29/12/2014

Başlıksız

Eser: Reading Alone
Tito Lessi

Yıllar önce yazdığım yazılara ve aldığım notlara göz gezdirdiğimde sıkça "ben bunu ne zaman yazmışım?" ya da "bunu yazarken ne düşünmüşüm?" gibi sorular sorduğum oluyor. Hatta daha da artan sıklıkta, unutmuş olduğumu farkettiğim bir bilgiyi görüyor, hafızamın tozlanmış raflarına kendi kendime üflüyorum.

Her geçen yıl daha da fazla oluyor bu. Geçmişteki ben, şimdiki bana bir şeyler anlatıyor, gösteriyor, öğretiyor.

Arkada kalan ben her yıl daha fazla şey öğreniyor ve her yeni yıl doğan bilgisiz, cahil ve zayıf bana öğretmeye çabalıyor. Kum saati gibi.

Siyah Gri Beyaz okurunun da bir önceki yıldan daha fazla öğrendiği ve öğrettiği bir yıl geçirmesini temenni ederim.

25/12/2014

Sonuçsuz Kalmış Bir Havacılık Sanayii Girişimi: Pinto'nun Türkiye Macerası

Pinto / Super Pinto Türkiye'de üretilip hizmete girseydi
nasıl görünürdü?
Çizim: Arda Mevlütoğlu
Türk havacılık sanayii, çok sayıda yarım kalmış projeyle dolu. Bunlardan bazıları ekonomik ya da siyasi sebepler, bazıları öngörüsüzlük, vizyonsuzluk ya da kolaycılık, bazıları ise sadece gaflet ve dalalet nedeniyle akamete uğramış.

Geriye dönüp "olsaydı ne olurdu" sorusunu tekrar tekrar sormak faydasız. Ancak geçmişteki süreçler ve yaşanan tecrübeler sağlıklı, objektif ve mantıklı bir şekilde tahlil edilebilirse, aynı hataların tekrarlanması riskinin önüne geçilebilir. Ne yazık ki bu risk hala devam ediyor.

İşte böyle bir (başka) tecrübe de, Super Pinto hafif jet eğitim uçağının yurtiçinde üretimi için yapılan girişim.

23/12/2014

Palavra Dedektörü: Uçaksavarı Kıtalararası Füzeye Dönüştürmek!


Siyah Gri Beyaz'da yazı frekansını artırmak için bir "hinlik" düşündüm: Basın takibi. Başta günlük basın olmak üzere, savunma ve güvenlik alanındaki haber ve makalelerdeki yanlış bilgi, propaganda ya da vahim hataları elimden geldiğince tespit edip ifşa etmeye çalışacağım. F-16 resmi yerine Mirage koymak gibi (malesef) vahim sınıfına sokamadığım hatalardan ziyade safsata, abartı ya da okuyucuya psikolojik harp niteliği taşıyan çöpleri hedefliyorum.

Türk basınının içinde bulunduğu lağım çukuru, bana bol malzeme vereceğe benziyor.

İlk örneğimiz, hükümet bültenlerinden Haber7.com sitesinden

13/12/2014

09/11/2014

Tank, Tank Tasarımı ve Tankı Tasarlayanlar

Perşembe günü (6 Kasım) Gazi Üniversitesi Otomotiv Mühendisliği bölümü bünyesindeki Otomotiv Bilim ve Teknoloji Topluluğu kulübünün davetlisi olarak "Ana Muharebe Tankı Tasarımı" başlıklı bir konferans verdim. Konferansa ilgi beklediğimden de yüksekti. Bu beni hem çok memnun etti hem de heyecanlandırdı.

Konferansta tankın tarihçesi, tasarımını belirleyen parametreler ve tank tasarımının geleceği üzerine genel bir çerçeve çizmeye çalıştım. Konu oldukça kapsamlı ve karmaşık, dolayısıyla tankla ilgili her şeyi 1 saat gibi bir sürede aktarmak mümkün değildi. Bunun yerine, öğrencilere tank tasarımının ana hatlarını, tankı oluşturan bileşenleri ve bunların birbirleri ile ilişkilerini anlatmaya çalıştım.

Tank, gerek otomotiv sanayii ile ilişkisi, gerek görsel özellikleri gerekse de heybeti ile savunma teknolojilerine meraklıların en çok ilgisini çeken platformlardan. Kara muharebesindeki sonuç alıcı niteliği nedeniyle de modernizasyon ve tedarik programlarının öncelik listesinde üst sıralarda yer alıyor. Nitekim Türkiye'nin de savunma projeleri arasında en önemli ve iddialılarından biri, Milli İmkânlarla Ana Muharebe Tankı Üretimi (MİMTÜ) projesiyle geliştirilen Altay. Altay'ın halen prototip testleri devam etmekte.

Konferansa ilgi duyan öğrencilerin önemli bir kısmı birinci ve ikinci sınıfa devam ediyordu. Bunun da üzerime ayrıca bir sorumluluk yüklediğini hissettim. Zira Türk savunma sanayii kritik bir yol ayrımına doğru ilerlemekte. Eğer insan kaynakları hızla hem nitelik hem de nicelik bakımından geliştirilmezse bütün kazanımların heba olması işten bile değil.

Zira çok sayıda ve iddialı projeleri gerçekleştirmek, sürdürmek ve geliştirmek için gerekli insan kaynağına sahip değiliz. Eğer kazanımları geliştirerek korumak için nitelikli insan kaynağına yatırım yapılmazsa, Türkiye bir prototipler cenneti olabilir. Tank özelinden gidecek olursak:

Bir tankın hareket kabiliyetini tanımlayan ana alt sistemler motor, aktarma organı (transmisyon), hız düşürücü (tork konvertör), cer dişlisi, süspansiyon ve palettir. Bu bileşenlerin her biri ayrı bir uzmanlık alanıdır. Tankın teknik ve taktik isterleri nedeniyle bu sistemlerden beklenen performans her geçen dönem daha da artmakta ve zorlayıcı olmaktadır. Dolayısıyla bu sistemlerin her birini, bir tankın maruz kalacağı ortam ve performans koşularına dayanabilecek şekilde üretebilecek makina, metalürji ve elektronik mühendisliği birikimine sahip olan ülke sayısı düşmektedir. Başka bir ifade ile günümüzde sayılan bu sistemleri üretebilecek kapasite ve birikime sahip ülke sayısı bir elin parmağını geçmemektedir.

Çünkü bu bir avuç ülke, 80, 90 yıldır tank üretmekte, savaşlarda kullanmakta, alınan dersler ışığında geliştirmekte, mühendislik altyapı ve birikimini geliştirmektedir. Bugün dünyanın en gelişmiş tankları kabul edilen Leopard 2, M1, T-90 gibi tankların her bir alt sistem ve parçasında 20'nci yüzyılın neredeyse tüm savaşlarının, teknoloji ve bilim birikiminin izi bulunmaktadır. Bu tankları üreten ülkeler, sıfırdan tank geliştirmemiş, otomotiv ve ağır makina sanayilerinin birikimi ve potansiyeli ile tank geliştirmişlerdir.

Bu tanklarla rekabet edebilecek kapasitede bir ürün ortaya çıkarmaya çalışmış Türkiye ise, lisans altında üretime dayalı otomotiv sanayii ve daha önce ulusal bir tank kapsamlı modernizasyon ve üretimine imza atmamış savunma sanayii ile MİMTÜ projesine soyunmuştur. Diğer tank üreticisi ülkelerle arayı kapatmak için tek yol, ArGe, inovasyon ve öğrenmeye yatırım yapmaktır.

Zira kritik teknolojiler transfer edilmez, paylaşılmaz ya da öğretilmez. Transfer edilir gibi, paylaşılır gibi ya da öğretilir gibi yapılır. Ama hiçbir şirket, bir tank namlusunu nasıl döktüğünü ya da stabilizasyon sistemini nasıl geliştirdiğini, dost ve kardeş bile olsa başka bir ülke ile paylaşmaz. Her koyun kendi bacağından asılır. Her ülke, kritik teknoloji ve bilgi birikimini kendi kurmak ve geliştirmek zorundadır. Ve bunu bağımsız bir şekilde başarmak zorundadır.

Yani çözüm, bu konularda araştıran, düşünen, yazan - çizen, proje çizen, üretim yapan insan sayısını artırmaktır. Eğer Türkiye ana muharebe tankından uyduya, savaş gemisinden jet savaş uçağına neredeyse tüm savunma sistemlerini kendi başına geliştirmek, üretmek istiyorsa buna mecburdur. Savunma sanayiine ilgi duyan mühendis sayısının artması bunun için başlangıçtır. Örneğin tank için makina, metalurji, otomotiv mühendisliği gibi dallardaki öğrenciler araştırmaya, proje geliştirmeye, sektör şirketlerinde staj yapmaya teşvik edilmelidir.

Treni tamamen kaçırmış durumda değiliz. Teknolojinin gelişme hızı nedeniyle bazı alanlarda, gelişmiş ülkelerle aynı şeyleri aynı anda öğrenen konuma gelebiliyoruz. Geliştirilen teknik ve teknolojiler bu ülkeler kadar olduğu için bizim için de yeni oluyor. Burada öğrenme, özümseme ve üretim hızını artırabilirsek açığı hızla kapatabiliriz.

Burada da iş, bu açığı kapatacak mühendislerden ve bilim adamlarından bolca yetiştirmeye düşüyor.

02/11/2014

21/10/2014

Bölgesel Jeopolitik Gelişmeler ve Savunma Teknolojileri: 2020 Öngörüleri

Eser: "Geopoliticus Child Watching
the Birth of the New Man"
Salvador Dali
Bu makaleyi, geçtiğimiz hafta Bahçeşehir Üniversitesi tarafından düzenlenen İleri Teknolojiler Çalıştayı için hazırlamıştım. Çalıştay programında son gün oturumunda konuşmacı olarak duyurulmuş olmama rağmen, herhangi bir açıklama ya da mazeret göstermeden bildirimi sunmama fırsat verilmedi. Her ne kadar önemli eksiklikleri olsa da, makaleyi aşağıda paylaşıyorum. Çalıştay için hazırlamış olduğum sunumu da geliştirip ayrıca paylaşacağım.


1.   Giriş

Savunma teknolojileri, doğası gereği ekonomik, ticari, askeri ve bilimsel çok sayıda boyuta sahip, disiplinlerarası bir konudur. Savunma teknolojilerinin yönünü ve kapsamını belirleyen ana etken, ülkelerin askeri güçlerinin ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçlar ise, ulusal güvenlik algısının ve ulusal stratejilerin ışığında şekillendirilmektedir. Dolayısıyla savunma teknolojileri, üreten ya da tedarik eden (müşteri) ülkelerin jeopolitik gündemleri ve güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilmektedir.

Savunma sanayiinin sadece ulusal güvenliği kurma ve korumada bir araç değil, aynı zamanda ulusal ekonomiye katma değer sağlayan bir sektör olduğu hususu gözden kaçırılmamalıdır. Bu katma değer, sadece ulusal ihtiyaçların karşılandığı, iç pazara yönelik bir sektörel faaliyet olarak değerlendirilmemelidir. Savunma sanayii bir dışsatım (ihracat) kalemi olarak aynı zamanda bir uluslararası ilişkiler ve yumuşak güç (soft power) unsurudur. Başka bir deyişle savunma teknolojilerinin ihracatı, ülkelerin uluslararası ilişkilerinin ana konularından biridir.

Bu ana hususlardan hareketle, savunma teknolojilerine yönelik kısa, orta ve uzun vadeli eğilimleri tespit etmek için, bu teknolojilerin geliştirilmesine yön veren bölgesel jeopolitik gelişmelerin incelenmesi gerekmektedir. Bu çalışmada, dünya çapında halen gündemde olan başlıca jeopolitik kriz bölgeleri ve bu bölgelerin savunma sistem ihtiyaç ve eğilimlerine etkileri genel bir çerçevede incelenecek, tespitler ışığında 2020'li yıllara dair değerlendirme ve görüşler paylaşılacaktır.

16/10/2014

29/09/2014

Türkiye'nin Gerçekleşmeyen F-14 Tomcat Alımının Hikayesi

Benim gibi pek çok askeri havacılık meraklısının bu sevdaya düşmesinde, Top Gun filminin ve bu filmin esas başrolünde oynayan F-14 Tomcat savaş jetlerinin payı büyüktür. Grumman şirketi üretimi olan bu karizmatik savaş uçakları, büyük gövdeleri, açısı değişebilen kanatları, çift kuyruk dikmeleri ve hizmet verdikleri ABD Donanması'nın gösterişli filo amblemleri ile pek çok gencin odalarının duvarlarını, defter kaplarını ve hayallerini süsledi.

F-14 Tomcat'in, ABD haricindeki tek kullanıcısı İran. Bu ülke, uçakları Şah döneminde satın almıştı. Devrimden sonra Batı ile ilişkileri kopmasına ve ambargo altında olmasına rağmen halen kullanmaya devam ediyor.


Ancak belki de, F-14'lerin ABD dışındaki tek kullanıcısı Türkiye olacaktı. Satır aralarında, perde arkasında kalmış bir girişim sonuçlanmış olsaydı eğer...

24/09/2014

Doğu Akdeniz'in Yeni Enerji Jeopolitiğinde Bölge Ülkeleri Deniz Güçlerinin Yeri Ve Etkisi

Kocaeli Üniversitesi (KÜ) evsahipliğinde düzenlenen Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi'nin, BilgeSAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı'nın başkanlık ettiği açılış oturumunda, "Doğu Akdeniz'in Yeni Enerji Jeopolitiğinde Bölge Ülkeleri Deniz Güçlerinin Yeri Ve Etkisi" başlıklı bir bildiri sundum.

Doğu Akdeniz Bölgesi ve Enerji, Türkiye ve Enerji Politikaları, Rusya ve Enerji, Enerji Ekonomisi ve Politikası, Güvenlik ve Enerji gibi başlıklara sahip oturumlar şeklinde düzenlenmişti. Özellikle Kocaeli Üniversitesi öğrencileri ile yurtdışından geniş bir katılım mevcuttu. İlk kez böyle kalabalık bir kitleye, hem de Doç. Dr. Sandıklı gibi bir isimden hemen sonra sunum yapmış olmak heyecan verici bir tecrübe idi.

Siyah Gri Beyaz okuru bildiride çok yeni bir şey bulmayabilir, ancak yine de paylaşmak isterim.


18/09/2014

Bilişim Teknolojileri ve HD Savaşlar Devri

1991 Körfez Savaşı'nın en önemli özelliklerinden biri, savaşın neredeyse anbean televizyonlardan naklen izlenmesiydi. CNN kanalı aracılığı ile Bağdat'ın bombalanması, şehirdeki uçaksavar bataryalarının gökyüzüne açtığı yaylım ateş, güdümlü bombaların hedefleri vurması, dünya çapında milyonlarca seyirci tarafından izlendi. Çok net hatırlıyorum, televizyon yayınları sık sık ya iki tarafın yetkililerinin açıklamaları ya da Bağdat'ta sirenlerin çalması ile kesilir, olay yerine canlı bağlantılar yapılırdı.

Kitle iletişim araçları ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ile takip eden yıllarda gerçekleşen savaş ve çatışmalar daha net, aracısız ve sansürsüz evlerimize girmeye başladı. Savaşlar artık HD kalitesinde.

Birinci Dünya Savaşı, savaşın sadece meydanlarda değil şehirlerde de savaşılmaya başladığının habercisiydi. Cephe gerisindeki halk, savaşın etkilerini, dehşetini ve sıcak nefesini daha yakından hissetmeye başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı ile bu dönüşüm tamamlandı: Savaş orduların değil, ulusların topyekûn dahil olduğu bir olgu haline geldi. Ve artık teknoloji sayesinde savaş CNN ile naklen izletilen değil, internet üzerinden anlık takip edilebilen bir şeye dönüştü.

06/09/2014

28/08/2014

Savunma Reformu: Ne? Ne İçin? Nasıl?

Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde 22 Ağustos günü "Savunma Reformu Raporu" başlıklı 43 sayfalık bir belge yayınlandı. Belge, 10 Ağustos seçimlerinde 12'nci Cumhurbaşkanı olarak seçilen Recep Tayyip Erdoğan'a görevini devretmeye hazırlanan Abdullah Gül'ün son icraatlerinden birini temsil ediyor.

PDF biçemindeki 43 sayfalık belge aslında 2013 Haziran ayında oluşturulan Savunma Reformu Çalışma Grubu'nun hazırlamış olduğu ve Türkiye'nin savunma mekanizmasının reformuna ilişkin tespit ve çözüm önerilerinden oluşan 220 sayfalık raporun, gizlilik dereceli olmayan ("Tasnif Dışı") kısımlarından oluşuyor. Cumhurbaşkanı Gül'ün rapora dair önsözü, "Yönetici Özeti", "Değerlendirmeler ve Öneriler" ile "Sonuç ve Uygulama Esasları" başlıklı bu kısımlar, raporun özüne dair derinlemesine ayrıntılı olmasa da genel bir çerçeve sunuyor. Raporun aslı, 13.08.2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında kurul üyelerine takdim edilmiş.

Savunma Reformu'na ilişkin değerlendirmelerde bulunmadan önce raporun dikkat çeken kısımlarını incelemekte fayda var. Konunun, Türkiye'nin ulusal savunma ve güvenlik gündeminin en önemli  ve en acil maddelerinden olduğunu düşünüyorum ve hem bu raporu hem de parçası olduğu reform sürecini bu nedenle önemsiyorum.

16/08/2014

Başlıksız

Değerli okur

Bugün çok güzel bir şey oldu.

Baba oldum.

Bir oğlum oldu.

Hissettiklerimi nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum.

Paylaşmak istedim.

A.

14/08/2014

Ana Muharebe Tankı Tasarımı Üzerine Notlar: Beka Kabiliyeti

Tank tasarımında üç temel bileşenden, yani hareket kabiliyeti, beka kabiliyeti ve ateş gücü arasında yapılacak önceliklendirme, tasarım ve harekât isterlerine bağlıdır.

Ancak şurası kesindir ki, sıralamada nerede yer alırsa alsın, beka kabiliyeti etkin olmayan bir tankın muharip değeri yoktur.

Beka kabiliyetini, hayatta kalma yeteneği olarak ifade etmek mümkün. Bu da, tankın sadece zırhından çok daha fazlasını kapsayan bir tanıma getirir bizi: Zırh koruması, tankın hayatta kalması için kullanacağı önlem, sistem ve tedbir sıralamasında belki de en sonlarda yer almaktadır.

Dolayısıyla bir ana muharebe tankının beka kabiliyeti, aşağıda sıralanan reçeteyi uygulamadaki performansına bağlıdır:

1. Görülme
2. Görülürsen hedef olma
3. Hedef olursan vurulma
4. Vurulursan delinme
5. Delinirsen imha olma

Sıradan gidelim:

09/08/2014

22/07/2014

Bütün Deve Kuşlarını Öldürün! Hepsini!


- 2 dakika!

Pilotun hem interkomdan hem de iki parmağı ile verdiği mesaj ile Fuat Yüzbaşı son hazırlıklarını yapmaya başladı: Gece görüş gözlüğünü kaskına taktı ve kontrol etti, silahını da, sırt çantasını da. Timinin diğer dört üyesinin de aynısını yaptığını, görmese de biliyordu.

Toroslar'ı soluna alan S-70, aysız gecenin karanlığında ağaç tepelerini yalayacak kadar alçaldı. Akdeniz'in akşamları romantik olabilirdi ama o gün değil. Her iki tarafta açılan sürgülü kapılardan içeri hücum eden rutubetli hava Özel Kuvvetler timine hatırlattı bunu.

- 1 dakika!

Emniyetler açıldı, kaslar gerildi.

- Hazır!

Kurumuş bir dere yatağının S yaptığı açıklığa inen S-70'den inen iki komando hemen çevre emniyeti aldı. Motorunu kapatan helikopterden inen diğer üç asker hızla kurumuş dere yatağını takip ederek ilerlemeye başladı. Helikopter, sadece onları değil, beraberlerinde getirecekleri doküman ve cihazları da bekleyecekti.

Fuat Yüzbaşı, bileğindeki bilgisayardan Operatör'e görevin başladığı mesajını geçti. Üç özel eğitimli asker, karanlığın sadece koyu gri rengi hayatta bıraktığı gecenin içine doğru hızlı adımlarla gözden kayboldular. Somali'den Kırgızistan'a, Fransa'dan İran'a çok sayıda farklı ülkede göreve birlikte çıkmış, birlikte mermi sıkıp hayatlarını tehlikeye atmış bu üç asker, şimdi kendi ülkelerinde, içeriğini tam olarak anlamadıkları bir operasyon için geceye daldılar.

*          *          *

14/07/2014

Müşterek?

Geçtiğimiz ayın son günü Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan bir açıklama ile 2 - 3 Temmuz tarihleri arasında Karadeniz ve Marmara Denizi'nde Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri unsurlarının katılımı ile Müşterek Hava Sahası Kontrol ve Yönetimi Tatbikatı'nın düzenleneceği duyuruldu. [*]

Tatbikatın amacı, "...müşterek bir harekatta, hava sahası kontrol ve yönetimi usullerini denemek ve problem sahalarını tespit etmek, müşterek görevlerde nokta hava savunma unsurlarının birlikte çalışabilirliğini test etmek, atış görevlerinin müşterek icrasını deneyerek hava savunma personelinin eğitimlerini arttırmak..." olarak belirtildi.

Genelkurmay Başkanlığı, tatbikata Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan hava savunma unsurlarının, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan bir fırkateyn, bir korvet, iki hücumbot; Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan ise Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçağı, Havadan Yakıt İkmal Uçağı, F-4 ve F-16 uçakları ile arama kurtarma helikopterinin katılacağını açıkladı.

Tatbikatın icrası ile ilgili ayrıca bir basın açıklaması ya da bilgiye rastlamadım. Gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini bilemiyorum, zira buna dair bir habere de ulaşamadım. Ancak bu tatbikat, en başta ismindeki "müşterek" ifadesi nedeniyle dikkatimi çekti.

03/07/2014

24/06/2014

Sorunlar... Ve Çözüm?

Etki Odaklı Harekât döngüsü
Kaynak: "Effects Based Operations: Change in the Nature of Warfare",
Deptula, A., 2001
ABD Hava Kuvvetleri’nin bütçe kesintileri tasarruf planı dahilinde A-10 Thunderbolt II taarruz uçağını emekliye ayırmak istemesi, bu ülkede yoğun tartışmalara neden oldu. Bu uçağın Afganistan ve Irak’ta önemli görevler üstlenmiş olmasından hareketle, büyük bir kitle tarafından asimetrik tehditlerle ve terörizmle mücadele için varlığının gerekli olduğu savunulmakta. Öte yandan A-10’un emekliye ayrılmasını savunan grubun başlıca argümanı ise, sadece tek bir görev tipi için tasarlanmış bu uçağın artık teknolojik ömrünün sonuna geldiği, işletme ve idamesinin yüksek maliyetli olduğu, özellikle yer hedeflerine saldırı görevlerinin F-16, İHA’lar ve yakın gelecekte hizmete girmesi umulan F-35 tarafından devralınacağı şeklinde.

ABD Temsilciler Meclisi’nin aldığı karar, şimdilik A-10’u emeklilikten kurtarmış gibi. Ancak bu tartışmaların, 21’nci yüzyılda savunma ve güvenlik planlamasını şekillendiren özünü yakalamak gerek.

A-10, ABD Hava Kuvvetleri’nin açtığı A-X ihalesi kapsamında Fairchild Republic firması tarafından geliştirilen ve ilk uçuşunu 1970’li yılların başında gerçekleştirmiş, iki jet motorlu bir taarruz uçağı. Esasen, 30mm Gatling tipi bir top olan GAU-8’i taşımak için tasarlanmış bir uçak. A-10’un ana görevi, Avrupa’da gerçekleşmesi beklenen bir NATO – Varşova Paktı savaşında, kıtanın geniş düzlüklerine akacak olan Sovyet zırhlı birliklerini hızlı ve etkin bir biçimde imha etmek idi. Bu, asla gerçekleşmedi. Bunun yerine zaman içinde güdümlü silah taşıma ve gece ya da kötü hava koşullarında uçuş yeteneği kazanan A-10, 1991 Körfez Savaşı, 2001 Afganistan Harekâtı ve 2003 Körfez Savaşı gibi görevlerde, özellikle yakın hava desteği görevlerinde önemli başarılar elde etti.

Ancak burada bir sorun var.

20/06/2014

Durumlar


Son bir ay biraz yoğun geçti.

7 Haziran günü ODTÜ Vişnelik Tesisleri'nde Proje Yönetim Derneği için "ArGe ve İnovasyon: Doğru Bilinen Yanlışlar" başlıklı bir söyleşi verdim. Sunumumda, çok kullanılan, dillere pelesenk olan ve bir o kadar da bağlamından uzaklaştırılmış inovasyon ve ArGe kavramlarının tanımları ve genel içeriklerini sunup, İsrail ve Güney Kore örnekleri üzerinden Türkiye'deki mevcut duruma ve geleceğe yönelik beklentilere değinmeye çalıştım. ArGe çok kabaca paranın bilgiye, inovasyon ise bilginin paraya dönüştürülmesi sürecidir ve ne yazık ki Türkiye'de ArGe ya da inovasyon yaptığını iddia eden neredeyse hiçbir kişi ya da kuruluş aslında bu kavram ve süreçlerin doğrusundan haberdar değil. Benim buradaki amacım, temel teorik çerçeveyi çizebilmek ve bu farkındalık yaratmak idi. Sunum dosyasına buradan erişebilirsiniz.

10 Haziran günü, ODTÜ Modelleme ve Simülasyon Topluluğu'nun düzenlediği Simathon simülasyon yarışması kapsamındaki söyleşide, sektöre ilişkin bilgi ve deneyimlerimi öğrenci arkadaşlarımla paylaştım. Modelleme ve Simülasyo sektörü, benzer bazı teknoloji alanları ve sektörlerle birlikte henüz kaçırmamış olduğumuz bir tren. ABD ve Avrupa'daki simülasyon sektöründe tartışılan pek çok konu Türkiye'deki sektörde de gündem maddesi halinde. Buradaki avantajımız, dünyanın geri kalanı ile başabaş rekabet şansına hala sahip olabilmemiz. Bu rekabeti artı değere dönüştürmek ise, özellikle genç girişimci ve alan uzmanlarının sayısının artmasına bağlı. Söyleşide bu hususa vurgu yapmaya çalıştım ve gençlere naçizane hata yapmaktan korkmamaları gerektiğini, istikrar ve üretkenliğin anahtar olduğunu söyledim.

18 Haziran günü Hava Harp Okulu'nun düzenlediği III. Ulusal Havacılıkta İleri Teknolojiler Konferansı'nın ilk gününde, "Bilgi Harbinde Hâkim Konumu Elde Etme Ve Korumada Hava Gücünün Etkisi" başlıklı bildiriyi sundum. Bu bildirimde bilgi kavramı ve bilgi harbinin esaslarına değindikten sonra, ağ merkezli muharebe ile ilgili genel bir çerçeve çizip, hava gücü odağında 5 maddeden oluşan bir tartışma sundum. Bu 5 madde şunlar:

1. Ağ merkezli muharebe kavramı iletişim sistemleri değil, iletişimin kendisi ile ilgilidir. Odak noktası platformlar değil, bilgiyi üreten, işleyen, paylaşan ve depolayan düğüm noktalarıdır.
2. Ağ merkezli muharebe, ancak ve ancak bilgi üstünlüğü üzerinde inşa edilmiş bir vurucu güç ile anlam kazanır. Esas sonucu alıcı unsur silahın ya da platformun kabiliyeti değil, onu sevk ve idare eden bilincin kalitesidir
3. Ağ merkezli muharebede sonuç alıcı etken, hasımla arada asgaride sabit bir δbilgi farkının korunmasıdır. Hava gücü, çok çeşitli algılayıcı sistemlerin irtifa parametresinden dolayı çok geniş bir alanı kapsayacak biçimde kullanılabilmelerine izin vermesinden ötürü, bahsi geçen ağın özkütlesi en yüksek birimidir. 
4. Bilgi harbi ve ağ merkezli muharebe konseptleri ışığında platformdan kabiliyete kayan odak noktası, hava araçlarını taşıyıcı birer unsur haline getirmiştir. Taşınan / entegre edilen sistemlerin kabiliyetleri ön plana çıkmıştır.
5. Savaşuzayının tüm katmanlarına sirayet eden bu kabiliyet dönüşümü, komuta – kontrol katmanında kurumsal ve kültürel bir dönüşümü de kaçınılmaz kılmaktadır.

Siyah Gri Beyaz okuru zaten bildirinin genel içeriğini tanıdık bulacaktır.

Bunların dışında,

Marine and Commerce dergisinin MAST 2014 fuarı için hazırlanan özel sayısı için askeri denizcilik sektörünün güncel durumuna ilişkin bir makalem yayınlandı. Makaleye buradan erişebilirsiniz.

Air Forces Monthly dergisi için Türk Kara Havacılığı, Air International dergisi için ise Türk Hava Kuvvetleri'nde KC-135R ve Türk Hava Kuvvetleri için F-35 tedariği projesindeki güncel duruma dair makaleleri hazırladım. Zannediyorum Kara Havacılık ve F-35 makaleleri Temmuz ayında yayınlanacak.

ODTÜ Bilim ve Teknoloji Politikası Çalışmaları bölümündeki yüksek lisans programım için de "Service Oriented Economies: By-Product of ICT or Myth?", "Global Production Networks, Technology Transfer and Developing Countries" ve "A Different Space Odyssey" başlıklı birer makale / dönem projesi yazdım. Her ne kadar ilk ikisi doğrudan Siyah Gri Beyaz'ın genel içeriğine uymasa da paylaşmayı düşünüyorum. Üçüncü çalışmamda ise, uzayın askeri amaçlarla kullanımını, Stanley Kubrick'in "2001: A Space Oddyssey" adlı kült filmi doğrultusunda sunmaya çalıştım.

Sanırım biraz yoruldum.


17/06/2014

24/05/2014

Dört Deniz Raporu

Türkiye'nin yakın çevresinde bulunan ülkelerin savunma tedarik ve modernizasyon projelerinin açık kaynaklardan derlediğim bir dökümünü, Dört Deniz Raporu başlığı altında yayınladım. Ana başlık altındaki menüden de erişilebilir.

Rapor, Microsoft Excel Web App uygulaması ile hazırladığım etkileşimli bir excel tablosu halinde. Burada, verilerin bir dökümü incelenebilir. Ayrıca her bir aşağı açılan (drop down) menüdeki "Filter..." seçeneği ile isteğe bağlı filtreler oluşturulabilir. Söz gelimi sadece belli bir ülkenin belli bir alandaki ihaleleri filtrelenebilir.

Dört Deniz Raporu yaşayan bir veritabanı. Devamlı olarak güncelleyip doğrulamaya çalışıyorum. Bu süreçte Siyah Gri Beyaz okurunun desteğine müteşekkir olurum.

21/05/2014

Kurumsal Geri Zekâlılık

Grafik: Michael Kreil
Zekânın sözlük karşılığı, "insanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset" olarak geçiyor. Dolayısıyla zekâ, elde edilen verileri işleyebilme, mevcut verilerle karşılaştırabilme, birleştirebilme ve yeni veri oluşturabilme gibi bir dizi süreci içeren bir kabiliyet. Daha doğrusu kabiliyetler bütünü: Bu yüzden duygusal zekâ, matematik zekâ gibi alt dalları var.

Buradan hareketle zekâ geriliğini, söz konusu kabiliyetlerin noksanlığı ya da belirgin biçimde zayıflığı olarak tanımlamak mümkün. Zayıflığın "belirgin" olması, bir kıyaslamaya işaret eder. Ortalama bir seviyenin ciddi miktarda aşağısı, geri zekâlılık olarak nitelendirilecekse eğer, bu seviye nasıl belirlenecek? Yukarıda saydığım kabiliyetlerin, benzer unsurlar için ayrı ayrı ölçülmesi, ortalama bir seviyenin tespiti ile.

Bu temel tanımlar da bizi, zekânın sadece bireyler için değil, kurumlar, teşkilâtlar için de uygulanabilir bir özellik olduğu olgusuna götürüyor. Aynı şahıslar gibi, kurumların da veri toplama, işleme, yeni veri oluşturma ve bunları paylaşma kabiliyetleri vardır. Bu kabiliyetlerinin gelişkinliği ya da zayıflığı ölçüsünde kurumsal zekâlarının ileri ya da geri olduğundan söz edilebilir.

Açmak gerek. Bunun için de en temel bileşeni, bilgiyi irdelemek gerek.

16/05/2014

25/04/2014

Siyah Gri Beyaz 9 Yaşında

Eser: "Man Writing"
Oliver Ray
Kaynak: http://www.oliverray.ca
Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini ölçmek için, izlerine bakmak gerekli. Ve nasıl geçtiğini de.

Bu hariç Siyah Gri Beyaz'da yayınladığım, çoğu orta halli birer makale boyutundaki 619 yazının her birinin ayrı hikayesi var. Her biri, kişisel yolculuğumdaki birer menzil taşıdır; öğrendiğim, düşündüğüm, tasarladığım ya da araştırdığım konularla ilgili yansımalardır. Çoğu zaman yazdıktan ve yayınladıktan sonra, ilginç bir şekilde, tatmin yerine tatminsizlik, eksiklik ve yoksunluk hissi duyuyorum: Konuyu daha ayrıntılı nasıl ele alabilirdim, daha nasıl açabilirdim, daha neleri araştırmam gerekirdi nitelikli bir içerik için... Her bir yazı, kafamı kaldırmaya yeltendiğimde öğretmenimin eliyle bastırıp yüzümü kitaba gömmesi gibi bir etki yapıyor.

Yazdıkça ve okudukça aslında ne kadar az şey bildiğimi farkediyorum. Kişisel öykümün vazgeçilmez bir parçası olan Siyah Gri Beyaz bu nedenle, her geçen gün, daha doğrusu her yeni yazıda daha da fazlası için zorlayan, talepkâr bir öğretmene dönüşüyor.

Değerli Siyah Gri Beyaz okuruna, bu öğretmen karşısında beni yalnız bırakmadığı için teşekkürlerimi sunuyorum.

0, 0

"Ortadoğu" adı, hangi bölgeyi tanımlar? Yaygın kullanıma göre Arap Yarımadası, İran, Kuzey Afrika'nın doğusu, Türkiye (genelde Anadolu yarımadası). Bir Çinli'ye göre ise bu bölge ne "orta"dır ne de "doğu"dur. Dünyanın merkezinin Avrupa olduğu eski çağlara ait bir tanım "Ortadoğu"; ekonominin, ticaretin, teknolojinin, siyasetin ve entrikaların kaynağının, merkezinin Avrupa olduğu dönemlerde türetilmiş; "Yakın Doğu" ile birlikte kullanılmış bir terim. Gücün merkezinin 20'nci yüzyılın ilk yarısından itibaren Avrupa'dan Amerika'ya kayması da bu durumu değiştirmemiş. Güç savaşları, "dolaylı savaşlar" sıkça Ortadoğu'da yapılmış ve tabi "Uzak Doğu"da.

Burada bir sorun var. Dünyanın ortasının Ekvator çizgisi olduğu tartışılma bir gerçek ancak dünyanın "merkezi"ni belirlemek için gerekli boylamın, en azından jeostratejik olarak, Greenwhich'ten geçmesi artık şart değil. Beijing'in bulunduğu konumdan geçen bir boylam ile belirlenecek bir 0, 0 koordinatına göre "Ortadoğu", Avrupa'nın ta kendisi olmaz mı? Bilim, teknoloji, ekonomi, askeri güç açısından Çin tarafından hızla geçilmekte olan, köhnemiş ve ilkel kalmış bir Avrupa, yeni çağın Ortadoğu'su olarak nitelendirilemez mi? Irkçılığın, faşizmin, iki dünya savaşının doğum yeri olan bu topraklara Çinliler ya da Japonlar medeniyet taşıma sorumluluğu hissetmezler mi mesela, bir 20 - 30 yıl sonra? Belki. En azından artık, bir 20 - 30 yıl önceki kadar bilim - kurgu gelmiyor.

Şurası kesin ki, 0, 0 koordinatlarının tanımladığı nokta değişiyor; artık 130 yıldır gösterdiği yerde değil, Doğu'ya doğru kayıyor. Ekonomik, teknolojik, siyasi ve askeri ağırlık merkezleri ile birlikte.

09/04/2014

25/03/2014

Bir İhalenin Hikayesi

25 Mart 2044 Cuma

Geçtiğimiz Cuma günü Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) altyüklenicisi firma tarafından, İran’ın Hazar Denizi kıyısındaki Mahmudabad kenti yakınlarındaki hava savunma merkezine düzenlenen başarısız hava saldırısı, taktik harekât ihtiyaçlarında hizmet tedariği (outsourcing) uygulamaları ile ilgili tartışmaları yeniden gündeme getirdi.

Yüklenici firma olan Shangai Strategic Services (SSS), 2039 Eylül ayında imzalanan sözleşme uyarınca, Türk Hava Kuvvetleri’nin (HvKK) 5 yıl süre ile düşman hava savunma sistemlerinin bastırılması (SEAD; Suppression of Enemy Air Defence) ve imhası (DEAD; Destruction of Enemy Air Defence) görev ihtiyaçlarının tek tedarikçisi olarak belirlenmişti. Firmanın personel kaynağının önemli kısmını, Malakka Boğazı Çatışması’nda görev almış eski Çin hava ve deniz kuvvetleri personeli oluşturmakta; dolayısıyla insan kaynağının tecrübe ve yetkinlik açısından kayda değer bir zafiyetinin olmaması beklenir. Firmanın Türkiye hizmetlerine tahsis ettiği sistemler ise CH-12 insansız saldırı uçak sistemi ile J-22 çok rollü savaş uçaklarından oluşuyor. Her ne kadar hem SSS hem de HvKK kaynakları, bu sistemlerin HvKK’nin stratejik muhabere ve komuta kontrol ağı ile entegrasyonunda bir sorun olmadığını savunsa da, eldeki veriler, saldırının başarısızlığının ardındaki ana etken olarak eşgüdüm eksikliğine işaret etmekte. Ve ne yazık ki bu eşgüdüm sorunu, taktik harekat hizmet alım tedarik süreçlerine ilişkin yapısal bir sorundan kaynaklanıyor.

Söz konusu sorunu analiz etmek için öncelikle geçtiğimiz Çarşamba günü Mahmudabad’da neler yaşandı, kısaca inceleyelim:

24/03/2014

Kırım Krizi: Ukrayna Deniz Kuvvetleri'nin Sonu

Kırım Krizi, yarımadanın önce Ukrayna'dan bağımsızlığını ilan etmesi ve ardından halkoylaması ile Rusya'ya bağlanma kararı ile bambaşka bir boyuta taşındı.

Rusya, Kırım'ı resmen topraklarına kattı. Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kırım'ın Rusya Federasyonu'na bağlanmasını içeren beyannameyi imzaladı. Rusya'nın müttefiki ya da yakın ilişkide olduğu bazı ülkeler de bu kararı tanıdı.

Bu arada yarımadadaki Ukrayna askeri birliklerinin durumu da belirsizliğe düştü. Ancak Ukrayna Deniz Kuvvetleri'nin Kırım'daki unsurları için böyle bir belirsizlik söz konusu değil, zira neredeyse tamamı Rusya tarafından müsadere edildi.

17/03/2014

Kırım Krizi: Ukrayna Silahlı Kuvvetleri'ne Genel Bakış

Ukrayna'da Kasım 2013'te Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin askıya alınmasından sonra başlayan halk gösterileri ve protestolar, şiddeti giderek artan çatışmalara ve Şubat ayında yönetim değişikliğine neden oldu. Tam bu süreçte, Rus ordusunun Kırım Yarımadası'ndaki önemli üs ve tesisleri işgali ve kuşatması, bir anda dünyayı yeni bir krizle karşı karşıya bıraktı.

Etnik olarak nüfusunun çoğunluğu Ruslar'dan oluşan Kırım'ın Ukrayna'dan bağımsızlığı ve Rusya'ya katılması olasılığı konuşulmakta. Bu durum, Ukrayna'nın bölünmesi, iç savaş yaşanması ya da Rusya ile bir çatışma ihtimallerini de beraberinde getiriyor. Rus ordusunun agresif duruşu, süreç boyunca başta ABD olmak üzere Batı dünyasının Rusya ile artan gerilimi de, bu riskleri artırmakta.

Kırım Krizi'nin savaşa dönüşmesi durumunda, Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü nasıl savunabileceği önemli bir soru. Bu olasılığı irdelemek için öncelikle Ukrayna Silahlı Kuvvetleri'nin mevcut durumuna göz gezdirmek gerekli.

13/03/2014

04/02/2014

27/01/2014

Bilgi Harbinin Boyutları - 2: Bilgi Çağı (mı?)

3 Ekim 1993 günü Somali’nin başkenti Mogadişu’nun üzerinde uçan helikopterlerin içindeki Amerikan askerleri, şehrin dört bir tarafındaki yoğun siyah dumanları ilk gördüklerinde bunlara bir anlam veremediler. En son teknoloji ürünü sensörler ve haberleşme sistemleri ile donatılmış helikopterleri ile karargaha anlık raporlar veriyorlardı. Karargâh bu bilgileri, bölgede uçan diğer hava araçlarının sensörlerinden ve istihbarat uydularından gelen bilgilerle birleştiriyor, ortaya geniş açıdan devasa bir taktik resim çıkartıyor ve bu resimden oluşturulan istihbaratı, yine helikopterlerdeki askerlere iletiyordu. Askerler yere indiklerinde, nerede kaç tane düşmanla karşılaşacaklarını, hangi düşmanın ne tip bir silaha sahip olacağını şimdiden biliyordu.

Ama yine de, askerlerin kafasını o rahatsız edici düşünce kurcalıyordu: Bu yoğun siyah dumanlar neyin nesiydi?

O dumanlar, şehrin dört bir yanına yayılmış Somalili militan grupların, birbirleri ile haberleşme yöntemiydi. Gruplar birbirlerine, düşmanın (Amerikan helikopterlerinin) gelmekte olduğu bilgisini iletiyordu. Düşmanın geliş yönü doğrultusunda yakılan araba lastiği kümeleriydi bu dumanların sebebi. Helikopterdeki askerler kadar, yerdeki çıplak ayaklı, kaburgaları sayılan Somalililerin de bir istihbarat ağı vardı, kendi yöntemleri ile tabi ki.

Bu lastiklerin yakılmasının üzerinden 24 saat geçmeden, Mogadişu’da iki Amerikan helikopteri düşürüldü, 18 Amerikan askeri öldürüldü ve kısa süre içinde ABD birlikleri, utanç verici bir şekilde Somali’yi terketmek zorunda kaldı. Mogadişu’da dağınık biçimde örgütlenmiş ancak birbirleri ile farklı bir “teknolojik” seviyede iletişimi bulunan militan gruplar, savaş tecrübesi bulunan ve en son haberleşme teknolojilerini kullanan profesyonel askerleri bertaraf etmişti. Ağ merkezli muharebe felsefesi uyarınca donatılmış ve örgütlenmiş bir ordu, ağ merkezli –ama ordu denemeyecek- başka bir silahlı grup tarafından yenilmişti. Ancak görünüşte büyük bir adaletsizlik vardı. Bu nasıl olabilirdi?

15/01/2014

2013 Muhasebesi

Bir önceki "Başlıksız" yazımda, muhasebe yapmanın önemine dikkat çekmeye çalışmıştım. Muhasebe, gelinen noktanın görülmesi için önemli. Bir çeşit geribesleme sistemi aslında, zira hedefe ne kadar yaklaşıldığını ölçmek mümkün olabiliyor, daha ne kadar yürünmesi gerektiğini de (ve belki yürümekten koşmaya geçmenin zamanının geldiğini de)

Kendi iç muhasebemi yaptım. Ancak içim rahat etmedi, Türkiye için de yapmak istedim. Bu konuda yeteri kadar done ve veri mevcut, tek yapılması gereken biraz daha yakından bakmak ve zaman ayırmak.

2013'te Türkiye neredeydi? Innovation Union Scoreboard ve Global Innovation Index başlıklı araştırmalar, bilim, teknoloji ve inovasyon alanlarında (yani bir ülkenin gelişmesinin ve kalkınmasının sacayakları) Türkiye'nin fotoğrafını çekmişler bile. Her ne kadar geçtiğimiz sene pek çok ülkede gündemin birinci sırasına oturup uzun süre tartışılmış olsalar da, Türkiye'de öksüz ve yetim kalmışlardı.

13/01/2014