekte bir riski barındırmaktaydı. Taraflar dünyanın diğer bölgelerindeki "vekâleten savaşlar" ("proxy wars") aracılığı ile belki, bu mütemadiyen biriken enerjiyi boşaltarak söz konusu riski bertaraf ettiler. Ancak Avrupa merkezli bir savaş tehlikesi her daim baki kaldı.
Avrupa'da NATO ve Varşova Paktı ülkeleri arasında gerçekleşecek bir silahlı çatışma olasılığı, her iki tarafın da sahip olduğu nükleer silahlar nedeniyle küresel ölçekte bir riski barındırmaktaydı. Taraflar dünyanın diğer bölgelerindeki "vekâleten savaşlar" ("proxy wars") aracılığı ile belki, bu mütemadiyen biriken enerjiyi boşaltarak söz konusu riski bertaraf ettiler. Ancak Avrupa merkezli bir savaş tehlikesi her daim baki kaldı.
Böyle bir savaşın neden ve nasıl gerçekleşebileceğine dair bir senaryoyu ele alan, Tom Clancy'nin 1986 tarihli "Red Storm Rising"[1] (Yükselen Kızıl Fırtına) isimli romanı, kitaplığımın nadide parçalarından biridir. Edebi değeri belki çok yüksek olmayan bu kitabı, konusunu, NATO ve Varşova Paktı orduları arasında gerçekleşmesi muhtemel geniş ölçekli bir savaşı tasvir etme şeklinden dolayı çok beğenirim. Clancy romanında, askeri taktik ve teknolojilerin muhtemel bir silahlı çatışmanın gidişatını çok ayrıntılı ve gerçekçi biçimde betimlemiş; ikmâl, coğrafya, hava şartları gibi etkenlerin belirleyici rolünü keskin bir biçimde göz önüne sermiştir.