16/10/2005

Metal Fırtına: Zor Yanıtlar, Kolay Yanıtlar

ABD'nin Irak'ı işgalinden bu yana Türkiye'de uluslararası ilişkiler gündemde daha fazla yer tutmaya başladı. Dikkat ederseniz politika, strateji alanında yayın yapan site, forum ve dergi sayısında artış var. Halkın içinde de belirli bir korku ve endişe hüküm sürmeye başladı diye düşünüyorum; bunun en başta gelen sebebi de ABD'nin uluslararası hukuk kurallarını çiğnemesi ve sırada başka hedeflerin de bulunduğu kanaati. Bu sebeple bahsettiğim korku tamamen anlaşılabilir temellere dayanıyor kanaatindeyim.


Gerek Türk gerekse uluslararası kamuoyunda bir belirsizlik ve güvensizlik ortamı oluştu. 11 Eylül'den sonra travmatik bir biçimde doğan kuşkular, teoriler, korkular silsilesi önce Afganistan sonra da Irak savaşlarıyla daha da katmerlendi. Düşman birdenbire (out of nowhere) ortaya çıkıp uçak olup gökdelene çakıldı. Eskisi gibi tehdidin adı A ya da B ülkesi değildi, ortada ne bir ülke ne de bir muhatap vardı. Usame Bin Ladin'in kişiliğinde sembolleşen "terör"dü sadece. Ama nedir, nerededi, nasıl örgütlenir, ne yer ne içer vs vs hiç bir soruya doyurucu, makul, mantıklı yanıt verilemedi.

Bu gibi uluslararası ilişkiler, ulusal güvenlik, savunma, terörizm vb konularındaki sorulara yanıt vermenin, dünyadaki diğer tüm yanıtlar gibi, iki yolu vardır:

1. Zor yanıtlar,

2. Kolay yanıtlar.

Zor yanıt vermek için ciddi araştırma yapmak gerekir. Gündemi takip etmeli, değişik kitap, dergi, site, portal vesaireyi okumalı, karşıt fikirleri tartmalı, analiz etmelisiniz. Yetmemeli, yazıp çizmeli, beyin fırtınaları yapmalı... Kısacası emek harcamalasınız. "Zor yol" karşıt düşüncelere saygılı, mesafeli, analitik ve serinkanlı yaklaşımı gerektirir. Sancılı ve üretken olup olmayacağı belli olmayan bir süreçtir. 2 x 2 = 4 olduğunu da ispatlayabilirsiniz bu süreç sonunda, devrimsel bir fikir de üretebilirsiniz.

Kolay yanıt için emek harcamanıza gerek yoktur; yorulmazsınız. "Neden böyle oldu?" sorusuna "Çünkü bu şöyle de, ondan" demek yeterlidir ve bunu sizin demenize gerek bile kalmaz. "Klişe" sihirli sözcüktür, Lego misali parçaları yan yana, uyup uymaycağına bakmaksızın yerleştiri ve bütünü meydana getirirsiniz. Kolayca hazmedebileceğiniz yanıtlardır kolay olanlar. Bir kitapta okuduğunuz iki satır, televizyon dizisindeki yakışıklı jönün söylediği bir etkileyici replik, kulaktan kulağa yayılan dedikodular, gazete manşetleri gibi şeyler bu yanıtları sağlar. Gündelik hayatın koşturmacası ve stresi içinde bu mesajları bilerek veya bilinçsizce alır, değerlendirir ve bir köşeye saklarsınız. Doğruluğunu, olabilirliğini, geçerliliğini sorgulamanıza gerek yoktur. Rafine, test edilmiş, onaylanmış gerçekliktir önünüze sunulan..

Ortalama bir ABD vatandaşının hayatı üç aşağı beş yukarı standarttır, dünyaya meteor çarpsa bile değişmez. Sabah kalkar, yürüyüşünü yapar, duş alır, işine hep aynı saatte gider, aynı saatte gelir, dondurulmuş yemeğini ya da pizzasını yer, eşi ve sevgilisiyle belirli gün ve belirli saatlerde birlikte olur vs. Hayatında olağanüstü sürprizlere yer yoktur. Çocuğun okul taksidinin, vergisinin, faizlerin binde bir oynaması bile büyük bir değişimdir. Her akşam yatağa yatarken bilir ki, ertesi gün kalktığında hiç bir şey ters gitmeyecek, hiç bir kötü sürpriz olmayacak. CNN'i veya FOX TV'yi açtığında gördüğü (ona izletilen) dünya böyledir çünkü. Her gün duyu organlarının ona aktardığı mesaj bombardımanı rafine alt-mesajlarla doludur. "Dünyanın en kudretli ülkesiyiz", demokrasi ve özgürlüğün anavatanında yaşıyorsun" vs. 11 Eylül gibi bir terör korkusu ama hepsinden önemlisi hayat tarzının birden bire alaşağı olacağına dair derinlerdeki korku, onu bu tarz alt-mesajlara açık hale getirmiştir çoktan.

Peki bizi bu tarz alt-mesajlara açık hale getiren korku nedir?

İşgal.

Savaşarak, gıdım gıdım kurulmuş ve ömrü boyunca, yüzyıllar boyunca savaşmış bir İmparatorluğun, yine (işgale karşı) savaşarak kurulmuş mirasçısının vatandaşlarıyız. Yaşadığımız topraklar için hep savaşmak durumunda kalmışız. Hala da savaşıyoruz. Ülkenin hem körolasıca hem de kurban olasıca jeostratejik, jeopolitik ve jeo-hede-hödö öneminden dolayı tarihin her döneminde aynı anda hem bir sürü düşmanımız ve bir sürü dostumuz olmuş. Tarihin cilvesi, dostlarla düşmanlar devamlı yer değiştirmiş. Ama hep saldırı, o olmasa bile yoğun bir baskı altında kalmışız. Adı Eflak-Boğdan olmuş, Bizans olmuş, Avusturya-Macaristan, İngiltere, SSCB, ABD, IMF, MTV olmuş hiç fark etmemiş. Askeri, siyasi, kültürel, ekonomik her yönden türlü türlü işgale uğramış bu ülke. Sonra da ABD gelmiş, Irak'ı "işgal" etmiş, binlerce km uzaktaki bir ülke sınır komşumuz oluvermiş. Hatta askerimizin başına çuval geçirerek bize çuvaldız batırmaya kalkmış.

İşte bu, bilincimizin arka raflarında saklı pek çok şeyi gün yüzüne çıkardı. Birden herkes konuşmaya, daha da beteri sorular sormaya başladı. Bu beter bir şeydi, zira birileri sorular sormaya başlarsa yanıt da isterler.

Nasıl yanıtlar? Kolay mı, zor mu?

"Türkiye'de on yüz bin milyon ton bor var, dünyadaki petrol stokları tükeniyor, geleceğin enerji kaynağı bor, ABD petrol için Irak'ı işgal etti, ama petrol bitince bor için Türkiye'yi işgal edecek, bunun provasını milenyum çelinc tatbikatıyla yaptı, 11 bordo bereliye çuval geçirerek mesaj verdi, nokta".

Buyrun size kolay bir yanıt. Kendi içinde gayet tutarlı.

Türkiye neden önemli? Çünkü Türkiye'de milyarlarca ton bor var. Petrol bitiyor ve geleceğin yakıtı bor.

Türkiye neden tehdit altında? Çünkü ABD tetik manyağı (trigger happy) bir ülke ve canı çikolata çekse İsviçre'yi işgal edecek bir başkanı var.

ABD'nin petrolü bitince ne olacak? Elinin körü olacak, bor için bize dalacak.

Her soruya bir yanıt çıkarmak mümkün. Kabaca 300 sayfalık Metal Fırtına kitabı bunlar gibi bir sürü soruya cevap verir nitelikte.
Söz gelimi, dünyada gelecek 250 sene boyunca hangi ülkenin, kimler tarafından yönetileceğinin, 250 sene öncesinden, gizli bir tarikat tarafından belirlenmiş olduğunu açıklayan bir teori kurabiliriz. Bu teori kendi içinde o kadar tutarlı olur ki, 1929 Büyük Bunalımı'ndan 11 Eylül'e kadar her olaya mantıklı bir açıklama getirebilir. Vereceği her cevap tek satırlık, "hedefi 12'den vuran", "olayı bitiren" türden olabilir. Çok izlenen meşhur bir TV dizisini anımsayın lütfen...

Bir roman, roman olma iddiası ile ortaya çıkıp, romanlığı ile anılmayı amaçlarsa, kadir kıymet bilen okuyucuya ilham olur, bilgi olur, haz olur. Ancak roman olmanın ötesinde, "ulvî" amaçlar edinirse, o zaman işin rengi değişir. Kolay yanıtlar sunmayla zor yanıtlar sunmanın arasında çok büyük bir fark vardır. Birincisi çabucak tüketilirken (mesela ayaküstü bir kitapçıda, bir gecede kanepede uzanırken vb), ikincisi nesiller boyu bakî kalır.

Hiç yorum yok: