6 Şubat 2023 günü saat 0417'de merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi olan 7.8 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Doğu Anadolu Fay Hattı üzerindeki 10 ili kapsayan geniş bir alanda ağır yıkıcı etkisi olan bu depremi, aynı gün 1324'te yine Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesi merkezli 7.7 şiddetindeki ikinci bir deprem takip etti. Bu ikinci deprem, afetin sebep olduğu can kaybı ve yıkımı büyük ölçüde artırdı.
Bölgedeki ağır kış şartları, yıkımın geniş bir alanda, karayolları da dahil olarak gerçekleşmesi ve arama - kurtarma faaliyetlerindeki koordinasyon noksanlığı can kaybı sayısının yükselmesine neden oldu. 10 ilde 13.5 milyon kişiyi doğrudan etkileyen depremde, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından 1 Mart günü yapılan açıklamaya göre can kaybı 45 bin 89. Depremden kuzey kesimleri etkilenen Suriye'de ise en az 6 bin kişi hayatını kaybetti; patlak veren kolera salgını ise 1 Mart itibariyle 22 can almış durumda.
Depremin neden olduğu yıkımı, acıyı anlayabilmem, bu afetten etkilenmiş herhangi bir kişi ile empati dahi yapabilmem mümkün değil. Bu afeti ve sebep olduklarını anlatmaya yetecek yazı, görüntü, ağıt, türkü yok. Pek çok aile ve dahi sülale, tüm fertleriyle birlikte göçtü gitti. Basına, ekranlara yansıyan görüntüler, yaşananların azını dahi anlatmaya yeterli değil. Velev ki yetsinler, bu kadar büyük bir kahrı kavrayabilmek imkansız.
İşte burada "ne yapılabilirdi", "ne yapılmadı", "neden yapılmadı", "neden böyle oldu" gibi sorular da anlamını yitiriyor. Bunlar, felaketten önceye dair sorular çünkü; "ya olursa" sorusu ile açılacak tartışmalarda zikredilmeleri gereken türden. Peki, "bundan sonra ne yapılabilir" sorusu?
O daha anlamlı ve gerekli. Yaşamamızın bir olasılık değil zaman meselesi olduğu bir sonraki afeti, daha az acı ile atlatmak için.
Bölgedeki ağır kış şartları, yıkımın geniş bir alanda, karayolları da dahil olarak gerçekleşmesi ve arama - kurtarma faaliyetlerindeki koordinasyon noksanlığı can kaybı sayısının yükselmesine neden oldu. 10 ilde 13.5 milyon kişiyi doğrudan etkileyen depremde, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından 1 Mart günü yapılan açıklamaya göre can kaybı 45 bin 89. Depremden kuzey kesimleri etkilenen Suriye'de ise en az 6 bin kişi hayatını kaybetti; patlak veren kolera salgını ise 1 Mart itibariyle 22 can almış durumda.
Depremin neden olduğu yıkımı, acıyı anlayabilmem, bu afetten etkilenmiş herhangi bir kişi ile empati dahi yapabilmem mümkün değil. Bu afeti ve sebep olduklarını anlatmaya yetecek yazı, görüntü, ağıt, türkü yok. Pek çok aile ve dahi sülale, tüm fertleriyle birlikte göçtü gitti. Basına, ekranlara yansıyan görüntüler, yaşananların azını dahi anlatmaya yeterli değil. Velev ki yetsinler, bu kadar büyük bir kahrı kavrayabilmek imkansız.
İşte burada "ne yapılabilirdi", "ne yapılmadı", "neden yapılmadı", "neden böyle oldu" gibi sorular da anlamını yitiriyor. Bunlar, felaketten önceye dair sorular çünkü; "ya olursa" sorusu ile açılacak tartışmalarda zikredilmeleri gereken türden. Peki, "bundan sonra ne yapılabilir" sorusu?
O daha anlamlı ve gerekli. Yaşamamızın bir olasılık değil zaman meselesi olduğu bir sonraki afeti, daha az acı ile atlatmak için.
Risk yönetimi ve kriz yönetimi, çok özel ihtisas alanlarıdır. Risk yönetiminde, kişi, topluluk, sistem, proje ya da kuruluşlara yönelebilecek risklerin tespit, değerlendirme ve önceliklendirmesi; bu risklere karşı alınabilecek aktif ya da pasif önlemlerin belirlenmesi; riskler kadar olası fırsatların da belirlenmesi yapılır. Kriz yönetiminde öngörülemeyen ya da öngörülmüş olsa bile aniden gelişen ve işleyişi, varlığı tehdit eden, zarar verici bir olaya karşı alınması gereken önlemlerin hayata geçirilmesi söz konusudur.
Konu ne olursa olsun, özellikle büyük boyutlu kuruluş ya da projeleri ilgilendiren konularda risk ve kriz yönetiminin, disiplinlerarası bir yaklaşımla, farklı uzmanlık alanlarının bir arada ve bilimsel yöntemlerle yürütmeleri gereken süreçler olduğunu vurgulamaya gerek yok. Her iki ihtisas alanının da bol miktarda senaryo çalışması gerektirdiğini de.
Deprem sonrası süreçte bir kez daha görüldü ki, afet ve benzeri acil durumlarda, iki işlevin kesintisiz şekilde devam etmesi, kriz yönetiminde belirleyici rol oynuyor. Bu iki işlevin süratle tamir edilmesi ve alternatif kanallardan çalıştırılmaları ve bunun ilk 72 saatte tamamlanması, krizin sonraki aşamalarının nasıl seyredeceğini şekillendiriyor.
Bu iki işlev, iletişim ve ulaşım.
Her ikisinin de özünde "ağ" var, "şebeke" yani; İngilizce "network".
Konu ne olursa olsun, özellikle büyük boyutlu kuruluş ya da projeleri ilgilendiren konularda risk ve kriz yönetiminin, disiplinlerarası bir yaklaşımla, farklı uzmanlık alanlarının bir arada ve bilimsel yöntemlerle yürütmeleri gereken süreçler olduğunu vurgulamaya gerek yok. Her iki ihtisas alanının da bol miktarda senaryo çalışması gerektirdiğini de.
Deprem sonrası süreçte bir kez daha görüldü ki, afet ve benzeri acil durumlarda, iki işlevin kesintisiz şekilde devam etmesi, kriz yönetiminde belirleyici rol oynuyor. Bu iki işlevin süratle tamir edilmesi ve alternatif kanallardan çalıştırılmaları ve bunun ilk 72 saatte tamamlanması, krizin sonraki aşamalarının nasıl seyredeceğini şekillendiriyor.
Bu iki işlev, iletişim ve ulaşım.
Her ikisinin de özünde "ağ" var, "şebeke" yani; İngilizce "network".
* * *
Metcalfe Yasası uyarınca, bir ağın potansiyel kalitesi, düğüm noktası sayısı arttıkça geometrik oranda artar. İki düğüm noktasından (N = 2) oluşan bir ağda, kurulabilecek etkileşim sayısı N - 1 = 1'dir. Her bir düğüm noktası, yapılan etkileşimi değerlendirir, yani aldığı bilgiyi işler, paylaşır ve depolar. Dolayısıyla ağın toplam ürettiği bilgi hacmi, düğüm noktası kadar olur. Bunun matematiksel ifadesi ise N x (N - 1)'dir. Söz gelimi 8 unsurdan oluşan bir ağa sahip isek, ağın ürettiği toplam bilgi hacmi azami 8 x (8 - 1), yani 56 iken, bu 8 unsur un birbirlerine doğrusal hiyerarşik bir yapıda bağlı olduğu klasik organizasyonda ağın ürettiği toplam bilgi, en tepedeki düğüm noktasısının ürettiği kadardır. Bu yapı, özellikle günümüz harekât ihtiyaçlarına yanıt verebilecek kapasitede değildir. En öndeki piyadeden en tepedeki uyduya kadar tüm unsurların bilgi topladığı, işlediği ve paylaştığı bir ağ yapısı içinde, karar alıcı düğüm noktaları tesis etmek gereklidir. Bu bir dönüşüm sorunudur ve platformdan, sistemden önce ancak ve ancak zihinsel bir dönüşüm ile mümkündür.
Klasik, doğrusal hiyerarşi ile ulaşım ve iletişim planlanamaz; bunlara dair risk ve kriz yönetimi yapılamaz. Deprem, balistik füze saldırısı ya da salgın hastalık durumunda, etkilenen bölgedeki unsurların müdahale kapasitesi kısmen ya da tamamen felç olmuş olabilir: Hastane depremde yıkılmış olabilir, ilk yardım personeli hayatını kaybetmiş olabilir. Böyle bir durumda hem ilk müdahaleyi yapmak, hem de yaralı tahliyesi, yardım malzemesinin ulaştırılması, hasar tespiti için çok süratle alternatif, "ad hoc" iletişim ve ulaşım şebekelerinin kurulması gerekir. Bu şebekelerin birbirlerini yedekleyecek şekilde kurgulanması lazım elbette: Karayolu tahrip olduğunda hava köprüsü kurulması; hava köprüsünde sabit ve döner kanat filolarının ihtiyaca uygun sayı ve nitelikte olması gibi. Benzer şekilde kablosuz iletişim altyapısının hasar aldığı durumda hemen devreye alınabilecek alternatif şebekeler, yerel, bölgesel kapsama sağlayabilecek iletişim sistemleri gerekecektir.
İşte bu iki kritik işlevin süratle ve yedekli olarak çalıştırılması, çok hızlı pozisyon alabilen, dağıtık mimaride bir "komuta-kontrol" yapısı ile mümkündür. Doğrusal (yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya) emir - komuta zinciri ile yapılamaz, işletilemez, sürdürülemez.
* * *
Yukarıda, ilk 72 saatten bahsettim. Krizin boyutu ve kapsamına bağlı olarak iletişim ve ulaşım şebekesinin çalıştırılması, ilk müdahalenin yapılıp eşgüdümün sağlanması için, çok kritik süre var. Bu süre içinde alınan ve alınmayan önlemler, yapılan ve yapılmayan işlemler, sonraki sürecin kaderini belirliyor. Ulusal ölçekte bir afet ya da acil durumda, yakın tarihteki örneklere baktığımızda da genelde ilk 48 - 72 saatin hayati öneme sahip olduğu görülüyor. En yakın örnek olarak Rusya - Ukrayna Savaşı'nı vermek mümkün: Başkent Kiev'i hızlı bir şekilde ele geçirerek Zelenski hükümetini devirmeyi hedefleyen Rusya'nın planları, istilanın şokunu çabuk atlatan Ukrayna'nın süratle toparlanıp çok etkili bir savunma yapması ile suya düştü. Momentumun kaybedilmesinden sonra yaklaşık iki ay içinde ağır kayıplar veren Rus birlikleri pek çok bölgede geri çekilmek zorunda kaldı. 1 yılın ardından savaş hala devam ediyor. Diğer pek çok etkenle birlikte, ilk 72 saatte her iki tarafın yaptıkları ve yapmadıkları, savaşın sonrasında belirleyici oldu.
Elbette, krizin boyut ve kapsamına göre söz konusu kritik zaman aralığı değişebilir: 24 saat de olabilir, birkaç dakika da. Ancak bu süreçte her ne olursa olsun çok süratli ve "ne yaptığını bilen" müdahale, kriz yönetiminin kaderini belirliyor. Kader planı diye bir şey varsa eğer, bu süreçte çizilir işte.
* * *
Yaklaşık iki ay kadar önce, Kırıkkale - Ankara karayolunda bir polis uygulamasına denk geldim. Aracıma yaklaşan temiz yüzlü bir trafik polis memuru, son derece güleryüzlü ve nazik bir şekilde ehliyetimi istedi. Elindeki tablet bilgisayara kimlik bilgilerimi girmeden hemen önce bana dönerek, "muayene ve vergilerde bir sorun var mı?", diye sordu. Bir eksiklik olmadığını söyledim. Kısa bir kontrolden sonra yoluma devam ettim.
Polis memurunun neden öyle sorduğunu sonra fark ettim: Eğer muayenemin süresi geçmiş ise ya da vergi borcu vb bir sorunum var ise, sisteme bilgilerim girildiği anda uyarı verecek ve otomatik olarak cezai işlem başlatılacaktı. Memur orada bana, sisteme giriş yapmadan önce sorarak "bu seferlik affetme" kapısını aralamıştı. Benzer bir şeyle geçen yıl da karşılaşmıştım. Aracımın muayenesini birkaç hafta geciktirmiştim ve bir kontrol noktasında cezai işlem uygulanmıştı. Ceza evrakını veren polis memuru, "ehliyeti vermeden önce muayenenizin geçmiş olduğunu söyleseydiniz sisteme hiç giriş yapmazdım" demişti.
Adli ya da cezai çok farklı bir sorunum olsa belki, o anda, "muayenem iki gün gecikti, bu seferlik affetseniz" desem belki sisteme hiç giriş yapmayacaktı. Ya da kullandığım araç çok eski, kılık - kıyafetim hırpani olsa o soruyu hiç sormayacaktı belki.
Trafik polisi, elindeki toza ve çarpmaya dayanıklı su geçirmez tableti ile, Kırıkkale - Ankara karayolunun bilmemneresindeki konumdan yüksek hızlı veri bağlantısıyla aynı anda farklı veritabanlarına bağlanarak kimlik bilgilerimi kontrol etti. Kullandığı sistem, hakkımda arama kararı olup olmadığını, vergi ve muayene durumu gibi bilgileri anında ekrana iletip, bir sorun olması durumunda da otomatik olarak ceza yazabilecek kabiliyetteydi.
* * *
Üç komşusu nükleer silah sahibi olan Türkiye'nin, son 40 yılda hem kendi ülkesinde hem de yakın coğrafyasında pek çok devletleraraası ve iç savaş, çatışma, terör eylemi, darbe girişimi, büyük çaplı doğal afet yaşandı. Bölgesel ya da ulusal ölçekte bir kriz ya da afet yaşanmamış bir yıl neredeyse yok. Doğal ve yapay risklerle böylesine sarmalanmış bir ülkede bireysel, kurumsal, toplumsal seviyelerde risk ve kriz yönetimi için, o çok hayati ilk 72 saatte ayakta kalabilmek için, ulaşım ve iletişim şebekelerini, komuta - kontrol sistemini, bireysel ve kurumsal tedbirleri her şeyden önce ahlaki temeller üzerine inşa etmek gerek.
Mevzuat, kanun, yönetmelik, ceza, teknik ve teknolojinin birer araç olduklarını; aslolanın "birey" ve "sistem" olduğunu idrak etmemiz gerekiyor.
Ahlaki temeller üzerine kurulmamış hiçbir süreç, hiçbir yapı kalıcı değildir. 6 Şubat depremi ve sonrası bunu bize hatırlattı.
Unutup unutmamak bize kalmış.
1 yorum:
Abi eline emeğine sağlık
(Siyanür)
Yorum Gönder