1974'ten sonra değişen anlayış sonucu birbiri ardına kurulan savunma sanayii şirketleri yeni bir dönemin de habercisi olmuşlardır. Ama, iki büyük sorun vardır:
1. Teknolojik ilerleme ve seviye 1930'lardakinden çok daha farklıdır.
2. Anlayış ( = bazı kafalar) tamamiyle değişmemiştir.
Bu arada okuyucunun 1974 tarihini bir kenara not etmesini rica ediyorum. Kasım 1974'te Hindistan hükümeti, 100% milli olanaklarla geliştirilecek yeni bir ana muharebe tankı projesine onay verdi.
1930'lu yılların standart bir avcı uçağının kokpitinde 20 - 30 arası gösterge ve kumanda kolu bulunmaktaydı. Uçak gövdeleri genelde ince alüminyum plakalardan imal edilirken, flap, kanatçık gibi kontrol yüzeyleri tellerle hareket ettiriliyordu. 1970'lerde ise av uçağı pilotlarının kontrol etmeleri gerekn fonksiyonların sayısı yüzlerle ifade edilmeye, radarlar yavaş yavaş görüş mesafesinin ötesini görmeye, yüksek performanslı jet motorları kullanılmaya başlanmıştı. Türkiye yerinde sayarken, dünya (2. Dünya Savaşı'nın da büyük etkisiyle) savunma sanayiinde çağlar ötesine geçmişti. Sonuç olarak Türkiye'nin teknolojik altyapı olarak kat etmesi gereken mesafe, kronolojik yıldan çok daha fazlasıydı. Bu durumda ya onlarca yıl ve tonlarca para harcanması göze alınarak her şeye sil baştan, sıfırdan başlanacak ya da başka modeller izlenecekti: off-set, teknoloji transferi, ortak üretim, lisans altında üretim ve benzeri gibi. Türkiye doğru olanı yaparak ikincisini seçti.
Türkiye'nin savunma sanayiinde tecrübe ve altyapı kazanması çok sancılı ve uzun sürdü, böyle olması doğaldı da. İptal edilen projeler, yerli alternatif yerine yabancı hazır çözümlere yönelmeler, başarısızlıklar vb, yürünen yoldaki mecburi kazalardı. Ancak bir yandan da teknoloji hızla gelişmeye devam etti. Öyle ki, bir savaş uçağı tasarlanmaya başlandığında mevcut elektronik sistemler, savaş uçağı kullanıma hazır hale geldiğinde demode olabiliyordu. Tabi bir de son derece önemli bir şey oldu:
Sovyetler Birliği dağıldı, Soğuk Savaş sona erdi.
Soğuk Savaş'ın sona ermesinin savunma sanayiini nasıl etkilediği konusunda şu örnek son derece çarpıcıdır:
Televizyonlarda sıkça boy gösteren Lockheed F/A-22 Raptor, Soğuk Savaş döneminde SSCB'nin hızla gelişen av ve uzun menzilli bombardıman uçağı tehdidine karşı, ABD'nin savaş alanında hava üstünlüğünü kurması için planlanan bir uçaktı. ABD Hava Kuvvetleri'nin hava üstünlüğünü sağlayacak en ön hat silahı olacaktı; projenin başladığı yıllarda verilmesi planlanan sipariş sayısı 750 - 800 olarak telaffuz ediliyordu. Ancak SSCB'nin dağılması ile birlikte ABD'nin savaş alanında, havada rakibi kalmadı, bu Körfez Savaşı ile de tescillendi. Yıllar geçtikçe F/A-22 sipariş sayısı giderek azaldı ve en son 189'a düştü. Azalan sipariş sayısı uçağın birim maliyetini de astronomik olarak artırdı: başlangıçta 130 milyon $ olarak hesaplanan birim maliyet şu sıralarda 400 milyon $'a ulaşmış durumda. ABD'de giderek artan sayıda kesim, bu uçağın gereksizliğini savunmakta. Benzer şekilde, RAH-66 Comanche saldırı / taktik keşif helikopter projesi de, gereksizliğine karar verilerek geçen sene iptal edildi. Comanche de Soğuk Savaş doktrinlerinin bir ürünü idi.
Soğuk Savaş'ın sona ermesi savunma stratejilerini kökünden değiştirdiği gibi, savunma bütçelerini de daralttı. Artık her an kapıda bekleyen bir 3. Dünya Savaşı tehlikesi yoktu, büyük miktarda silah sistemi ve asker alarmda tutulmak zorunda değildi. Bu, tedarik planlarını da değiştirdi. Ancak bu dönemde Türkiye'nin başında terör belası vardı. Terör, acil hazır silah sistemlerinin alınmasını kaçınılmaz kıldı. Bu durumun da Türk savunma sanayiine dolaylı yoldan olumsuz etkisi bulunmaktadır.
Artık dünyada gelinen noktada artan maliyetler ve kompleksleşen teknolojiler sonucunda, ortaklıklar (Joint Venture) savunma projelerinde giderek artan ölçüde rol almaya başlamıştır. Bu sayede maliyet ve riskler paylaşılırken, farklı tecrübe ve kabiliyetler birleştirilmektedir. Türkiye'nin de önümüzdeki dönemde savunma sayaiini güçlendirmek için izlediği esas stratejilerden birisi budur. Yukarıda değindiğim off-set, lisans altında üretim gibi yöntemlerle belli bir birikime ulaşan Türkiye, Stinger, A-400M FLA, JSF F-35, ESSM vb ortak projelerde yer alarak birikimini bir adım daha yukarıya taşımıştır. Bunun sonucu TSK envanterinde aran milli sistem oranı ve yavaş yavaş başlayan silah sistemi ihracatlarıdır. Ancak günümüzde bir silah sistemini, 100% milli üretmek, bazı önemli istisnalar haricinde ne mümkündür ne de maliyet etkin. Ancak hala giderilemeyen bazı acı tablolar da mevcudiyetlerini kormaktadır: Türkiye Atatürk döneminden bu yana tank satın almamıştır. 1940'lardan bu yana envantere girmiş tüm tanklarımız ikinci eldir.
Yukarıda not edilmesini rica ettiğim 1974'ten günümüze 31 yıl geçti. Hindistan 1974'te Arjun ana muharebe tankının tasarım çalışmalarına başladı. Başlangıçta tamamiyle Hint yapımı olması planlanan tankın ön-seri üretim versiyonunun motoru Alman MTU, transmisyonu ise yine Alman Renk firmalarının üretimi. Ve Hint Ordusu, Arjun'un ihtiyaçlarını yeterince karşılayamayan, etkisiz bir tank olduğuna dair rapor yayınladı, geçtiğimiz sene sembolik bir miktar alım yaptı ve Rus yapımı T-90 tanklarını seçti. Arjun projesinin geleceği halen net değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder