Girmiyoruz. Girmedik. [Epey bir süre] Girmeyeceğiz.
Ben böyle düşünüyorum.
Her şeyden önce Türkiye [Kuzey] Irak'ta söz sahibi olma, "borusunu öttürme" şansını 1 Mart 2003 günü yitirmiştir, o hayati önemi haiz inisiyatif o gün kaybedilmiştir. Geçmiş ola. Irak esaki Irak değil, Talabani eski Talabani değil, Barzani eski Barzani değil, ABD eski ABD değil.
Ama [halâ, maalesef] eski düşünce kalıplarına sıkışıp kalmış durumdayız. Bu kalıplardan kast ettiğim, Soğuk Savaş döneminde geçerli olan, Berlin Duvarı'nın yıkıntıları altında kalan kalıplardır. Dünyanın siyah ve beyaz renklerden ibaret olduğu, "iyi"nin "kötü"ye karşı durduğu, iki dünyanın demir bir perde ile birbirinden ayrıldığı ve art kalanların üçüncü dünyayı oluşturduğu o antik zamanlara ait, antik, küflenmiş, çürümüş düşünce kalıpları. "Ya benimsin ya kara toprağın", "ya bendensin ya ondan" lafları o zamanlara ait. İşte tam da bu yüzden oğul Bush'un bunları sarf etmesi bu kadar korkutucu.
Ortadoğu'da her şey, ama her şey 2003'te değişti. Bir daha eskisi gibi olmayacak. Eski politikalar, stratejiler, manevralar artık geçerli değil. Yenileri gerekiyor. Bunu görme vakti çoktan geçti. Göremeyenler her fırsatta "arabuluculuk" yapmaya çalışarak "bağımsız dış politika" icra ettiğini sanıyor.
PKK eylemlerinin hız kazanması sonucu hükümetin ses tonu son dönemde oldukça yükseldi. ABD Büyükelçisi Ross Wilson'la ufak bir atışma, "kimseyi dinlemeyiz", "dünya İsrail'e bir şey demiyor, bize neden yamuk yapıyor" gibi çıkışlar vesaire. Kendi içini bile doldurmaktan aciz söylemler, nerede kaldı bir anlamlarının olması...
Her şeyden önce şunu tespit etmeliyiz: Mevcut konjonktürde Irak'a yapılacak geniş çaplı bir harekat en başta Türkiye'ye zarar verir. "Mevcut konjonktür"ün altını kalın kırmızı kalemle çizeyim hemen. Bu, başka bir yazının konusu olsun.
26 yaşındayım, gencim ve politikaya, askeriyeye ilgi duyuyorum. Ve içtenlikle belirtmek istiyorum ki, AKP hükmetine minnettarlık duyuyorum.
"Kriz nasıl yönetilmez", "devlet yönetim kademesinde eşgüdüm nasıl sağlanmaz", "dış politikada manevra alanı nasıl kısıtlanır" konularında beni bilgilendirdikleri için.
Ben son dönemde birden alevlenen bu sınır ötesi harekat tartışmalarının nedenini, iki ayrı teorimin kombinasyonuna dayandırıyorum. Özetlemek gerekirse:
1. Hükümet bugün Cengiz Çandar'ın yazısında belirttiği gibi tabana yönelik popülizm yapıyor olabilir. Parti tabanından yükselen rahatsızlık sinyalleri, tabanı bir arada tutma ve ufuktaki genel seçim + Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, özellikle İsrail karşıtı yoğun söylem ile puan toplama gayesi bulunabilir. Bu amaçlar, sert volümlü söylemlerin, yoğun [gibi görünen] diplomatik trafiğin nedeni olabilir.
2. Özellikle malum medya grubunda son zamanlarda harekata yönelik çok fazla "gaza getirici" haberler çıkıyor. Örneğin en son bugün Hürriyet'te yer alan ve bir internet forumundaki Google Earth kaynaklı yarı-amatör analizi, "istihbarat raporuna göre Kandili bombalamak 5 dakika!" diye sunan haber veya "Genelkurmay'a harekat planı yapması için yetki verildi" gibi saçmalık sınırlarını zorlayan haberler gibi. Kamuoyunun, gerçekleşmeyecek ya da en fazla hava saldırısı veya özel kuvvet cerrahi operasyonu gibi mahdut hedefli olacak bir harekata dair büyük beklenti içine sokulup, heyecanlandırılıp, beklentiler boşa çıkınca büyük hayal kırıklığına uğratılması hedeflenmiş olabilir. Bu durumda oluşacak büyük hayal kırıklığı, kısa sürede büyük nefrete dönüşerek hükümetin iktidarda kalmasını zorlaştırır ve [erken seçim olsun olmasın] AKP'nin tekrar iktidara gelmesini zora sokabilir. Hatta bu komplo teorisini biraz daha ileri götürerek cumhurbaşkanlığı seçimleriyle direkt alakalı olduğunu bile ileri sürebilirim. Erdoğan'ın parti tabanındaki hakimiyetinin ve prestijinin, bu bahsettiğim hayal kırıklığı sonucu sarsılması şaşırtıcı olmaz.
Hükümetin ölçüsüz, hesapsız ve zaman zaman mantık sınırlarını zorlayan söylemlerinin Türkiye'nin bölgedeki ağırlığına zarar vermesi, manevra alanını kısıtlaması ise en vahim durumdur. Bu da, başka bir yazının konusu olsun.
Ancak şu da var ki, rahatsızlık sinyali veren tek taban AKP'ninki olmayabilir.
Allah şu zor günlerde milletimize sabır, askerimize güç versin. Ne diyebilirim ki. Bu da geçer ya hû!
Ben böyle düşünüyorum.
Her şeyden önce Türkiye [Kuzey] Irak'ta söz sahibi olma, "borusunu öttürme" şansını 1 Mart 2003 günü yitirmiştir, o hayati önemi haiz inisiyatif o gün kaybedilmiştir. Geçmiş ola. Irak esaki Irak değil, Talabani eski Talabani değil, Barzani eski Barzani değil, ABD eski ABD değil.
Ama [halâ, maalesef] eski düşünce kalıplarına sıkışıp kalmış durumdayız. Bu kalıplardan kast ettiğim, Soğuk Savaş döneminde geçerli olan, Berlin Duvarı'nın yıkıntıları altında kalan kalıplardır. Dünyanın siyah ve beyaz renklerden ibaret olduğu, "iyi"nin "kötü"ye karşı durduğu, iki dünyanın demir bir perde ile birbirinden ayrıldığı ve art kalanların üçüncü dünyayı oluşturduğu o antik zamanlara ait, antik, küflenmiş, çürümüş düşünce kalıpları. "Ya benimsin ya kara toprağın", "ya bendensin ya ondan" lafları o zamanlara ait. İşte tam da bu yüzden oğul Bush'un bunları sarf etmesi bu kadar korkutucu.
Ortadoğu'da her şey, ama her şey 2003'te değişti. Bir daha eskisi gibi olmayacak. Eski politikalar, stratejiler, manevralar artık geçerli değil. Yenileri gerekiyor. Bunu görme vakti çoktan geçti. Göremeyenler her fırsatta "arabuluculuk" yapmaya çalışarak "bağımsız dış politika" icra ettiğini sanıyor.
PKK eylemlerinin hız kazanması sonucu hükümetin ses tonu son dönemde oldukça yükseldi. ABD Büyükelçisi Ross Wilson'la ufak bir atışma, "kimseyi dinlemeyiz", "dünya İsrail'e bir şey demiyor, bize neden yamuk yapıyor" gibi çıkışlar vesaire. Kendi içini bile doldurmaktan aciz söylemler, nerede kaldı bir anlamlarının olması...
Her şeyden önce şunu tespit etmeliyiz: Mevcut konjonktürde Irak'a yapılacak geniş çaplı bir harekat en başta Türkiye'ye zarar verir. "Mevcut konjonktür"ün altını kalın kırmızı kalemle çizeyim hemen. Bu, başka bir yazının konusu olsun.
26 yaşındayım, gencim ve politikaya, askeriyeye ilgi duyuyorum. Ve içtenlikle belirtmek istiyorum ki, AKP hükmetine minnettarlık duyuyorum.
"Kriz nasıl yönetilmez", "devlet yönetim kademesinde eşgüdüm nasıl sağlanmaz", "dış politikada manevra alanı nasıl kısıtlanır" konularında beni bilgilendirdikleri için.
Ben son dönemde birden alevlenen bu sınır ötesi harekat tartışmalarının nedenini, iki ayrı teorimin kombinasyonuna dayandırıyorum. Özetlemek gerekirse:
1. Hükümet bugün Cengiz Çandar'ın yazısında belirttiği gibi tabana yönelik popülizm yapıyor olabilir. Parti tabanından yükselen rahatsızlık sinyalleri, tabanı bir arada tutma ve ufuktaki genel seçim + Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, özellikle İsrail karşıtı yoğun söylem ile puan toplama gayesi bulunabilir. Bu amaçlar, sert volümlü söylemlerin, yoğun [gibi görünen] diplomatik trafiğin nedeni olabilir.
2. Özellikle malum medya grubunda son zamanlarda harekata yönelik çok fazla "gaza getirici" haberler çıkıyor. Örneğin en son bugün Hürriyet'te yer alan ve bir internet forumundaki Google Earth kaynaklı yarı-amatör analizi, "istihbarat raporuna göre Kandili bombalamak 5 dakika!" diye sunan haber veya "Genelkurmay'a harekat planı yapması için yetki verildi" gibi saçmalık sınırlarını zorlayan haberler gibi. Kamuoyunun, gerçekleşmeyecek ya da en fazla hava saldırısı veya özel kuvvet cerrahi operasyonu gibi mahdut hedefli olacak bir harekata dair büyük beklenti içine sokulup, heyecanlandırılıp, beklentiler boşa çıkınca büyük hayal kırıklığına uğratılması hedeflenmiş olabilir. Bu durumda oluşacak büyük hayal kırıklığı, kısa sürede büyük nefrete dönüşerek hükümetin iktidarda kalmasını zorlaştırır ve [erken seçim olsun olmasın] AKP'nin tekrar iktidara gelmesini zora sokabilir. Hatta bu komplo teorisini biraz daha ileri götürerek cumhurbaşkanlığı seçimleriyle direkt alakalı olduğunu bile ileri sürebilirim. Erdoğan'ın parti tabanındaki hakimiyetinin ve prestijinin, bu bahsettiğim hayal kırıklığı sonucu sarsılması şaşırtıcı olmaz.
Hükümetin ölçüsüz, hesapsız ve zaman zaman mantık sınırlarını zorlayan söylemlerinin Türkiye'nin bölgedeki ağırlığına zarar vermesi, manevra alanını kısıtlaması ise en vahim durumdur. Bu da, başka bir yazının konusu olsun.
Ancak şu da var ki, rahatsızlık sinyali veren tek taban AKP'ninki olmayabilir.
Allah şu zor günlerde milletimize sabır, askerimize güç versin. Ne diyebilirim ki. Bu da geçer ya hû!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder