"Hey Rob, dünkü maç ne oldu?"
"Rangers, Brewers'ı ezdi. Milwaukee hiç bu kadar aşağılanmamıştı herhalde"
"Texas sürpriz yapmadı da diyebiliriz aslında"
Zulasında sakladığı birasını açarken John, Rob'un tespitini ince ve alaycı bir gülümseme ile onayladı. Rob'a da bir kutu uzattı ama arkadaşı reddetti. İstemediğinden değil, misafiri oldukları ülkedeki kısıtlı bira kaynaklarını idareli kullanması gerektiğini bildiği için.
Dondurucu çöl gecesinde biraya fazla da ihtiyacı yoktu zaten.
Hızlı yudumlarla birasını çabucak bitiren John gözlerini ovuşturarak ekrana baktı. Rob ise önceki gece kalibrasyon için söktükleri devre kartını inceliyordu. Kart kalibrasyonundan nefret eden arkadaşının şimdiden sıkıldığını hisseden John, onu sohbetle oyalamaya karar verdi:
"Sence savaş çıkacak mı?"
"Sanmıyorum. Adam ülkesini 8 senede mahvetti zaten. Sanırım bağırıp çağırıp tehditlerle istediğini koparmaya çalışacak"
"Umarım öyle olur. Ama her halükarda bir an önce defolup gitmek istiyorum."
"Ev sahiplerimiz iyi para veriyorlar, benim şikayetim yok".
"Ev sahiplerimiz TCOM'a iyi para veriyorlar. TCOM bize hakettiğimizi vermiyor bence"
Rob sessiz kalarak onayladı. TCOM'un Kuveyt'ten aslında resmî sözleşme bedelinden çok daha fazla para aldığı, derin bağlantıları olduğu gibi dedikodular zaten kafasını yeterince karıştırmıştı. Tüm bu ilişkiler yumağında kendini ucuz bir paralı asker gibi hissediyordu. Elektronik mühendisliği derecesi almak için uğraştığı senelerin karşılığı, üzerine radar takılı bir zeplinin düşük maaşlı operatörlüğünü, hem de bir çölün ortasında yapmak olmuştu. Kendini sıklıkla kendine ihanet etmiş gibi hissetmeye başlamıştı. Keşke Honeywell'den gelen teklifi kabul etseydi...
"Rob bu nedir sence?"
John'un ekranda gösterdiği parıltıya bakan Rob'un gözleri yuvalarından fırladı. Deneyimi, ekranda gördüğünün John'un az önceki sorusunun yanıtını almış olduklarını söylüyordu.
Ekranda, yukarıdan aşağıya doğru akmakta olan, en az birkaç kilometre uzunluğunda metal bir kütle görünmekteydi. Ağır ağır akan parlak ve kalın bir nehir gibi Mutla Tepesi'ne doğru iniyordu. Bu kadar yoğun bir görüntüye ancak tek bir şey neden olabilirdi: Yüzlerce tank, zırhlı araç ve kamyondan oluşan bir konvoy. Korktukları başlarına gelmişti.
Telefona sarılan Rob hemen Kuveyt'teki Amerikan askeri misyonu USLOK'un komutanını aradı.
"Albay Mooneyham? Özür dilerim efendim, gecenin 11'inde rahatsız etmek istemezdim ancak çok önemli bir durum var"
"Sorun değil.. Nedir durum?"
"Efendim, Balondaki radarımız Irak sınırından güneye doğru çok büyük bir mekanize birlik hareketi tespit etti. Doğruca sınırı geçmek üzere ilerliyorlar"
"Emin misiniz?"
"Evet efendim. Şu anda saat 11. Bu hızla ilerlemeye devam ederlerse saat 01 gibi Abdali Otoyolu'na ulaşırlar"
"Tamam. Siz balonun istasyonla bağlantısını kesin ve derhal orayı terkedin. Büyükelçiliğe ulaşmaya çalışın. Ben ilgili yerleri bilgilendireceğim".
"Rangers, Brewers'ı ezdi. Milwaukee hiç bu kadar aşağılanmamıştı herhalde"
"Texas sürpriz yapmadı da diyebiliriz aslında"
Zulasında sakladığı birasını açarken John, Rob'un tespitini ince ve alaycı bir gülümseme ile onayladı. Rob'a da bir kutu uzattı ama arkadaşı reddetti. İstemediğinden değil, misafiri oldukları ülkedeki kısıtlı bira kaynaklarını idareli kullanması gerektiğini bildiği için.
Dondurucu çöl gecesinde biraya fazla da ihtiyacı yoktu zaten.
Hızlı yudumlarla birasını çabucak bitiren John gözlerini ovuşturarak ekrana baktı. Rob ise önceki gece kalibrasyon için söktükleri devre kartını inceliyordu. Kart kalibrasyonundan nefret eden arkadaşının şimdiden sıkıldığını hisseden John, onu sohbetle oyalamaya karar verdi:
"Sence savaş çıkacak mı?"
"Sanmıyorum. Adam ülkesini 8 senede mahvetti zaten. Sanırım bağırıp çağırıp tehditlerle istediğini koparmaya çalışacak"
"Umarım öyle olur. Ama her halükarda bir an önce defolup gitmek istiyorum."
"Ev sahiplerimiz iyi para veriyorlar, benim şikayetim yok".
"Ev sahiplerimiz TCOM'a iyi para veriyorlar. TCOM bize hakettiğimizi vermiyor bence"
Rob sessiz kalarak onayladı. TCOM'un Kuveyt'ten aslında resmî sözleşme bedelinden çok daha fazla para aldığı, derin bağlantıları olduğu gibi dedikodular zaten kafasını yeterince karıştırmıştı. Tüm bu ilişkiler yumağında kendini ucuz bir paralı asker gibi hissediyordu. Elektronik mühendisliği derecesi almak için uğraştığı senelerin karşılığı, üzerine radar takılı bir zeplinin düşük maaşlı operatörlüğünü, hem de bir çölün ortasında yapmak olmuştu. Kendini sıklıkla kendine ihanet etmiş gibi hissetmeye başlamıştı. Keşke Honeywell'den gelen teklifi kabul etseydi...
"Rob bu nedir sence?"
John'un ekranda gösterdiği parıltıya bakan Rob'un gözleri yuvalarından fırladı. Deneyimi, ekranda gördüğünün John'un az önceki sorusunun yanıtını almış olduklarını söylüyordu.
Ekranda, yukarıdan aşağıya doğru akmakta olan, en az birkaç kilometre uzunluğunda metal bir kütle görünmekteydi. Ağır ağır akan parlak ve kalın bir nehir gibi Mutla Tepesi'ne doğru iniyordu. Bu kadar yoğun bir görüntüye ancak tek bir şey neden olabilirdi: Yüzlerce tank, zırhlı araç ve kamyondan oluşan bir konvoy. Korktukları başlarına gelmişti.
Telefona sarılan Rob hemen Kuveyt'teki Amerikan askeri misyonu USLOK'un komutanını aradı.
"Albay Mooneyham? Özür dilerim efendim, gecenin 11'inde rahatsız etmek istemezdim ancak çok önemli bir durum var"
"Sorun değil.. Nedir durum?"
"Efendim, Balondaki radarımız Irak sınırından güneye doğru çok büyük bir mekanize birlik hareketi tespit etti. Doğruca sınırı geçmek üzere ilerliyorlar"
"Emin misiniz?"
"Evet efendim. Şu anda saat 11. Bu hızla ilerlemeye devam ederlerse saat 01 gibi Abdali Otoyolu'na ulaşırlar"
"Tamam. Siz balonun istasyonla bağlantısını kesin ve derhal orayı terkedin. Büyükelçiliğe ulaşmaya çalışın. Ben ilgili yerleri bilgilendireceğim".