Dizinin diğer yazısı için:
• F-16'nın Hikayesi - 2
F-16, son 50 yılda Türkiye’nin ulusal
savunmasında, askeri ve diplomatik ilişkilerinde ve bölgedeki neredeyse tüm
çatışma ve savaşlarda doğrudan ve dolaylı olarak sayısız kez rol oynamış bir
uçak.
20 Ocak 1974 tarihindeki ilk uçuşunun üzerinden 50
yıl geçmiş ve görünen o ki, dünya göklerinde en az 2040’lara kadar F-16 görmeye
devam edeceğiz. Bu da 90 yıla yakın bir program ömrü anlamına gelir. 1974
tarihinde uçan YF-16 ile bugünkü en modern versiyon olan Block 70 arasında dış
görünüş benzerliği dışında neredeyse hiçbir ortak nokta yok. Uçağın yapısal
tasarımı, motor ve aviyonikleri büyük bir dönüşüm geçirdi. Halen de Block 70
adı altında yeni sistemlerin eklenmesi ile gelişimini sürdürüyor.
4,600’den fazla üretilmiş olan F-16, yalnızca bir
askeri araç olarak değil, aynı zamanda siyasi ve diplomatik bir unsur olarak da
pek çok kriz, çatışma, savaş ve müzakerenin konusu oldu. Bunun en güncel örneğini,
Türkiye’nin ABD’den F-16V talebi sürecinde gördük.
Ömrünün yaklaşık olarak ilk yarısını tamamlamış,
bu sürede zarfında da pek çok savaş ve çatışmada başrol oynamış bu istisnai
uçağın hikayesini yazmak için 1974’ten daha geriye gitmek gerek.
Hafif, çevik ve ucuz avcı uçağı fikri F-16 ile
doğmadı elbette. İkinci Dünya Savaşı'nda Japonların Mitsubishi A6M
"Zero" ve Almanların Messerschmitt Bf-109'larının performansından
etkilenen ABD Ordu Hava Gücü (United States Army Air Force; USAAF), hafif,
çevik ve düşük maliyetli bir avcı uçağı için bir gereksinim hazırladı. İsterler
doğrultusunda bir uçak geliştirmesi için Bell şirketi ile 1941 yılında bir
sözleşme imzalandı. Ortaya çıkan XP-77, pek de yakışıklı sayılmayacak bir uçak
olmakla birlikte bütünüyle ahşaptan mamul olması ve güçlü motoru ile Zero ve
Bf-109'larla baş edebilmeyi vaat ediyordu. Ancak motorunun geliştirme sorunları
ve tasarımında yaşanan sıkıntılar nedeniyle projenin hayata geçmesi gecikti.
1944'te ilk uçuşa hazır hale geldiğinde ABD çoktan P-47 ve P-51 gibi daha ağır
ama çok daha yüksek performanslı avcıları başarıyla kullanmaya başlamıştı bile.
Nitekim XP-77 projesi tamamen rafa kaldırıldı.
Birinci Nesil, İkinci
Nesil
Dünyanın ilk seri üretim jet motorlu savaş uçağı
olan Me-262, savaşın sonlarına doğru sahneye çıktı. Savaştan hemen sonra da
ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği, o zamana kadar kendi yürüttükleri
projelerin üstüne Almanya'dan ele geçirdikleri bilgi birikimi ve teknolojiyi
ekleyerek jet motorlu muharip uçak projelerini hızla hayata geçirdiler. Birinci
nesil savaş uçakları bu dönemde ortaya çıktı. Gerçek savaş koşullarında ilk
denemeleri de Kore'de oldu. ABD'nin Lockheed F-80 Shooting Star, Republic F-84 Thunderjet,
North American F-86 Sabre ve Grumman F9F Panther jetleri, Kuzey Kore, Çin ve
Sovyet MiG-15'leri ile (NATO kodu "Fagot") karşılaştı. Kore
Savaşı'ndaki bu hava muharebeleri her ne kadar jetler arasında gerçekleşse de
kullanılan silah ve sistemler ile taktikler büyük ölçüde geç İkinci Dünya
Savaşı dönemine aitti.
1950'lerin ikinci yarısından itibaren ABD yarı
aktif radar ve kızılötesi güdümlü AIM-4 Falcon, AIM-7 Sparrow ve AIM-9
Sidewinder; Sovyetler Birliği ise hüzme takip sistemli K-5 (NATO kodu AA-1
“Alkali”) güdümlü füzelerini devreye almaya başladılar. Bu dönemde ABD ve
Sovyetler Birliği, hava gücünde ağırlıklı olarak nükleer harp başlıklarını
taşıyacak ağır bombardıman uçaklarına ve bu başlıkları taşıyan düşman
bombardıman uçaklarını vuracak önleme uçaklarına yönelmişlerdi. ABD'nin Convair
B-36 Peacemaker ve B-58 Hustler, Boeing B-47 Stratojet ve B-52 Stratofortress
ile Sovyetler Birliği'nin Myasişçev M-4 (NATO kodu "Bison"), Tupolev
Tu-4 (NATO kodu "Bull") ve Tu-95 (NATO kodu "Bear")
stratejik bombardıman uçakları bu yönelimin ürünü olarak ortaya çıktılar.
Benzer şekilde 1950’lerin ortalarından itibaren tasarlanan ABD Convair F-102
Delta Dagger ve F-106 Delta Dart; Sovyetler’in de Suhoy Su-9 (NATO kodu
“Fishpot”) jetlerinin öncelikli görevleri, düşman bombardıman uçaklarının önlenmesiydi.
Avcı uçaklarında güdümlü füzelerin ilk
örneklerinin kullanılmasına ilaveten, ses hızının iki katı (Mach 2) süratte
uçuş ve atış kontrol radarları gibi yenilikler de devreye girdi. MiG-21 (NATO
kodu “Fishbed”), Lockheed F-104 Starfighter, Dassault Mirage III gibi uçaklar,
ikinci nesil olarak sınıflandırılan bu ailenin öncüleri oldular.
İt Dalaşı
Avcı uçağı tasarımındaki bu geçiş döneminde ABD
Hava Kuvvetleri camiasında bir kişinin ünü hızla yayılmaya başlamıştı. John Richard Boyd isimli bu pilot, Kore Savaşı’nda kısa bir süre
görev yapıp F-86 Sabre’lerle 22 sorti muharebe uçuşu yaptıktan sonra silahlar
ve taktikler okulunda eğitim almak için ülkeye dönmüştü. Döneminin birincisi olan
Boyd, eğitmen olarak aynı okulda devam etti. Bu sırada, it dalaşı için pek de
ideal olmayan bir tasarım ve performansa sahip North American F-100 Super Sabre
jeti ile çevresindeki pilotlara meydan okumaya başlamıştı. İddia basitti: Bire bir hava muharebesinde arkasına
geçip atış pozisyonu alabilen ve 40 saniye boyunca bu pozisyonu koruyabilen
pilot, Boyd’un 40 dolarını alacaktı.
Boyd kariyeri boyunca bu iddiayı hiçbir pilota
karşı kaybetmedi.
1950’lerde Hava gücüne verilen görevin bombardıman
ve bombardımanı önleme eksenli olarak şekillenmesi, “it dalaşı” olarak da
bilinen yakın hava muharebelerinin ve hava muharebesinde temel av
manevralarının öncelikler listesinde aşağılara düşmesi sonucunu doğurdu. Evet,
Kore’de jet motorlu av uçakları yoğun şekilde “it dalaşı” yapmış, yakın
mesafelerden makinalı tüfekler ve roketlerle birbirlerini kovalamışlardı ancak
süper güçler havadan gelen esas tehdidi nükleer bombalar ve onları taşıyan
uçaklar olarak görüyordu. Güdüm – kontrol teknolojisindeki gelişmeler, düşman
uçaklarının uzun mesafelerden vurulabilmelerini mümkün kılıyordu. Düşman
uçakları, makinalı top menziline, dolayısıyla riskli it dalaşlarına girmeden
uzaklardan vurulabilecekti. Kore Savaşı’ndaki tüm deneyimler ve istatistiklere
rağmen böyle bir yönelimi anlamak zor. Nitekim gidilen yolun yanlışlığı çok
geçmeden acı verici şekilde anlaşılacaktı.
ABD’nin muharip uçak tasarımında radar ve güdümlü
füzelere yöneldiği, yakın mesafe hava muharebesini, dolayısıyla manevra
kabiliyeti, ivmelenme ve hatta makinalı topu bir kenara bıraktığı bu yaklaşımı
kısa süre içinde vücut bulacaktı.
Phantom’un Doğuşu
McDonnell şirketi 1950'lerin ortalarında, ABD
Deniz Kuvvetleri için ürettiği F3H Demon avcı jeti üzerinden XF4H-1 adlı daha
büyük bir av - bombardıman uçağı geliştirmeye başladı. ABD Deniz Kuvvetleri ile
birlikte belirlenen isterler, bu yeni uçağın dönemin en modern ve her hava
koşulunda hedef tespit takibi yapabilen Westinghouse AN/APQ-50 atış kontrol
radarı ile bu radarın tevcih edeceği AAM-N-6 Sparrow (sonradan AIM-7 Sparrow) yarı
aktif radar güdümlü havadan havaya füzelerle donatılmasını öngörüyordu. İki
adet General Electric J79 turbojet motoru ile Mach 2'yi aşan süratlere erişmesi
ve aynı zamanda uçak gemilerine iniş ve kalkıştan dolayı maruz kalacağı yüklere
dayanacak gövde mukavemetine sahip olması isteniyordu.
27 Mayıs 1958 tarihinde ilk kez uçan XF4H-1'in adı
daha sonra F-4 Phantom II olacaktı. Türk Hava Kuvvetlerinin "Baba
Fantom'u" yani.
Phantom, Kore Savaşı'ndan sonra hava
muharebelerine dair ABD'de hâkim olan görüşü yansıtan bir konfigürasyona
sahipti: Menzil ve sürati önceleyen, güçlü motorları taşıyan büyük bir gövdede
taşınan dört AIM-7 Sparrow, dört de AIM-9 Sidewinder havadan havaya füze. Yakın
mesafe hava muharebesinin devrinin sona erdiği tespitinden hareketle, makinalı
top eklenmemişti. İvmelenme ve manevra kabiliyeti yerine sürat ve taşıma
kapasitesi ön plandaydı.
TFX
1960 yılında ABD Hava Kuvvetleri düşman hatlarının
derinliklerine alçak irtifadan ve sesüstü süratte nüfuz edebilecek bir taktik
bombardıman uçağına yönelik gereksinimleri hazırlamaya başladı. Sovyet hava
savunma şebekesinin uzaktan tespit ve takip edebilmesini engellemek için çok
alçak irtifada, arazi engebesinin sağladığı örtüden faydalanarak bombardıman
görevleri gerçekleştirecek bu uçağın diğer görevleri arasında taktik nükleer
taarruz ve keşif de bulunuyordu.
Projenin seyri, 1961 yılında savunma bakanı olarak
atanan Robert McNamara'nın göreve başlamasından sonra değişti. McNamara, o
dönem uzun menzilli av - önleme görevleri için bir savaş uçağı ihtiyacı
üzerinde çalışan ABD Deniz Kuvvetlerini de projeye dâhil etti. McNamara'nın
düşüncesi, tek bir uçak tasarımı üzerinden iki kuvvetin de farklı
ihtiyaçlarının karşılanması, böylelikle üretim ve idame maliyetlerinde
tasarrufa gidilmesiydi. İki kuvvetin gereksinim setlerinin birleştirilmesiyle
başlatılan “Tactical Fighter Experimental” (TFX) adlı projede, o döneme kadar hava kuvveleri için
çalışılan kavramsal tasarım baz alındı. Kasım 1962'de General Dynamics'in F-111
tasarımı seçildi: F-111A taktik bombardıman, F-111B ise uçak gemisi konuşlu av
- önleme uçağı olacaktı. Ancak sorun, F-111B’nin uçak gemisi için fazla büyük,
fazla ağır (88,000lb / 39,915kg azami kalkış ağırlığı) ve görev için fazla
hantal olmasıydı. İlk kez turbofan motorla (Pratt & Whitney TF30)
donatılmış bir muharip uçak tasarımı olan F-111, arazi takip radarı, değişken
açılı kanatlar, gelişmiş bir atış kontrol ve otomatik pilot sistemi gibi pek
çok ileri teknoloji içeren kabiliyete sahipti. Ancak deniz kuvvetleri
ihtiyaçları için uygun bir tasarım değildi. McNamara’nın inadı ile hayatın
gerçekleri arasında gel gitler yaşayan TFX, F-111B’nin Kongre kararı ile 1968 yılında iptal
edilmesiyle F-111A olarak devam etti. İptal kararında, Senato Silahlı Hizmetler
Komisyonu’ndaki oturumda görüşlerine başvurulan Amiral Thomas Connoly’nin, yeni
motorların uçağı kabul edilebilir yapıp yapamayacağı şeklindeki bir soruya, “Efendim,
tüm Hristiyanlık aleminde bu uçağı istediğimiz hale getirebilecek iman gücü
yoktur” şeklindeki yanıtı etkili olmuştu. F-111B’nin iptal edilmesinden sonra Temmuz
1968’de VFX adlı proje başlatıldı. Grumman’ın kazandığı ihalede kazanan tasarım
olan F-14, Nitekim Connoly’nin şerefine “Tomcat” adını alacaktı.
McNamara’nın “müşterek” (joint) hayaleti ise yarım
asır sonra Pentagon koridorlarında dolaşmaya devam edecekti.
Rolling Thunder
2 Ağustos 1964 tarihinde meydana gelen Tonkin
Körfezi olayından sonra ABD’nin Vietnam’a doğrudan askeri müdahalesi başladı.
Ülkenin güneyindeki askeri varlığını hızla artırmasına paralel olarak ABD ve
Güney Vietnam hava kuvvetleri, Kuzey Vietnam’a yönelik olarak 1965 Mart ayından
itibaren “Rolling Thunder” adı verilen bir bombardıman harekâtına başladılar.
Kuzey Vietnam’ın savaş gücünün kırılması için mühimmat depoları, ulaşım ve
iletişim hatları, üs ve tesislerinin vurulmasını içeren Rolling Thunder harekâtı,
ABD Genelkurmayı tarafından çok sıkı şekilde denetlenen bir çatışma kuralları
(Rules of Engagement) ile hedef seti ile yürütülüyordu. ABD savaş uçaklarının
düşman uçaklarını vuruşu, yalnızca görsel olarak hedef tayini ile mümkündü.
Başka bir deyişle AIM-7 Sparrow gibi orta menzilli, yani görüş mesafesi
ötesinden ateşlenebilecek bir füzenin kullanımı otomatik olarak devre dışı
kalıyordu.
Rolling Thunder kapsamında refakat ve hava
üstünlüğü görevlerinde uçan ABD hava ve deniz kuvvetlerine bağlı av –
bombardıman uçakları kısa süre içinde Kuzey Vietnam hava kuvvetlerine ait
MiG-17PF (NATO kodu “Fresco”) ve MiG-21F-13 (NATO kodu “Fishbed”) avcılarıyla
karşılaştılar. Sonuçlar pek parlak değildi. Harekâtın sona erdiği 1968 yılına
kadar hava muharebelerinde ABD uçakları 55 kayba karşılık 118 Kuzey Vietnam
jeti düşürmüştü. MiG’ler, özellikle av – bombardıman uçaklarına
büyük kayıplar verdirmişti. Hızlanma ve ani dönüş kabiliyetleri F-4 ve
F-8’lerden çok daha iyi olan MiG’ler, Sovyet harekât doktrinleri uyarınca yer
kontrolünün sıkı denetimi altında etkili pusular kurabiliyor ve Amerikan
uçaklarına, olabilecek en uygun açılardan ve tespit edilmeden yakın
mesafelerden taarruz edebiliyordu. Çatışma kurallarının katı sınırları,
önceliğini çoktan kaybetmiş yakın hava muharebesine uygun eğitimin ve makinalı
topun noksanlığı, havadan havaya füzelerin teknolojik kabiliyet ve
performanslarının sınırlarıyla birleşince, Phantom’lar bir hayli hırpalandı
Vietnam göklerinde.
Yeni bir Paradigma
Arayışı
Rolling Thunder’ın daha ilk zamanlarında ABD Hava
Kuvvetleri camiasında yavaş yavaş bir teori, hatta bir paradigma şekillenmeye başladı: Hava muharebesine hız değil kinetik enerji, ivme
ve çeviklik penceresinden bakan bir yaklaşım. 1962 yılında Eglin Hava Üssüne
atanmış olan John Boyd’un üzerinde çalışmaya başladığı bu fikir, bir önceki yıl Georgia Teknoloji
Üniversitesi’nden (Georgia Tech) aldığı mühendislik derecesi, matematikçi
Thomas P. Christie ile yaptığı işbirliği ve sahte kullanıcı kayıtları ile kaçak
olarak kullandığı bilgisayarlarda yaptığı hesaplamalar sonucunda “Enerji –
Manevra Kabiliyeti Teorisi” (Energy–maneuverability theory; E-M) olarak ortaya çıktı. Boyd, hız, itki, sürükleme
ve ağırlık parametrelerini kullanarak oluşturduğu performans göstergesi ile ABD
ve Sovyet avcı uçağı tasarımlarını bilgisayar ortamında karşılaştırdı. Çıkan
sonuçlar, ABD Hava Kuvvetleri için şok ediciydi: Tüm Sovyet jetleri manevra
kabiliyeti bakımından Amerikalı muadillerinden üstündü. Özellikle yakın mesafe
hava muharebesinde ABD uçaklarının ciddi zafiyeti söz konusuydu.
John Boyd, 1962 yılında Eglin üssünü ziyaret eden
ve sıralarda TFX projesinde çalışmaya yeni başlamış General Dynamics
mühendislerinden Harry Hillaker ile tanıştı. Projeyi takip eden Boyd, tasarım isterlerinin ne kadar yanlış olduğundan
şikâyet etti: İstenen uçak çok büyük, çok ağır, aşırı sofistike ve hantaldı. O
günlerde Christie üzerinde çalıştığı E-M Teorisi'ni baz alarak dile getirdiği
eleştirilerle Hillaker da hemfikirdi. Her ikisi de ideal avcı uçağının küçük ve
çevik olması gerektiğine inanıyordu. Yalnız da değildiler: Eglin üssü, Lockheed
ve General Dynamics şirketleri ile ABD Savunma Bakanlığındaki çeşitli asker ve
siviller de benzer düşünüyordu.
Esasen yeni bir arayışın peşinde olan yalnızca
Boyd değildi. ABD Savunma Bakanlığında da 1965 itibariyle özellikle yüksek
performanslı MiG-21 ile başa çıkabilecek, hava üstünlüğünü sağlayabilecek yeni
savaş uçağı konseptleri üzerinde çalışılmaya başlanmıştı. Bu çalışmalar
neticesinde 60,000lb (27,215kg) sınıfında, büyük bir hava üstünlüğü uçağı
olacak F-X ve 25,000lb (11,340kg) ağırlığında, hafif bir gündüz avcı uçağı
olacak ADF (Advanced Day Fighter) kavramsal tasarımları ortaya çıktı.
Vietnam’da Alınan Dersler
Vietnam’da ABD avcı uçaklarının kullandığı ilk
nesil Sparrow ve Sidewinder füzeleri, 1960'larda henüz teknolojik olarak
olgunluğa erişmiş değildi. Füzelerin hedefe kilitlenebildikleri zarflar bir
hayli dardı; irtifa, hız ve açı bakımından pilotları zorlayıcı kısıtlamaları
bulunuyordu. Buna ilaveten çoğu zaman alçak irtifada yüksek süratte uçan küçük
boyutlu MiG'lere kilitlenebilmek, Sparrow ve Sidewinder'ların ilk nesil güdüm
sistemleri için bir hayli zordu: Sık ormanlık, rutubetli ve engebeli arazi
içeren ortam radar için parazit yankılar (clutter), kızılötesi algılayıcı için
de gürültü anlamına geliyordu. Bunların üstüne, pilotların bu füzeleri yakın
mesafe hava savaşında uygun taktiklerle kullanımı için eğitilmemiş olmalarını
da eklemek gerek.
Rolling Thunder'dan ABD deniz ve hava kuvvetleri
kendi hesaplarına bazı dersler çıkarıp tedbirler almak için harekete geçtiler.
ABD Deniz Kuvvetleri, pilotların eğitim program ve müfredatını baştan aşağı
yeniledi. Bu kapsamda "Top Gun" olarak bilinen eğitim programını
başlattı. Ayrıca F-4'lerine 20mm makinalı top podu ekledi. ABD Hava Kuvvetleri
de 1967 yılından itibaren dâhili makinalı topu bulunan bir Phantom türevini,
F-4E'yi hizmete almaya başladı.
1986 yapımı Top Gun filminde okul komutanı Mike
“Viper” Metcalf’ın eğitim dönemi başında kursiyerlere video eşliğinde yaptığı
konuşma, yazının buraya kadarki kısmının özeti niteliğindedir.
Rolling Thunder'da ABD pilotlarının, özellikle
Phantom pilotlarının edindiği bir deneyim, bilhassa yakın hava muharebesinde
ilk gören olmanın ve muharebe sırasında görsel teması kaybetmemenin taşıdığı
hayati önemdi. Çift koltuklu Phantom'larda arka koltuktaki pilot, öndekinden
farklı bir açıyı tarayarak düşmanın erken tespitinde tek koltuklu jetlere göre
büyük avantaj sağlıyordu. Aynı avantaj, düşmanın konum ve istikametinin
kesintisiz takibini gerektiren yakın mesafe muharebesinde de geçerliydi.
Öte yandan, her ne kadar çeviklik ve ivmelenme
bakımından MiG'lere göre dezavantajlı olsa da Phantom'ların hava muharebesinde
bu uçaklara karşı üstün olduğu senaryolar da mevcuttu: Muharebeyi yatay değil
dikey düzleme taşıyabildiği durumda F-4'ler hasımlarına bariz üstünlük
kurabiliyordu. Başka bir deyişle yana yatışlı şekilde değil de tırmanma - takla
atma şeklinde mücadelede, güçlü J79 turbojetler ve üstün itki - ağırlık oranı
(thrust-to-weight) sayesinde Phantom çatışmadan galip ayrılabiliyordu. Ancak Phantom'un
rakibini bu tür mindere çekebilmesi için onu ilk görmesi ve ondan önce pozisyon
alabilmesi şarttı.
OODA Döngüsü
Boyd’un, E-M Teorisini baz alarak geliştirdiği
OODA (Observe, Orient, Decide, Act; Gözlemle, Konumlan, Karar al, Uygula) döngüsü,
it dalaşlarından kurumsal yönetime kadar neredeyse tüm "süreçlerin"
başarıyla yönetilmesinde anahtar rol oynar. Bu döngüyü "The New Face of
War: How War will be Fought in the 21st Century" adlı kitabında Bruce
Berkowitz, Vietnam Savaşı sırasında gerçekleşen bir hava muharebesi ile
örnekler:
4 Nisan 1965'te, Kuzey Vietnam’ın orta
kesimlerindeki Thanh Hoa köprüsüne F-105 Thunderchief'lerle çok büyük bir
taarruz düzenlendi. Bu saldırıya karşılık veren Kuzey Vietnam MiG-17 Fresco
jetleri, çok sayıda F-105'i düşürdü. MiG-17'lerden biri, dört uçaklık bir
Thunderchief koluna dalış yaptı ve üçünü çabukça safdışı bıraktı, sonuncusunun
peşine düştü. F-105 pilotu, dezavantajlı konumdayken, kendisine silah ve
taktikler filosunda öğretilen bir tekniği uyguladı: Levyeyi tüm gücüyle kendine
ve sağa doğru çekerken bir yandan da sol pedala azami tazyik uyguladı. Bunun
sonucunda uçak deyim yerindeyse "şaha kalktı". Arkasındaki çok daha
hızlı olan MiG-17, havada birdenbire bir tuğla gibi yavaşlayan F-105'in önünden
hızla geçip gitti; avı kadar hızlı yavaşlayamadığı için şansını kaybetti.
Nitekim F-105 evine sağ salim dönmeyi başardı.
MiG-17 kadar kıvrak ve atik bir uçak olmayan F-105
Thunderchief, bir durumdan diğer duruma çok hızlı bir şekilde geçebilmesi ve
düşmanının bu değişim hızıyla baş edememesi nedeniyle zor durumdan kurtuldu.
Başka bir ifadeyle F-105 pilotu, MiG-17'nin pilotundan çok daha hızlı bir
şekilde OODA (Observe, Orientate, Decide, Act;
Gözle, Konumlan, Karar ver, Uygula) döngüsünü tamamladı.
Thanh Hoa hava muharebesi, ABD Hava Kuvvetlerinin
yeni savaş uçağı arayışında en önemli referanslardan biri olacaktı.
F-X
Vietnam'dan edinilen deneyimler ışığında
Pentagon'da hava üstünlüğünü sağlayacak, yüksek sürate kabiliyetine sahip bir
savaş uçağı projesi üzerinde 1965 başlarında çalışılmaya başlanmıştı. F-X
olarak adlandırılan projede teklife çağrı dosyası (TÇD) 1965 Ekim ayında hazırlandı.
60,000lb (27,215kg) ağırlığa ve Mach 2.7 azami sürate sahip olması istenen F-X
projesinde esasen, büyük ölçüde 1950'lerden beri hâkim olan anlayışın izleri
bulunuyordu.
1966 yılında hava kuvvetlerinin Gereksinimler Şube
Müdürlüğünde çalışan John Boyd'un F-X projesine hücum etmesi gecikmedi.
Boyd'dan ilham ve cesaret alan Hillaker, F-111
projesi dışındaki zamanını, o sırada Boyd'un tamamlayarak yayınladığı E-M
Teorisi doğrultusunda küçük ve çevik bir avcı uçağı tasarımına ayırmaya başlamıştı.
Bu arada Boyd ve Hillaker ile benzer düşünce yapısına sahip Chuck Myers, Pierre
Sprey, Everest Riccioni isimlerin de katılmasıyla "Avcı Uçağı
Mafyası" ("Fighter Mafia") adlı gayrı resmi çalışma grubu
oluştu. ABD savunma bakanlığı ve hava kuvvetlerinde hâkim görüş ve uygulamalara
doğrudan ve sert bir muhalif tavra sahip bu grubun, sadece avcı uçağı
tasarımını etkileyen gereksinimler değil aynı zamanda savaş uçağı program
yönetimi, test ve kabul süreçlerine dair de sert eleştirileri vardı.
F-X şartnamesine şiddetle muhalefet eden Boyd,
yeni bir ister seti hazırlattı. Bu noktada devreye Avcı Uçağı Mafyası da
girerek, o döneme kadar Pentagon'da sessizce yayılan ve giderek daha fazla
taraftar toplayan görüşlerini projeye aksettirmek için çok yoğun çaba harcadı.
Tam da o sırada, 1967 yılında Sovyetler Birliğinin yeni savaş uçakları MiG-23
(NATO kodu “Flogger”) ve MiG-25’in (NATO kodu “Foxbat”) ortaya çıkması, tüm
dengeleri değiştirdi. Mach 3 sürat rejiminde uçabilen Foxbat gerek mevcut
Amerikan avcı uçakları gerekse F-X şartnamesinde tanımlanan uçağı zorlayacak
kapasitedeydi. Avcı Uçağı Mafyası’nın yoğun kulisi ve değişen harekât
gereksinimleri doğrultusunda yeni bir TÇD, manevra kabiliyetini ön plana koyan
bir anlayışla hazırlandı. Yenilenen ihaleyi kazanan, McDonnell Douglas
oldu. Geliştirdiği ve F-15 Eagle adını alacak savaş uçağı, dünyanın en başarılı
av – bombardıman uçağı tasarımlarından biri olacaktı.
LWF’nin Ortaya Çıkışı
F-X projesini kendi görüşleri istikametine sokan
Mafya bu sefer lobi faaliyetlerini daha da küçük, daha kıvrak ve daha düşük
maliyetli bir savaş uçağı için yoğunlaştırdı. F-X projesinin dönüştüğü uçak
onları tatmin etmemişti. Hedefleri, özellikle Avrupa harekât sahasında
kullanıma yönelik olarak çok sayıda üretilebilecek, gündüz koşullarında av
görevleri gerçekleştirebilecek, E-M Teorisi doğrultusunda tasarlanmış atik ve
çevik bir avcı idi. Hava muharebesinde OODA döngüsünü en hızlı tamamlayacak bir
avcı jeti. Boyd ve diğer Mafya üyesi ve Pentagon’da sistem analisti olan Pierre
Sprey, ADF projesini baz alarak alternatif bir avcı uçağı tasarımı üzerinde
çalışmaya başladılar. F-XX adını verdikleri tasarım, 25,000lb (11,340kg) ağırlığa
sahip olacak ve silah olarak yalnızca makinalı top ile kısa menzil havadan havaya
füzelerle donatılacaktı. Radar ya da gelişmiş aviyonik sistemleri olmayacak
F-XX tasarımında odak çeviklik ve hafiflikti. Nitekim tasarım sürecinde
ağırlığı 17,000lb’ye (7,700kg) kadar düşecekti.
F-15'ten en fazla rahatsızlık duyanlardan biri,
Pentagon'daki mafya üyelerinden ve grubun isim babası Everest E. “Rich” Riccioni idi. Riccioni, uçağın sesüstü süratlerde seyir
yapamayacağını (supercruise; süperseyir), çok büyük ve karmaşık olduğunu, bu
nedenle de yüksek maliyetinden dolayı yüksek adetlerde üretilemeyeceğini
düşünüyordu.
Bu noktada Riccioni, çok büyük risk alarak ve
Pentagon'un bürokratik sarmaşıkları arasından dolaşarak bir proje bütçe talebi
hazırladı. 1969 yılında onaylanan "Getiri/Götürü Analizi ile
Enerji-Manevra Kabiliyeti Teorisinin Doğrulanması" (“Study to Validate
Energy-Maneuverability Theory with Trade-Off Analysis") başlıklı bu proje
temelde, Boyd'un teorilerinin vücut bulacağı bir avcı uçağının kavramsal
tasarımını amaçlıyordu. Riccioni, proje için ayrılan USD149,000 tutarındaki
bütçeyi Northrop ile General Dynamics'e paylaştırarak her iki şirkete birer
avcı uçağı tasarlattı.
Adı geçen şirketlerdeki ilgili program
yöneticilerinin de Mafya mensubu olduğunu belirtmeye gerek yok.
Şirketlerin yaptıkları kavramsal tasarım
çalışmalarının sonuçları hem Mafya için hem de ABD Hava Kuvvetleri için umut
vericiydi. General Dynamics'in bulgularına göre F-4D Phantom II'den daha kıvrak
ve iki kat uzun mesafede görev yapabilen ve sadece 17,500lb ağırlığında bir
savaş uçağı yapmak mümkündü. Savunma Bakan Yardımcısı olan David Packard ile
Pentagon ve ABD Hava Kuvvetleri yetkilileri etkilenmişti. Proje iki çok önemli
çıktı ile tamamlandı: ABD Hava Kuvvetleri hafif avcı uçağı ile ilgilenmeye
başladı ve uygun tasarımın seçimini, prototiplerin yarıştırılmasıyla yapacaktı.
Proje kapanış toplantısının bu denli güçlü bir
etki yaratmasında, General Dynamics adına sunumu yapan Harry Hillaker'ın bir
önceki gece John Boyd ile bir araya gelip sunumun detaylarını, Boyd'un
yönelteceği "zor" sorular ile kendisinin bunlara vereceği yanıtları
çalışmış olmalarının da etkisi vardı muhakkak.
Hewlett-Packard'ın kurucularından olan Savunma
Bakan Yardımcısı olan David Packard, Pentagon'da ve özellikle program
yönetiminde kapsamlı yenilikler uygulama taraftarıydı. Tedarik projelerinde
prototiplerin yarıştırılması fikrini savunan Packard, hafif savaş uçağı
ihtiyacı için bu yaklaşımı benimsedi.
Nihayet 16 Ocak 1971 tarihinde Light Weight
Fighter (LWF; Hafif Avcı Uçağı) adlı proje için uçak üretici şirketlere bir TÇD
yayımlandı. Yüksek itki - ağırlık oranına ve azami 20,000lb (9,000kg) ağırlığa,
azami Mach 1.6 sürate ve yüksek manevra kabiliyetine sahip bir avcı uçağı
tasarımı isteniyordu. E-M Teorisinin izlerini taşıyan şartname, azami sürat,
faydalı yük kapasitesi ya da servis tavanından ziyade dönüş sürati, ivmelenme
ve muharebe yarıçapına odaklanmıştı.
TÇD'ye beş şirket yanıt verdi: Boeing, Northrop,
General Dynamics, LTV ve Lockheed. 1972 Mart ayında yapılan değerlendirmede
Boeing Model 908-909 tasarımı birinci, General Dynamics Model 401-16B tasarımı
ikinci ve Northrop P-600 tasarımı üçüncü seçildi. Müteakip safhadaki
değerlendirmelerde General Dynamics ve Northrop şirketleri kısa listeye kaldı
ve her biri birer prototip üretim sözleşmesi imzaladılar.
İkisi de onlarca alternatif arasından uzun süren
mühendislik ve tasarım süreçleri sonucunda ortaya çıkmış Model 401-16B'ya
"YF-16", P-600'e ise "YF-17" adları verildi. Her iki şirket
ile 13 Nisan 1972 tarihinde imzalanan sözleşmeler, ikişer prototip uçağın
üretim ve testini kapsıyordu. ABD Savunma Bakanlığı nihai kararı prototiplerin
uçuş testleri sonucunda verecekti.
General Dynamics'in üzerinde çalıştığı çeşitli LWF tasarımları (Kaynak: Aerospaceweb.org) |
Northrop YF-17 (Kaynak: Secret Projects Forum) |
LWF projesinde aday şirketler prototiplerini
üretirken, uluslararası sistemde derin bir kırılma meydana geldi. 1973 Ekim
ayındaki Arap - İsrail Savaşı sonrasında petrol üreticisi Arap ülkeleri,
İsrail'in destekçisi Batı ülkelerine yönelik petrol ambargosu uygulamaya
başladılar. Bununla birlikte başta Suudi Arabistan ve İran olmak üzere OPEC
üyesi petrol üreticisi ülkeler petrol fiyatlarını artırma kararı aldı. OPEC
üyelerinin petrol arzını da kısmasıyla birlikte dünya piyasalarında petrol
fiyatlarında büyük artışlar meydana geldi. Tüm bunlardan önce 1971 yılında
ABD'nin doların altına bağlılığını sona erdirmek için hamle yapması (Nixon
Şoku), dolar cinsinden fiyatlanan petrolün fiyatlarının artmasına neden
olmuştu. Tüm bu etkenler, küresel ölçekte derin siyasi ve ekonomik bir krizi
doğurdu. Petrol krizinin en görünür etkisi, özellikle ABD gibi büyük ülkelerin
ekonomik durgunluğa girmesi oldu. Ayrıca, petrolü bir silah olarak kullanan
OPEC ülkeleri, özellikle Arap ülkelerinin siyasi ve ekonomik nüfuzları arttı.
ABD ve diğer Batılı ülkelerin Arap ülkeleriyle ilişkileri farklı düzlemlere
taşındı, derinleşti. Bu jeopolitik yönelim değişiminin savunma sanayiine ve
silah programlarına etkisi 1970'lerin ikinci yarısında görülecekti.
YF-16
General Dynamics'in 72-1567 tescil numaralı ilk
prototipi, şirketin Fort Worth'taki üretim tesislerinden 13 Aralık 1973
tarihinde çıktı. TÇD'nin yayımlanmasının üzerinden üç yıla yakın bir süre
geçmişti. Bu, bugünün muharip uçak geliştirme projeleri göz önüne alındığında
hayal dahi edilemeyecek bir sürat.
78 ana tasarım alternatifi arasından, ardı ardına
yapılan hesaplamalar ve rüzgâr tüneli testleriyle seçilen Model 401-16B, pek
çok yeniliği bünyesinde barındırıyordu: Yüksek manevra kabiliyeti için
"rahat statik kararlılığa" (relaxed static stability) sahip uçağın
tüm uçuş kumandaları, hidrolik yerine bilgisayar tarafından idare edilen
elektromekanik sistemler ile yönetiliyordu. "Fly-by-wire"
("telle uçuş") adı verilen bu yöntem uçakta kayda değer bir ağırlık
tasarrufu yanı sıra, kumandalara verilen komutaların tepki sürelerini de
kısaltıyordu. Bir adet Pratt & Whitney F100 turbofan motora sahip YF-16, yapısal ve aerodinamik tasarım açısından da sıra dışıydı:
Gövde ve kanat, bütünleşik bir yapıdaydı (blended body-wing); kanat - gövde
birleşimi fark edilemeyecek kadar yumuşak geçişe sahipti. Su damlası formundaki
kokpitte pilot yüksekte ve geriye doğru 30 derece eğik koltukta oturuyordu,
böylece çevresini görüşü ve yüksek g kuvvetlerine dayanımı artırılıyordu. Tüm
sistem ve işlevler gaz kolu ve kokpitin sağ tarafındaki kumanda kolundan
yönetilebiliyordu, böylelikle hava muharebesi sırasında pilot dikkatini
hedefinden ayırmadan uçağı, sistemleri ve işlevleri yönetebilecekti. Kanat kök
uzantıları (leading edge root extension; LERX), hava muharebesi sırasında
yüksek hücum açılarında tutunmayı artırmak için eklenmişti.
Fabrikadan çıkışın ardından YF-16, hızlı bir yer
test programına girdi. Uçuş öncesi son olarak yüksek hızlı yer testleri
planlanmıştı. Taksi testlerinin Edwards Hava Üssü'nde gerçekleştirilmesi
planlanmıştı. C-5A Galaxy ağır nakliye uçağı ile taşınan 72-1567 numaralı
YF-16, kokpitte deneyimli test pilotu Phil Oestricher olduğu halde 20 Ocak 1974
tarihinde piste çıktı. Uçak 120knot (222 km/saat) sürate eriştiğinde uçak
yuvarlanma ekseni etrafında şiddeti giderek artan bir salınım hareketi
sergilemeye başladı. Kontrol çıkmak üzere olan uçak, sağ yatay dümenin yere değmesinden
hemen sonra pilotun anlık kararı ile havalandı. Yaklaşık altı dakikalık bir meydan
turunu gerçekleştiren uçak normal bir şekilde indi. Yaklaşık iki hafta sonra, 2
Şubat 1974’te ise resmî ve planlı ilk uçuşunu gerçekleştirdi.
F-16’nın hikayesinin ilk elli yıllı da böyle başladı.
Kaynakça
Angevine, Robert, G. “Adapting to Disruption: Aerial Combat over
North Vietnam.” National Defense University Press, February 10, 2020. https://ndupress.ndu.edu/Media/News/News-Article-View/Article/2076617/adapting-to-disruption-aerial-combat-over-north-vietnam/https%3A%2F%2Fndupress.ndu.edu%2FMedia%2FNews%2FNews-Article-View%2FArticle%2F2076617%2Fadapting-to-disruption-aerial-combat-over-north-vietnam%2F.
Barrett,
M. B. “40-Second Boyd.” Super Sabre Society (blog). Accessed February 1,
2024. https://supersabresociety.com/legacy_stories/40-second-boyd/.
Bernier,
Robert. “Was the Navy’s F-111 Really That Bad?” Smithsonian Magazine, September
2018. https://www.smithsonianmag.com/air-space-magazine/13_sep2018-cancelled-f111b-1-180969916/.
Boyd,
John, R., Thomas Christie P., and James Gibson E. “Energy-Maneuverability,”
March 1966. https://www.archives.gov/files/declassification/iscap/pdf/2011-052-doc1.pdf.
Choo,
Boon Seh, Daniel Craig, Benjamin Dupuy, Dan King, and Matthieu Verani. “F-111
Case Study.” MIT, December 9, 2003. https://ocw.mit.edu/courses/16-885j-aircraft-systems-engineering-fall-2004/4fe291673f88543ed6940d68a43cf0da_f_111_final.pdf.
Cunningham,
Jim. “Rediscovering Air Superiority: Vietnam, the FX, and the ‘Fighter Mafia.’”
Air & Space Power Journal: Chronicles Online Journal, 1967. https://www.airuniversity.af.edu/Portals/10/ASPJ/journals/Chronicles/jim.pdf.
Eccles,
Henry, E. “The TFX F-111 Aircraft: A Perspective in Military Command and
Defense Management.” Naval War College Review 23, no. 8 (April 1971):
66–87.
Grantham,
David S. “The Quest for Commonality: A Comparison of the TFX and JSF Programs.”
Air University, 1997. https://apps.dtic.mil/sti/pdfs/ADA391861.pdf.
Hillaker,
Harry. “Tribute To John R. Boyd | Code One Magazine.” Code One, January 28,
2015. https://www.codeonemagazine.com/f16_article.html?item_id=156.
Lorell,
Mark A., and Hugh P. Levaux. “Revival of the Air-Superiority Fighter.” In The
Cutting Edge, 1st ed., 103–28. A Half Century of U.S. Fighter Aircraft
R&D. RAND Corporation, 1998. https://www.jstor.org/stable/10.7249/mr939af.14.
Nordeen,
Lon O. Air Warfare in the Missile Age. 2nd edition. Washington, D.C:
Smithsonian Books, 2010.
Painter,
David S. “Öl Und Geopolitik. Die Ölkrisen Der 1970er Jahre Und Der Kalte
KriegOil and Geopolitics: The Oil Crises of the 1970s and the Cold War.” Historical
Social Research 39 (2014): 186208. https://doi.org/10.12759/HSR.39.2014.4.186-208.
POGO.
“Member of Fighter Mafia Passes,” May 6, 2015. https://www.pogo.org/analysis/member-of-fighter-mafia-passes.
Tasshin.
“The Strategic Theory of John Boyd - Tasshin,” December 12, 2020. https://tasshin.com/blog/the-strategic-theory-of-john-boyd/.
8 yorum:
harika olmuş elinize sağlık
Ellerine sağlık sevgili Arda, teşekkürler…
Ben de, bir silah sistemi olarak nasıl yönetiliyordu, onu paylaşak katkı sunayım:
✈ *ABD'de F-16 Sistem Yonetimi* (2002)
https://canerel.com.tr/images/SoloTurk10Y/12ABDdeF-16SistemYonetimi.pdf
Üstad, ellerine sağlık
Üstad, emeğine sağlık. Müthiş bir emek var. Bu bağlamda sence MMU ne zaman TSK envanterine girebilir?
Ellerinize sağlık çok yararlı bir makale olmuş
Sayın Arda bey, yazmış olduğunuz yazı, paylaşım yaptığınız görüntü ve resimler gerçekten çok etkileyici. Heyecan ile okumaktan büyük keyif aldım. İçtenlikle teşekkür ederim.
Doyurucu bilgiler için çok teşekkür ederim. Arda Bey!
Merhabalar Arda Bey,
İkinci bölümü ne zaman yayınlayacaksınız.
Merakla bekliyoruz.
Saygılar!
Yorum Gönder