Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, ilk defa Aksiyon’da yayımlanan açıklamalarında, 1998 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sürecini anlatıyor.(*)
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1998’de Suriye’den nasıl çıkarıldığı konusunda, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu bugüne kadar hiç konuşmadı. Yıllardır, böyle bir politika geliştirmemiş olan Türkiye, birdenbire Suriye ile savaşı da göze alarak bu kararı nasıl vermişti? Gerçekten Suriye Öcalan’ı vermekte direnirse Türk tankları Halep ve Şam’a doğru yürüyecek miydi?
Orgeneral Kıvrıkoğlu, 8 Ekim Cumartesi günü İstanbul Harbiye’de Askerî Kültür Sitesi içinde yapılan “terör” toplantısının dinleyicilerinden biriydi. Orgeneral Hurşit Tolon ve diğer asker, sivil konuşmacıları eski Kara Kuvvetleri Komutanı Hikmet Bayar, eski Hava Kuvvetleri Komutanı İlhan Kılıç ve eski Jandarma Genel Komutanı Fikret Özden Boztepe ile gün boyu dinleyen Kıvrıkoğlu, programın bitiminde medyanın salonda olmadığı bir sırada kürsüye davet edildi.
Kara Kuvvetleri Komutanı olunca kararı verdim
Orgeneral Kıvrıkoğlu, konuşmasında Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasının ilk defa nasıl gündeme geldiğinden, Suriye’ye yönelik savaş hazırlıklarına kadar bu süreci adım adım anlattı. İşte Aksiyon’un ele geçirdiği ve ilk defa yayımlanan o konuşma:
“Terör konusu yaklaşık otuz beş yıldır Türkiye’nin başının belasıdır. Bu belayı Türkiye’de yediden yetmişe herkes çekmiştir. Türkiye’nin bugün çok daha ileri noktalarda olması gerekirken, maalesef fazla ileriye gidememesinin başlıca sebebi terördür. Ben 1997 yılının 30 Ağustosunda 1. Ordu Komutanlığı görevimi tamamlayarak, Ankara’ya Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atandım. O sırada terörle mücadele sorumluluğu Genelkurmay Başkanlığı’ndan Kara Kuvvetleri’ne verilmişti. Orada şu değerlendirmeyi yaptım. Bu terörün arkasında bütün Avrupa ülkeleri, hatta pek çok dünya ülkesi olduğu gibi, ağırlıklı olarak Suriye bulunmaktaydı. Suriye’ye karşı bir şeylerin yapılması lazımdı. Suriye 15 yıldır, Türkiye’ye ilan ettiği bir savaşı en ufak bir zarar görmeden fakat Türkiye’ye zararların en büyüğünü vererek sürdürmekteydi. Türkiye’ye batırılan çuvaldıza karşı bizim de Suriye’ye iğne batırıp acının azını da olsa tattırmamız lazımdı.
İlk konuşmam MGK’da tepki bulmadı
“Ve biz 1998’de Milli Güvenlik Kurulu’na bir öneride bulunduk. Bütün bu gerekçeleri ortaya koyup terörün Türkiye’ye en az 100-150 milyar dolara mal olduğunu, 5300 civarında asker, 5500 civarında sivilin şehit olduğunu, 16 bin yaralının da bu mücadelenin sonunda Türkiye’de var olduğunu ifade ettim. Bir eylem planı yaparak konuya politik, ekonomik ve askeri yönden yaklaşmamız ve bunun meydana getirdiği sinerjiyle Suriye üzerinde baskı kurmamız gerektiğini ifade ettim. Bu konuşmam o toplantıda bir tepki almadı. Ertesi ay, haziranda yapılan toplantıda yine aynı konuyu gündeme getirdim. Ve o zamanki Cumhurbaşkanı Sayın Demirel konuya sahip çıktı ve derhal orada görev için hazırlıklara başlanması emri verildi.
Planı Orgeneral Atilla Ateş ile yürüttüm
“Biz hazırlıklara başladık. Politik yönden neler yapılabilir? Suriye’nin her siyasi platformda, terörist bir devlet olduğunu anlatmanın gerekli olduğu ve diğer devletlerle bu işbirliğinin gerçekleştirilmesi, ekonomik yönden her türlü ithalatın ve ihracatın kesilmesi ve ayrıca onların dışarıya ihraç ettiği malların daha ucuz fiyatla Türkiye tarafından ihraç edilerek Suriye’nin ekonomik yönden daha kötü duruma düşürülmesi gibi birtakım tedbirler tespit edildi. O sırada 1. Ordu Komutanı olan Orgeneral Atilla Ateş’le bu konuları hep görüşüyordum. Çünkü, üç ay sonra ben Genelkurmay Başkanlığı’na geçtiğimde, o da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilecekti. Nitekim bu konuda bir takım tedbirler alınmaya başladı.
Orgeneral Ateş’in konuşması planlıydı
“Kendisi 16 Eylül günü, ki ben o gün, NATO Genelkurmay Başkanları toplantısından dönüyordum. Norveç’ten döndüm. O gün havaalanında kendisi ile beraber olduk. Bu konuşmayı bildiğiniz gibi Suriye sınırında yaptı. (Orgeneral Atilla Ateş o gün Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki askerî birliği ziyaretinde şöyle demişti: “Türk devleti olarak komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bu iyi niyetimize rağmen bazı komşularımız, özellikle ismini açıkça söylüyorum, Suriye gibi komşular, iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Türkiye beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Artık sabrımız kalmadı.”)
Suriye’nin sadece 100 tankı vardı
“Ardından 1 Ekim 1998 tarihinde Demirel, Meclis’in açılış konuşmasında bu konuya ağırlıklı olarak değindi. Sonra ben Diyarbakır ve Adana’da bazı konuşmalar yaparak konuya bir yerde yeni bir dinamizm kazandırdım. O sırada basının büyük yararını gördük. Türk basını, bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin Suriye’yi işgal edebileceğine, ve 24 saatte Halep’e ulaşacağına dair birtakım haberler yaptı. Biz Suriye’yi tetkik ettiğimizde şöyle bir durumla karşılaştık. Suriye gerçekten çok zor durumda idi. Evvela bütün kuvvetlerinin Golan Tepeleri istikametinde olduğunu gördük. Sadece iki buçuk tümenlik kısmını da Lübnan’a sevketmişti. Geriye Türkiye’nin karşısında kala kala, bir tank alayı kalıyordu. Yani 99, 100 tane tank... Koskoca 3 bin 300 tankı olan bir Türkiye’nin 100 tanklı bir Suriye’ye yapabileceği çok şeyler vardı.
Hüsnü Mübarek’e bildirimler yaptık
“Ve onun üzerine biz Türk dış politikasının arkasına Silahlı Kuvvetler’in gücünü de koyarak Suriye’ye bir baskı politikası uygulamaya geçtik. Ve bu bütün dünyada gerçekten dikkatle ve merakla izlenmeye başlandı. O sırada konunun ciddiyetini gören Mısır Cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldi ve kendisine bu bildirimler yapıldı. Çok şeyler yapacaktık. O sırada şansımız yaver gitti. Daha biz o bölgeye kuvvetlerimizi sevk esnasında, bir NATO tatbikatı Gaziantep bölgesinde cereyan etmekte idi. Gerek Suriye, gerekse Türk basını bu kuvvetlerin, bizim kendi silahlı kuvvetlerimiz olduğunu zannediyordu. Aslında biz daha yeni yeni birlik sevketmekteydik.
Önce topçu atışı ile Suriye’yi vuracaktık
“Ve şöyle yapacaktık. Kara hududunda birtakım hudut ihlalleri, hava hududunda hava kuvvetleri ile hava ihlalleri yapacaktık. Suriye’deki belirli hedeflere bazı topçu atışları yapacaktık. Ve 40 mil olan kara suları içerisinde deniz kuvvetlerimizle tatbikatlar icra edecek ve bunu adım adım Suriye’ye baskıyla uygulayacaktık.”
Kuşkusuz belirli hedeflere yönelik topçu atışından sonuç çıkmaması demek, Türk tanklarının Suriye’ye girmesi demekti.
*: Aksiyon, Sayı: 567 - 17.10.2005; Faruk Mercan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder