DR. NİHAT ALİ ÖZCAN
Örgüt için stratejik öncelik değişiyor. Stratejik öncelik, ideolojinin belirlediği hedefler olmaktan çıktı ve örgütü bir arada tutma, “dağıtmama” ve başkalarına “kaptırmama” olarak şekillenmeye başladı. Bu da terör örgütünün içinde bulunduğu kriz sarmalını gösteriyor...
Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin üzerinden 7 yıl geçti. Tartışmaların bu olay ve ardından yaşananlar ile bağlantılı olması beklenirken Kuzey Irak’tan gelen bir haber tartışmaların merkezine oturdu. Bir dönem PKK’nın Avrupa sözcülüğü ve “Cephe” sorumluluğunu üstlenmiş olan Kani Yılmaz bir arkadaşı ile birlikte patlayıcılar kullanılarak suikasta uğradılar ve öldüler. Ancak hafızalarımızı yokladığımızda gördüğümüz şuydu: İlk defa saldırıya uğrayan “PKK sözcüsü ve Avrupa sorumlusu” Kani Yılmaz değildi. Nitekim, Soğuk Savaş döneminde (1989) benzer görevi üstlenen Avukat Hüseyin Yıldırım da hainlikle suçlandıktan kısa süre sonra Hollanda’da silahlı saldırıya uğramıştı. Ancak Yıldırım, Yılmaz’dan daha şanslıydı. Öyle ki 17 yerinden kurşunlanmasına rağmen hayatta kalmayı başardı ama büyük bir korku ile yaşadı/yaşıyor. Bu yazı “Avrupa sorumlularının” özel durumlarını ve önümüzdeki dönem olabilecekleri mercek altına almayı amaçlıyor.
Terör örgütü, kriz sarmalında
Niteliği ne olursa olsun, PKK da tüm örgütler gibi kendisini kuşatan sosyal, politik ekonomik, hukukî, coğrafî ve güvenlik koşulları ile şekillenen bir eko-sistem içinde yaşamaktadır. Nitekim, Irak’ı elinde tutan ABD ile Barzani’nin KDP’si ve Talabani’nin KYP’si bu eko-sistemin en önemli öğeleri durumundalar. Yine PKK’nın çatıştığı İran başka bir eko-sistemi oluşturuyor. Para ve insan kaynağı olmaya devam eden AB ülkeleri ise daha farklı koşullara sahip. Türkiye açısından ise durum daha da karmaşık görünüyor. Aynı coğrafyada, aynı zaman diliminde farklı koşullar söz konusu. Nitekim örgütün dağdaki silahlı militanından, şehirdeki cephe çalışanına kadar her mensubu farklı koşullara tabi ve değişik yelpazede varlık gösteriyor. Böylesine karmaşık bir ortamda örgütü yönetmek onu çevreleyen eko-sisteme uygun davranmasını sağlamak ciddi zorluklar içermektedir.
PKK’nın her geçen gün daha fazla kriz sarmalına girmesini iki nedenle açıklayabiliriz. Birincisi; krizleri yönetebilecek cezaevindeki liderin iletişim kanallarının son dönemde kapanmış olması ve yerini alacak çapta liderlerin olmaması. Öcalan; geçen haziran ayına kadar devlet kurumları arasındaki iletişimsizlik ve hukuk sistemindeki boşluktan faydalanarak örgüt stratejisini belirlediği gibi, zaman zaman taktik düzeyde de talimatlar verebildi. Ancak örgütle bağları kesilince çözüm bekleyen sorunlar krizleri tetiklemeye başladı. Öte yandan otuz yıllık örgüt tarihinde Öcalan’a meydan okuyabilecek tüm potansiyel lider adayları elimine edildi ve sadece kendisi ayakta kaldı. Bu mekanizma artık çalışmamaktadır. Yeni lider, ya da lider adayları sular sakinleşinceye kadar örgüt içinde amansız bir liderlik savaşına tutuşmuş durumdalar. Bu mücadelede rakiplere karşı kullanılan en etkili araç ise “şiddet ve terördür”. Bu seçim örgüt kültürü ile de uyumludur ve sürpriz değildir. İkinci neden; örgütün kendisini kuşatan karmaşık bir eko-sistemle uyumlu ve krizlere cevap verebilecek yeni bir yapıya dönüşememesidir. Bu nedenle de kendisini kuşatan dış çevreyi, geniş bir alana yayıldığından denetlenmesi zor ve sürekli değişen iç yapıyı analiz edemeyen, çözüm üretemeyen “yeni liderler” bu noktada da kolaycı çözümlere yönelmektedirler. Çözüm olarak gördükleri ise “bastırmacı”, “cezalandırıcı” tutum, şiddet ve kör terör uygulaması olmaktadır.
Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından örgütten irili ufaklı çok sayıda kopuş yaşandı. Fakat bu kopuşlardan hiçbirisi 2004 kongresindeki kadar etkili olmadı. Üst yönetimde yer alanların kopuşunun en önemli nedenini liderlik mücadelesi oluşturmakla birlikte bu durum kendisini eko-sistemde olup bitenleri yorumlama ve bunlara verilecek cevap olarak göstermektedir. Nitekim örgütün başında kalan grup, yaşanan gelişmeleri bir beka sorunu olarak görmeye başladılar. Artık olayların merkezinde geçmişin “ideolojik hedefleri” yerine kendileri var. Nitekim bu noktadan itibaren örgüt için stratejik öncelik de değişmeye başladı. Sonuçta stratejik öncelik, ideolojinin belirlediği hedefler olmaktan çıktı ve örgütü bir arada tutma, “dağıtmama” ve başkalarına “kaptırmama” olarak şekillenmeye başladı.
PKK açısından “beka” öncelikli ve stratejik amaç olunca, bu amacı gerçekleştirecek araçların seçimi çok da zor olmamaktadır. Çünkü, şiddet ve terörü yöntem olarak seçen ve bunu hayata geçirmek için kurgulanan örgüt açısından “kurbanların” ve “hedeflerin” kimliği çok da önemli değildir. Şiddet ve terör, örgüt bütünlüğü açısından iki yönlü işlev üstlenmiştir. Bir yandan, örgütün iç sorunlarına yöneliktir, onu erteler, bastırır. Böylece bir yandan “hainlere” haddini bildirerek onları potansiyel tehdit olmaktan çıkartır, bir yandan da “hainliği” aklından geçirenlere ders ve ibret olur. Sonuçta “şiddet” işe yarar “meşru” bir tasfiye aracıdır. Eylemlerin ikinci etkisi ise geride kalanları birbirine bağlamasıdır. Eylemler sayesinde bir yandan “dağdakilerin” sadakati sağlanır, bir yandan da dağdakiler “meşguliyetle” bir arada tutulabilir.
PKK’nın son dönem stratejisi bu faktörler altında şekillenince önümüzdeki süreçte olabilecekleri de tahmin etmek kolaylaşmaktadır. Bu anlamda eylem yoğunlukları ve türleri birbirinden farklı üç alanın varlığından söz edebiliriz. Birincisi; denetimin çok sıkı olduğu hiyerarşik yapının sert olduğu dağdaki militan yapıdır. Örgüt içi temizlik, rekabet ve çatışmaların “saray darbeleri” tarzında yürümesi ancak ve ancak alt kadroların eylemlerle meşgul edilmesi ile mümkündür. Bu nedenle çatışmaların mevsimsel döngüsüne de bağlı olarak önümüzdeki bahar sürecinde eylemlerin artarak sürmesi muhtemeldir.
Kani Yılmaz suikastının anlamı
İkinci grubu, silahlı militanlara göre daha gevşek yapıdaki “cephe” örgütü oluşturmaktadır. Türkiye içinde legal ve illegal alandaki bu yapı, silahlı militanların “cezalandırıcı” denetimi altındadır. Örgüt sözünü ettiğimiz bu yapıyı, bir yandan silahlı eylemlere destek amacıyla “sokak gösterileri” tarzında harekete geçirirken bir yandan da “sürekli eylem” ile sadakati arasında bir korelasyon öngörmektedir. Ancak sözünü ettiğimiz kitlenin eylemlere itibar etmesi, sürekliliği, yoğunluğu ve sonuçları ile de yakından ilgili olacaktır. Son alan, Avrupa’daki cephe teşkilatıdır. Bu yapının iç denetimi gittikçe zorlaşmaktadır. Nitekim kırılganlığın en fazla olduğu bu alan aynı zamanda da örgütü parçalanmaya götürebilecek en öncelikli yapıdır. Yeni dönemin meşru aracı olan “sivil siyaset”, para, insan kaynakları ve “diplomatik ilişki” bu bölgede düğümlenmektedir. Burada başlayacak kitlesel kopmalar PKK’nın dar bir alana sıkışmasına, eski usul örgüte dönüşmesine neden olacaktır. Nitekim “Kani Yılmaz”ın sonunu hazırlayan da elinde tuttuğu bu güç ve örgütün bu alandaki stratejik zayıflığıydı. Son tahlilde, ABD’nin politikaları, Irak, İran ve Türkiye’de yaşananlar örgütün dağdaki ömrünü uzatmak için yeni fırsatlar sunmaktadır. Ancak tüm örgütler doğar, büyür, gelişir ve tabii ki ölürler. Bu ölüm dönüşemeyen, sorunları bastıran, dağ başlarında yalnız kalanlar da daha dramatik olur.
http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&alt=&trh=20060221&hn=257985
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder