24/11/2016

Bir Sempozyum, Bir Seminer, İki Konferans

Kasım ayı yoğun geçiyor. Her sene sonbahar ayları, seminer, konferans ve benzeri etkinliklerle sıkışıktır ancak bu sene savunma sektöründe Ekim - Kasım arasında ciddi bir yığılma oldu.

Siyah Gri Beyaz'a bir süredir fazla vakit ayıramıyorum. Bahanesini bu sıkışıklığa atıp vicdanımı temizleyerek katıldığım etkinliklere dair izlenimlerimi paylaşayım.

Katıldığım dört etkinlik şunlar idi:

Yük Sertifikasyonu Testleri Sempozyumu: 1-2 Kasım, Crowne Plaza Otel, Ankara
İstanbul Güvenlik Konferansı: 2-4 Kasım, Raddison Blu Otel, İstanbul
Kara Sistemleri Semineri: 7-8 Kasım, ODTÜ Kongre ve Kültür Merkezi, Ankara
2. Ulusal Radar Konferansı: 17 Kasım, Savunma Sanayii Müsteşarlığı

Yük Sertifikasyonu Testleri Sempozyumu

TÜBİTAK SAGE, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) tarafından düzenlenen Yük Sertifikasyonu Testleri Sempozyumu'nda, iki gün boyunca hava aracı ve bunlar tarafından taşınan yüklerin test, değerlendirme ve sertifikasyonu ile ilgili yerli ve yabancı uzmanlar sunumlar yaptı.

Bu etkinliğin önemi nedir peki? "Yük sertifikasyonu testi" ne demek? Şöyle açıklamaya çalışayım:

Askeri hava araçları görevleri gereği başta silah sistemleri olmak üzere çeşitli harici yükler taşırlar. Bomba, füze, keşif ya da istihbarat podları gibi sistemler kanat ve gövde altındaki istasyonlara takılır. Bunların takılmasının hava aracının uçuş emniyetine, görevini yapmasına herhangi bir engel teşkil etmemesi, tasarım amaçlarına uygun şekilde kullanılabileceklerinin tespiti ise oldukça uzun ve zahmetli bir test sürecini gerektirir. Yerde ve uçuş esnasında defalarca tekrarlanan, çok farklı senaryoların denendiği bu testleri gerçekleştirmek ise başlı başına ayrı bir uzmanlık alanıdır. Çünkü bu testlerle ilgili,

i. Planlama,
ii. Testler için gerekli teknik altyapının, donanımın tedariki, kullanılması,
iii. Testlerin gerçekleştirileceği sahanın hazırlanması, işletilmesi,
iv. Test sonuçlarının değerlendirilmesi, tasarım ve geliştirme ekiplerinin kullanımına uygun verilerin üretilmesi süreçleri hem yüksek maliyetlidir hem de bu işlerde çalışacak personelin yetişmesi kolay değildir.

Bu alanda Türkiye'de çalışan ve öne çıkan iki kurum bulunuyor: 1. Ana Jet Üs (AJÜ) bünyesindeki 401. Test Filo ve TÜBİTAK SAGE.

401 Test Filo'ya ait bir F-16C Block 40.
Kanat altında HGK, kanat ucunda ise "Flutter Generator" görülüyor

Sempozyumda SAGE'den Arda Özyüksel'in sunumunda aktardığı üzere, SAGE'nin bugün hava aracı testleri konusunda geldiği noktanın temelleri 2001 yılında atılmış. 2001 - 2005 arası dönemde HGSS ve Demet projeleri ile gündeme gelen test ihtiyacı için "kurtarılabilir veri toplama sistemi" kullanılmış. Uçaktan atılan bombaya monteli veri kayıt sistemi, bombanın düştüğü yerde aranıp, bulunursa değerlendirme için laboratuara götürülüyormuş. Çoğu zaman toprağa gömülen ya da çarpma şiddeti ile parçalanan veri kayıt sistemini bulmak mümkün olmuyormuş. Bu yöntemde veri kayıt sisteminin kurtarılma oranı yaklaşık %50 imiş.

Özyüksel, normalde bu tür atış testlerinde telemetri sistemlerinin kullanıldığını, bombadan ve atan uçaktan toplanan verilerin telemetri sistemi ile gerçek zamanlı olarak yer istasyonuna aktarıldığını, o dönemde SAGE'de böyle bir altyapının olmadığı için bu yöntemin seçildiğini söyledi.

2005'ten sonra mobil telemetri istasyonunun devreye girmesi ile SAGE, deyim yerindeyse çağ atlamış. Bu dönemde F-16 sertifikasyon testleri ile de bu alandaki faaliyetler hız kazanmış. Nitekim müteakip dönemde 401 Filo'nun hizmete girmesi, CDART podu tedariki, HGK türevi projelerin sayılarının artması ve en önemlisi uydu destekli haberleşme ve komuta kontrol sisteminin kurulması ile SAGE'nin test alanındaki kabiliyetleri büyük ölçüde genişlemiş. Bugün örneğin Karapınar'daki bir atış testine tüm proje ekibinin katılması gerekmiyor. Uçaktan ve test kaleminden toplanan veriler, uydu haberleşme sistemi ile gerçek zamanlı olarak SAGE yerleşkesine, mühendislerin masalarına kadar aktarılabiliyor.

401 Test Filo ile ilgili olarak ise Eskişehir 1'nci Hava İkmal Bakım Merkezi'nden (HİBM) Yarbay Ferhat Ünsal bazı bilgiler sundu. Ünsal'ın aktardığı üzere filonun tarihçesi şu şekilde:

2011 yılında Konya 3. AJÜ 132. Filo bünyesinde bir test kolu teşkil ediliyor. 2013 yılında bu kol, 1. HİBM bünyesinde 401 Test Kıt'a Komutanlığı olarak kuruluyor. 2015 Mayıs ayında ise, 1. AJÜ emrine bir Filo olarak geçiyor.

401 Test Filo Komutanlığı bünyesinde dört ana alt birim bulunuyor. Bunlar Test Plan ve Eğitim Amirliği, Test Uçuşu Kol Komutanlığı, Uçuş Test Mühendislik Komutanlığı ve Test Uçuş Destek Komutanlığı.

Filo'nun önümüzdeki süreçte daha da genişlemesi gündemde. Yakın gelecekte Mürted'e taşınması yönünde bazı bilgiler olsa da bunları teyit etme imkânım olmadı.

Sempozyumun dikkat çeken konukları arasında İngiltere'den Empire Test Pilots School (ETPS) ve Kanada'dan International Test Pilots School (ITPS) bulunuyordu. Bu iki kurum, dünyadaki en önemli test pilotu eğitim ve uçuş test merkezleri.

Çok sayıda farklı havadan atılan mühimmat (HGK ve KGK aileleri, NEB, SOM, SOM-J, UMTAS, LGK, Cirit, Göktuğ vb) ve aviyonik sistem (ASELPOD, CATS, ELINT/SIGINT/COMINT podları vb) geliştirn Türkiye'nin bu alanda hızla teknik altyapı ve insan kaynaklarını geliştirmesi gerekiyor. Zira söz konusu sistemlerin geliştirilmesinden sonra bu sistemlerin test ve değerlendirmelerinin de yurtiçinde yapılması şart.

Ne yazık ki sempozyumun ikinci gününe katılamadım. Zira İstanbul Güvenlik Konferansı için İstanbul'a uçmam gerekiyordu.


İstanbul Güvenlik Konferansı

Türk - Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) tarafından düzenlenen ve ilki geçen yıl "70. Yılında BM ve Küresel Yönetişim" teması ile gerçekleştirilen İstanbul Güvenlik Konferansı'nın ikincisinin teması, "Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları" idi. Konferans, 3 - 4 Kasım'da Şişli Raddison Blu Otel'de gerçekleştirildi.

Konferansta yerli ve yabancı çok sayıda devlet adamı, bürokrat ve akademisyen davetliydi. Açılış oturumuna Uganda Millî Güvenlik Bakanı, Polonya Genelkurmay Başkanı, Pakistan Savunma Bakan Yardımcısı, Afganistan Ekonomi Bakanı, Somali İç Güvenlik Bakan Yardımcısı da katıldı.

Konferans kapsamında çok sayıda oturum ve çalıştay düzenlendi. Benim davetli konuşmacı olarak katıldığım "Güvenlik, Savunma ve Savunma Sanayii 2023 - 2053 Vizyonu" çalıştayı ilk gün gerçekleştirildi. Bu çalıştayda yaptığım "Güvenlik ve Savunma Reformu Sürecinde Türk Savunma Sanayii" başlıklı sunumumun ana hatları şöyle:

Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafya, son 35 yılda çok sayıda farklı çatışma, kriz ve savaşa sahne olmuştur. Bunların içinde devletler arası "simetik" savaşlar olduğu gibi, asimetrik harp ya da popüler terim ile "hibrid savaş" tipi operasyonlar da bulunmaktadır. Bu kadar geniş bir coğrafyada bu kadar farklı nitelikte tehdit ile karşı karşıya kalan Türkiye'nin, özellikle 15 Temmuz sonrası süreçte kapsamlı ve köklü bir savunma ve güvenlik değişim ve dönüşümü gerçekleştirmesi bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır.

Türkiye'nin ulusal savunma ve güvenlik mekanizmasının en temel bileşenlerinden olan Türk savunma sanayii, özellikle son 15 yıllık süreçte büyük bir atılım kaydetmiş, çok sayıda başarılı projeye imza atmıştır. Sektörün ayağa kalkması çalışmalarına sahne olan bu süreçte pek çok proje başlatılmış, bunların önemli kısmında prototip veya seri üretime başlama aşamalarına gelinmiştir. Bugünkü durumda sektör, seri üretim, işletme - idame ve sürdürülebilirlik süreçlerine odaklanma aşamasındadır. Sürdürülebilirlik ayağının en önemli parçası olan ihracatta da belli bir ivme kazanılmıştır.

Savunma sektörü, doğası itibariyle üç temel bileşene sahiptir. "Savunma ve güvenlik", "sanayi" ve "bilim ve teknoloji" sütunları üzerine inşa edilen sektörün sağlıklı biçimde kurulması, varlığını sürdürmesi ve gelişmesi, bu sütunların sağlıklı şekilde kurgulanması ve yönetilmesine bağlıdır. Bu temel bileşenler ve bunlara dair önümüzdeki süreçte alınması gereken tedbirler şu şekilde özetlenebilir:

Savunma ve güvenlik: Savunma sanayii, başta silahlı kuvvetler olmak üzere ordu ve kolluk kuvvetlerinin donatımını sağlaması nedeniyle ulusal güvenlik sisteminin doğrudan merkezinde yer almaktadır. Dolayısıyla savunma ve güvenlik ihtiyaçlarının planlanması, bu ihtiyaçların nasıl temin edileceğinin belirlenmesi ve tedarik süreçlerinin yönetimi, sivil - asker işbirliği içinde titizlikle ele alınması gereken bir konudur. Soğuk Savaş döneminin aksine 21'nci yüzyılda savunma ve güvenlik ihtiyaçları sadece askeri - taktik meseleler olmaktan çıkmıştır. Savunma mekanizması, siyasi, ekonomik, ticari, kültürel, psikolojik çok sayıda etkenin bir arada, disiplinler arası bir perspektifle ele alındığı bir yaklaşımla kurgulanmalıdır. Tüm bu süreci yönetecek, özellikle sivil insan kaynaklarının süratle geliştirilmesi gerekmektedir.

Sanayi: Savunma sanayii, ileri teknolojilerin en yoğun olarak kullanıldığı sektörlerden biridir. Bu özelliğine, son dönemde bilişim, ulaştırma, sağlık gibi "komşu" sektörlerde de kullanılan (veya bunlardan sağlanan) teknolojilerin artması eklenmiştir. Sektörün ulusal güvenliğe doğrudan etkisi de göz önünde bulundurulduğunda, uzun vadeli, ayakları yere sağlam basan ve nesnel ölçütler üzerinde tasarlanmış bir sanayi politikasının önemi ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla savunma sanayiinin salt ithal ikameci (import substitution) bir bakış açısı ile, sadece TSK'nın donatılması için değil, bir sektör olarak, ihacat ve sürdürülebilir genişleme hedefleri ile yönetilmesi gerekmektedir. Bu dönüşüm sürecini yönetecek insan kaynaklarının, özellikle lider personelin süratle yetiştirilmesi gerekmektedir.

Bilim ve teknoloji: Aynı sanayi ayağında olduğu gibi, savunma sektörünün içerdiği ileri teknolojiler, araştırma merkezleri ve üniversiteler ile çok yakın işbirliğini zorunlu kılmaktadır. İhtiyaçların ve önceliklerin sağlıklı bir biçimde tespit edilmesi ile öncelikli araştırma alanlarının tespiti, bunlarda çalışacak araştırma personelinin yönlendirilmesi gereklidir. Bunun için de, ülkenin kendine özgü ortam koşulları ve şartları ışığında ihtiyaçlarının özgün olarak belirlenmesi şarttır. Öte yandan bilim ve teknolojinin gidişatına yönelik, uzun vadeli projeksiyonlar hazırlayabilecek, sektörü hem ulusal savunma hem de sanayi politikaları boyutlarında yönetebilecek bir "uzgörü" (foresight) kabiliyetininn geliştirilmesi hayati önemi haizdir. Bu da, disiplinler arası (interdisciplinary) vizyona sahip askeri ve sivil kadroların yetiştirilmesi ihtiyacını gündeme getirmektedir.

Sonuç olarak Türk savunma sanayiinin, makul ve ölçülebilir hedefler doğrultusunda bir değişim ve dönüşüme tabi tutulması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu dönüşüm sürecinde sürekli ve disiplinli takip şarttır.

Kara Sistemleri Semineri

Artık gelenekselleşmiş Deniz Sistemleri Semineri'nin kara versiyonu olan Kara Sistemleri Semineri'nin üçüncüsü, 7 - 8 Kasım tarihleri arasında ODTÜ Kongre ve Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.

Seminere TSK ve SSM'den katılım oldukça düşüktü. İlk gün açılış oturumunda dahi salon tam olarak dolmadı. Bu, sektörün tartışma ve bilgi paylaşımı platformlarına verdiği değer açısından kaygı verici bir duruma işaret ediyor. Askeri ve sivil bürokrasi ile sektör ve üniversiteler arasında sağlıklı ve nesnel ölçütlere dayalı işleyen bir tartışma ve görüş alışverişi platformu mevcut değil ne yazık ki.

Seminerin açılış oturumunda konuşma yapan SSM Kara Araçları Daire Başkanı Fatih Yakıcı, kara sistemleri sektörünün geleceğine dair iki önemli bilgi verdi. Yakıcı, önümüzdeki dönemde SSM'nin, platform projelerinde prototiplerin yarıştırılması esasına dayalı olarak seçim yapılacağını ve ömür devri yönetimi kavramının ön plana çıkacağını söyledi.

Prototiplerin yarıştırılması, Türkiye'de bir kaç projede uygulanmış, ABD'de pek çok projede yaygın olarak tercih edilen bir yöntem. İhaleye katılan taraflar, önerdikleri sistemin prototipini, belirlenen testlere tabi tutuyorlar ve bu testlerdeki performans, seçimde önemli bir ölçüt oluyor. Bu süreç aynı zamanda aday firmaların üretim ve doğrulama yetkinliklerinin de sınanması anlamına geliyor. Türkiye'de askeri kara araçları sektörü belli bir olgunluk seviyesine ulaşmış olduğu için, bu yöntemin uygulanabilirliği yüksek gibi görünüyor.

Ömür devri yönetimi ise Türk savunma sanayii için yeni bir kavram. Çok kabaca, sistemi üreten firmanın, o sistemin kullanımı boyunca lojistik ve idameden de sorumlu olması anlamına geliyor. Firmanın sorumluluğu, sistemin hizmete girmesi ile sona ermiyor, kullanımda kalacağı süre boyunca da yedek parça, onarım ve bakım süreçlerini garanti etmesi gerekiyor. Dolayısıyla firmaların uzun vadeli planlama ve teknoloji öngörüsü yapabilme kabiliyetlerini geliştirmeleri gerekmekte.


2. Ulusal Radar Konferansı

Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından ilki 2009 yılında düzenlenen radar konferansının ikincisi 17 Kasım günü SSM Nuri Demirağ salonunda gerçekleştirildi.

Konferansın açılış oturumunda konuşan SSM Müteşar Yardımcısı Mustafa Şeker, radar alanında kaydedilen gelişmeleri özetledi. Bu alanda son yıllardaki en önemli projelerden olan, MilGem sınıfı korvetler için Thales lisansı ile ASELSAN tarafından üretilen SMART S Mk2 üç boyutlu arama radarı projesini anlattı. Bu projede ilk radarlardaki alıcı / verici (transmitter - receiver) modüllerin hazır alındığını, müteakip radarlarda milli imkânlarla geliştirilen modüllerin kullanıldığını ve artık bugün Thales'in diğer ülkeler için ürettiği radarlar için modülleri ASELSAN'dan temin ettiğini söyledi. Bu tecrübenin üzerine inşa edilen kabiliyet ile kısa süre önce sözleşmesi imzalanan 3 boyutlu Erken İhbar Radar Sistemi (EİRS) projesinde çalışmaların devam ettiğini, uzun vadede Milli Muharip Uçak (TFX) ve uydu konuşlu SAR radarı projelerinin de hayata geçirileceğini aktardı.

Mustafa Şeker'in konuşmasında üç kavrama yapılan vurgular dikkat çekici idi: Millilik, sürdürülebilirlik ve rekabetçilik.

Özellikle rekabetçilik ayağında Şeker'in önemli mesajları vardı: Müsteşar Yardımcısı, Türk savunma sanayiinin özellikle uluslararası pazarlarda fiyat avantajının yavaş yavaş kaybolmaya başladığını, bunun yerine katma değer içeren çözüm ve ürünlerin konması gerektiğini söyledi. Bu kapsamda, radar sistemlerinde öncü olan ASELSAN'ın artık kendi ekosistemini oluşturması ve tasarım ve entegrasyon alanlarına odaklanması gerektiğini ekledi.

Kişisel görüşüm, ASELSAN gibi dünyanın en büyük 100 savunma sanayii şirketi arasına girmiş, USD1 milyardan fazla ciro yapan ve son derece ileri teknolojiler içeren çözümler üzerinde çalışan bir şirketin hala böyle bir mesaj alması, son derece düşündürücüdür.

Şeker ayrıca, ASELSAN'ın yeni hizmete soktuğu Gölbaşı yerleşkesi ile de ilgili bilgiler verdi. Radar ve elektronik harp sistemi geliştirme ve üretim çalışmalarının sürdürüldüğü Gölbaşı yerleşkesinin toplam USD120 milyonluk maliyetinin USD80-85 milyon kadarı, SSM tarafından uzun vadeli düşük faizli kredi olarak karşılanmış. 75,000 metrekarelik tesiste toplam 1,200 personel çalışıyor. Öte yandan ASELSAN'ın Bilkent Üniversitesi ile birlikte kurduğu GaN çip üretim tesisinin bu yıl sonunda ya da en geç Ocak ayı başında hizmete girmesi planlanıyor.

Şeker'den sonra konuşan ASELSAN Genel Müdür Yardımcısı Oğuz Şener, ÇAFRAD projesinde ilk radarın 2017 yılında teslim edileceğini; halen ASELSAN üretimi 10 farklı radar tipinin envanterde hizmette olduğunu söyledi. Şener ayrıca ihracat faaliyetleri ile de ilgili bilgiler verdi. Buna göre:

  • Suudi Arabistan'da Taqnia ile birlikte kurulan geliştirme ve üretim tesisinin inşa faaliyetleri devam ediyor.
  • Thales ile çeşitli radar alt sistemleri ve bileşenleri alanında işbirliği devam etmekte.
  • ABD'de adı açıklanmayan bir şirkete radar alıcı / verici modülleri ihracatı gerçekleştirildi.
  • ABD'de başka bir şirkete lisans transferi söz konusu. Bu şirket, şimdiye kadar İsrail'den tedarik ettiği bileşenleri ASELSAN'dan almayı planlıyor.
  • Adı açıklanmayan bir Afrika ülkesi ile büyük ölçekli bir radar satış sözleşmesi için görüşmeler devam ediyor.
SSM MEBS Daire Başkanı Yakup Taşdelen de bazı projeler ve radar sistemlerine dair SSM'nin vizyonunu paylaştı. Sunumundan bazı notlar şöyle:

ÇAFRAD projesinde halen devam etmekte olan Faz 1 (geliştirme fazı) kapsamında ilk radarın 2017 yılında teslim edilmesi planlanıyor. Faz 2 (seri üretim fazı) ise 2021 yılında tamamlanacak.

TFX projesi için geliştirilecek radarın 2021'de ortaya çıkması, SAR keşif gözetleme uydusunun radarının ise 2022 yılında tamamlanması planlanmış.

Halen SSM ArGe dairesinde devam eden ArGe projelerinin büyük kısmı, ÇAFRAD projesi kapsamında hazırlanan projeler.

SSM'nin radar alanında,sinyal işleme algoritmaları, mikrodalga teknolojileri ile anten ve malzeme teknolojilerini kritik ve öncelikli konular olarak belirlemiş.

SSM'nin radar alanındaki vizyonu, katma değer oluşturacak tüm radar sistemlerinin yurt içinde geliştirilmesi ve üretilmesi ile bunlara dair tüm lojistik desteğin yurt içinden sağlanması. "Katma değer oluşturacak" ifadesinin hem kalın hem de altı çizili olarak yazılmış olması dikkat çekiciydi.

Taşdelen'den sonra hava ve füze savunmasına dair bir sunum yapan ASELSAN'dan Emre Çavdaroğlu, ASELSAN bünyesinde gerçekleştirilmiş ve devam eden hava savunma radar projelerine dair bilgi verdi. Sunumundaki dikkat çekici ayrıntı, uzun vadede gündeme gelmesi planlanan "Çok Uzun Menzilli Balistik Füze Savunma Radarı" (Yüksek İrtifa Radarı) projesi idi. Henüz herhangi bir ayrıntısı açıklanmayan projenin, önümüzdeki dönemde somutlaşması beklenebilir.

Müteakip sunumlarda ön plana çıkan diğer iki konu, İHA'ların tespiti ile sensör füzyonu idi.

İHA tespiti konusunda TÜBİTAK BİLGEM, kuş tespit radarı olan KuşRad'ın bir versiyonunu, Meteksan Savunma ise, MilDar projesinde elde ettiği tecrübe ile geliştirdiği Retinar personel tespit radarının, elektrooptik sistemlerle birleştirilmiş bir versiyonu olan Retinar OPUS'u önerdi. Retinar radarının sabit üs ve tesis savunmasında kullanılan, yükseltilebilir direğe monteli Retinar PTR-X adlı bir modeli de geliştirilmiş.

Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, iki konferansın arasında yedi (7) yıl var ama sektöre ilişkin tespit ve özeleştirilerin çoğu aynen devam ediyor. Sürdürülebilirlik, sensör füzyonu gibi konuların üzerinde durulması sevindirici, ancak artık Türk savunma sanayii sektörünün, Mustafa Şeker'in de vurguladığı gibi, bir ekosistem dahilinde katma değer üretebiliyor ve bunları ünyaya pazarlayabiliyor olması lazım. Burada ana yüklenicilere büyük ödev düşüyor: Sektörün lideri olarak vizyon çizen, tasarım yapan, nihai entegratör olarak çalışmaları gerekiyor. Aksi takdirde, iç kullanıcının, yani TSK ve diğer güvenlik birimlerinin ihtiyaçlarına bağlı, bağımlı verimsiz birer fabrikadan öteye gidemezler. Sektörün kazanımları da yavaş yavaş heba olur.

Hiç yorum yok: