22/06/2015

"Karda Donuyorsun, Uyumak Tatlı Geliyor Ama Ölüyorsun"

Savunma ve Havacılık Sanayii İmalatçılar Derneği (SASAD), kısa süre önce "Savunma ve Havacılık Sanayii Performans Raporu 2014" başlıklı bir rapor yayınladı.

Rapor, Türk savunma sanayiinin 2014 yılı içinde gerçekleştirdiği üretim, ciro, dışalım ve dışsatım gibi performans göstergeleri ile altyapı ve kapasite göstergelerini sunması, bunlar üzerinden genel bir resim çizmesi açısından önemli.

Ve rapor, görünen yüzeyi azıcık kazındığında ardında sakladığı esas resmi barındırıyor olması nedeniyle daha da önemli.

Biraz kazımaya çalışalım.

Öncelikle rapor, SASAD tarafından hazırlanan ankete yanıt ile katkıda bulunan 78 şirketin verileri ile oluşturulmuş. Bu toplanan verilerin, sektörün %90-95'ini temsil ettiğinin değerlendirildiği eklenmiş.

Rapora göre Türk savunma sanayiinin 2014 yılı cirosu USD5.101 milyar olarak gerçekleşmiş. 2013 yılı toplam cirosu USD5.076 milyar idi. Yani neredeyse ihmal edilebilecek kadar düşük (USD25 milyon) bir artış söz konusu.

Sektörün ihracatı, USD1.569 milyondan USD1.855 milyona, toplam ciro içinde ihracatın payı yaklaşık %32'den %36'ya yükselmiş. İhracatın USD205 milyonluk tutarı döviz kazandırıcı hizmet (mühendislik, danışmanlık vb) şeklinde; kalan USD1.605 milyonluk kısmı ise mal ve sistem ihracatı.

İhracat hacminin ve toplam cironun içindeki payının artmış olması sevindirici. Ancak bu miktarın ne kadarı, serbest rekabet koşullarında gerçekleşti? Savunma sektörünün ihracatında offset'in payı ne kadar?

Offset, en yalın hali ile, yurtdışından alınan bir mal ya hizmetin bedeli üzerinden belli bir oran, satıcı ülkeye mal ya da hizmet ihrac edilmesidir. Söz gelimi ABD'den USD1 milyara uçak alındığı zaman, SSM Offset yönergesi uyarınca ABD'li uçak üreticisi firma Türkiye'deki savunma ve havacılık sanayii şirketlerine en az USD700 milyonluk iş (%70 offset payı oranı üzerinden) vermekle yükümlü hale gelir.

Offset, ülkeye yabancı sermayenin girişi, özellikle küçük ve orta boyutlu işletmelerin (KOBİ) altyapı ve kapasitelerinin artırılması, ihracatın artması gibi etkenler nedeniyle ve özellikle iyi yönetilirse son derece faydalı bir dış ticaret aracıdır. Offset ile uluslararası çapta büyük üreticilerin tedarik zincirine giren KOBİ'ler, üretim kapasitelerini bu firmaların standartlarına getirebilir, istihdamı artırabilir, uluslararası rekabet güçlerini geliştirebilirler. Dolayısıyla offset sisteminin yönetilmesinde, devletin (savunma sanayii özelinde SSM'nin) büyük sorumluluğu vardır.

Ancak offset, ihracatın temel direği haline gelmemelidir. Zira rekabet ve yenilikçiliği doğrudan teşvik eden bir mekanizma değildir. Başka bir deyişle, offset, ihracatı geliştirmek için ana unsur olarak kullanılabilecek bir yöntem değildir. İhracat performansını geliştirmek için gerekli olan rekabetçilik, verimlilik, yenilikçilik, çözüm odaklılık gibi etkenler gözardı edilmemelidir.

Türk savunma sanayiinin ihracatında offset satışlarının payına ilişkin güncel ve sağlıklı verilere ulaşmak ne yazık ki mümkün değil. Bulabildiğim en güncel veri, SSM'nin 2012 Verileriyle Savunma Sanayii Analiz Raporu başlıklı belgesi. Bu belgenin 20'nci sayfasında, toplam ihracatın %55'inin offset ile gerçekleştirildiği belirtilmiş. 2010 yılı için mesela, USD859 milyon olarak gerçekleşen ihracatın USD514 milyon kadarı (yaklaşık %60) offset üzerinden gerçekleşmiş (Kaynak). Dolayısıyla 2014 yılı için de %55 - %60 arası bir orandan bahsedebiliriz.

Bu da, 2014 savunma ihracatının USD1.113 milyarlık kısmının offset üzerinden gerçekleştiği anlamına gelir. Ancak geriye kalan USD742 milyonun ne kadarının rekabet ortamında elde edildiğini belirlemek güç.

Rapora göre savunma sanayiinde 2014 yılında istihdam edilen personel sayısı 31,242; 2013 yılında 32,368 olan çalışan sayısına göre düşüş söz konusu. Çalışan başına toplam ciro USD163,273; çalışan başına ihracat ise yaklaşık USD60,000.

İşte esas sıkıntı burada başlıyor.

Alarm zilleri çalıyor

Deloitte danışmanlık firmasının yayınladığı "2015 Global Aerospace and Defense Industry Outlook" başlıklı raporun dokuzuncu sayfasında çok çarpıcı bir analiz yer alıyor. Buna göre dünya çapında savunma sanayii şirketlerinin gelirlerinde, küresel ekonomik krizin de etkisiyle büyük düşüşler yaşanmakta. Ancak çok ilginç bir biçimde, ortalama faaliyet kâr marjları (operating margin) tam tersi şekilde hızla artıyor.

Bu, şu demek:

Şirketler, gelirlerin düştüğü ve ciro yapmanın zorlaştığı bu dönemde kârlılıklarını artırmak için işten çıkarma, maliyet kalemlerini kısma ve verimliliği artırma yöntemlerine ağırlık vermekteler. İlaveten tasarım, geliştirme ve üretim süreçlerinde otomasyon, ürün yaşam döngüsü yönetimi sistemleri gibi yenilikçi çözümler tercih edilmekte. Sadece üretim süreçleri değil, ARGE ve tasarım da en ucuz kaynaklara yöneltilmekte. Dahası, bu önlemleri alan firmaların elde ettikleri başarılar ve kazandıkları kâr oranları, diğer daha küçük firmalar tarafından da aynı yordamın takip edilmesini sağlıyor.

Ve bu, şu demek:

İşgücü maliyetiniz yüksekse, yeteri kadar verimli değilseniz, yenilikçilik ve rekabet gücünüz yüksek değilse, en fazla uçak gövde parçası üreticisi olarak uluslararası pazarda kendinize iş bulabilirsiniz. Bir yolcu uçağının gövdesinin onlarca parçasından birini ürettiğiniz için tören yapar, ihracata katkıda bulundum diye mutlu olursunuz. Hepsi o kadar. Dahası, gelişmekte olan ülkeler havacılık - savunma sanayiine aynı kaliteyi daha ucuz işgücü ile sunmaya başladıklarında, üretim o ülkelere kayar, pahalı ama içi boş tesislerle kalakalırsınız.

Nitekim bu manzara, çok övündüğümüz "Top 100" listesinde de kendini belli ediyor.

DefenseNews savunma yayını tarafından her sene yayınlanan savunma ve havacılık sanayiindeki dünya çapında önde gelen 100 şirketin yer aldığı listede bir süredir Türkiye'den iki şirket bulunuyor: ASELSAN ve TAI. ASELSAN 2013 yılında elde ettiği USD1.03 milyar ciro ile 67'nci, TAI ise aynı yıl kazandığı USD912 milyon ciro ile 80'nci sıralardan listeye girmişler. Listeye göre ASELSAN'ın savunma sanayii cirosu USD1 milyar, TAI'ninki ise USD788 milyon.

ASELSAN'ın 2013'te yaklaşık 5,300; TAI'nin ise 4,000 çalışanı olduğunu göz önüne alacak olursak, çalışan başına toplam cirolar ASELSAN için USD192,000, TAI için ise USD228,000 dolaylarında. Aynı değerler Korea Aerospace Industries (KAI) için USD578,000, Airbus için USD563,000, Dassault için USD542,000, Lockheed Martin için USD342,000.

Top 100 listesinin ortalaması ise USD308,000 civarlarında. Her iki şirketimizin bu ortalamanın çok altında olması bir yana, SASAD'ın sunduğu veriye göre tüm sektör de ortalamanın neredeyse yarısı ediyor.

Çok daha ilginç bir veri, her iki şirketimiz, söz konusu listede en az çalışana sahip 10 şirket arasında yer alıyor (Listedeki şirketlerin 80 kadarının çalışan sayısı 10,000'den fazla; 10 adedininki ise 6 haneli). Yani hem çok az sayıda çalışana sahip, hem de çalışan başına düşen ciro düşük. Bu manzara, her iki şirket de belli bir ürün ya da çözüm ailesine odaklanmış olsa, farklı yorumlanabilirdi. Ya da KAI örneğinde olduğu gibi 3,000 küsür çalışan ile elde edilen muazzam kârlılık oranına bakılıp takdir bile edilebilirdi.

Ancak her iki şirketimizin ürün ve çözüm ailesine baktığımızda:

Sabit ve döner kanatlı uçak ve bunların yapısal elemanlarının tasarım, üretim, modernizasyonu
İnsansız uçak ve helikopter tasarım ve üretimi
Uydu - uzay platform ve alt sistem tasarım ve üretimi, entegrasyonu
Her türlü komuta, kontrol, bilgisayar, istihbarat, keşif, gözetleme (C4I) sisteminin tasarım, üretim, modernizasyon ve entegrasyonu
Alçak, orta irtifa / kısa ve orta menzil hava savunma sistemlerinin tasarım, üretim ve modernizasyonu
Her türlü namlulu ve namlusuz silah sisteminin, kontrol istasyonunun tasarım, üretim, modernizasyon ve entegrasyonu
Aviyonik sistemler, faydalı yükler
vs... vs...

TAI'nin 1984 - 2010 yılları arasında satış gelirleri USD2.8 milyar; ihracat ise USD2 milyar (Savunma ve Havacılık No 142, sayfa121) olarak gerçekleşmiş. Şirketin 2002 - 2010 döneminde cirosunun %70'inin kaynağı ihracat, ihracatının ise %80'i offset üzerinden (MSI Ocak 2012, Sayfa 22 "TUSAŞ Zirve Koltuğunu Devralmaya Hazırlanıyor"). Söz konusu offset satışlarının da büyük kısmı Boeing ve Airbus için yapılan uçak gövde parçası üretimleri. Nitekim TAI IDEF 2015 fuarında bu alandaki kabiliyetini vurgulamak için, A400M için üretilmiş bir gövde parçasını özgün tasarım Hürkuş'un önünde sergilemişti. ASELSAN ise, 2014 Yatırımcı Sunumu belgesine göre, 2013 yılında USD209 milyon ihracat yapmış (toplam ciro USD1.141 milyar olarak verilmiş).

Bu iki şirketin durumu, sektörün genelinde de görülen iki ayrı genetik hastalığa götürüyor bizi:

1. İhracat, rekabetçilik ya da yenilikçilik değil, offset odaklı olarak yürüyor
2. Şirketler, ciro yapmak için iç pazara (yani TSK ve SSM'ye) bağımlı.

Ancak SASAD verilerinde görülüyor ki, iç pazar daralmakta. Nitekim son iki senenin toplam sektör cirosu neredeyse aynı. İhracattaki göreli artış sevindirici olmakla birlikte, sektörün ithalatında da küçük oranda da olsa bir artış var. Rapor, bu artışın ana nedenleri olarak güç paketleri (her türlü motor ve aktarma organı) ve sensör ithalatının artışını vermiş.

Özgün platform ürünleri ortaya çıktıkça, iç pazar ya da ihracat odaklı olsun, ithalattaki artış da sürecektir. Çünkü Türkiye, savunma sanayiinin yapılandırılmasında "top down" diyebileceğimiz bir yöntem izlemektedir. Önce platformlar ortaya çıkartılmış (MilGem, T129, Altay vb gibi), bu platformların ana ve alt bileşenlerinde yerlileştirme akabinde ele alınmıştır. Bu yöntemin artıları eksileri tartışılmalıdır: Başta motor olmak üzere pek çok kritik alt sistem ve teknolojide dışa bağımlılık, özellikle çoğu konuda tek kaynak şeklinde, devam etmektedir. Bu durum, bilhassa ihracatta ciddi risk faktörüdür. Zira üretilen platformun kabiliyet ve performansı ne kadar yüksek olursa olsun, motorunun üreticisi ülke ihracat izni vermezse ya da en iyi ihtimalle astronomik bir fiyat önerirse, ihracat pazarında şans sıfıra inecektir. Bu durumda da sadece iç pazar için geliştirilmiş, son derece yüksek maliyetli ürünler ile sektörün varlığını devam ettirmesi güçleşecektir. Platformların siparişi tamamlanabilir, çalışanların maaşları ödenebilir ancak teslimatlar bittiği zaman sektör, rekabet gücünün körelmiş olmasından dolayı varlığını devam ettirmek için yine iç pazara muhtaç hale gelecektir.

Zaten bu çaresizlik durumu, beni hayretler içinde bırakacak kadar açık bir şekilde SASAD raporunun "Genel Değerlendirmeler" başlıklı kısmında şu şekilde ifade edilmiş:

Bu tablo, sektörün kazandığı yetkinliklerin sürdürülmesi ve geliştirilmesi konusunda iç pazara yönelik talep geliştirici önlemlerin, alınması gerektiği sonucunu gündeme getirecektir.

Özetle savunma sanayii demektedir ki: "Varlığımızı sürdürmemiz için yeni siparişler verin". Yurtdışı satışların görece artışı, iç pazardaki daralmayı karşılıyor gibi görünse de, bu durum çok daha önemli bir riski örtecek şekilde yorumlanmış. İç pazarın daralmasından tüm sektör etkilenirken, ihracatın artmasından tüm sektör faydalanamamaktadır. Yerli büyük şirketler (ana yükleniciler) ihracatın çok büyük kısmını gerçekleştirirken, alt yüklenici ve yan sanayi şirketleri, toplam ciro ve ihracattan çok düşük pay almaktadırlar. Nitekim bu durum SSM 2013 Analiz Raporu'nun 19'ncu sayfasında da vurgulanmış.

Ancak ihracatı yapılan platform ve sistemlerde, yurtdışı üreticilere bağımlılık büyük oranda devam etmektedir. Dolayısıyla ihracat arttıkça, paradoksal bir biçimde sektörel ithalat da artacak, dışa bağımlılık derinleşecektir. Bu kısır döngü, ithâl ikameci (import substitution) politikaların kötü yönetiminin bir sonucudur. Buna, ihracatı destekleyici kredi, FMS (Foreign Military Sales) benzeri program vb noksanlığını da eklemek gerekir.  Türkiye bugün 30 bin personelle uydudan tanka, uçaktan helikoptere, her türlü füzeden her türlü C4ISR sistemine her şeyi "milli" olarak üretmeye soyunmuş, ortaya çok sayıda prototipler çıkarmayı ve bir kısmında (özellikle C4ISR ve kara platformları) belli bir mesafe kaydetmiş ancak sürdürülebilirliği sağlamada patinaj çeken bir durumdadır.

Bu yüzdendir ki, örneğin hava - uzay sanayiindeki milyar dolarlık ihracatın neredeyse tamamı offset'ler üzerinden hiç bir katma değeri olmayan (üretim altyapısı, her türlü dokümantasyon, girdi vb hazır olarak yurtdışından gelmektedir) parça üretiminden sağlanmaktadır. T129, Anka, Göktürk gibi platformlar ete kemiğe bürünmüşken, bu milyar dolarlık ihracat rakamında bugüne kadar gerçekleştirilebilmiş tek platform bazlı ihracat, 2012 yılında Katar'a USD2.5 milyon bedelle 20 adet Mini İHA satışıdır.

Dünya çapında üreticiler (ve ülkeler) kârlılıklarını ve verimliliklerini artırırken, sektörün hala iç pazara el açıyor olmasının tek bir sorumlusu yoktur. Bu resim, sektörün tüm paydaşlarının eseridir. Dolayısıyla tüm paydaşlar tarafından sektöre yönelik olarak ciddiyetle ve kararlılıkla

1. İnsan kaynakları
2. ARGE ve ihracata yönelik teşvik mekanizmaları
3. Rekabetçiliğin geliştirilmesi
4. Yan sanayi ve alt yüklenici tabanının geliştirilmesi / genişletilmesi

konularında çok ivedi önlemler alınmazsa, Türkiye bir prototipler cehennemine dönecektir. Hangar'ın önünde Anka beklerken ABD'den Reaper ister duruma düşeriz.

Pardon, şimdi farkettim. Şu anda zaten bu durumdayız.









Not: Yazının başlığını, anafikre tam uyduğunu düşündüğüm için Çağan Irmak'ın yönettiği Issız Adam adlı filmdeki bir replikten ödünç aldım.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Savunma Sanayi firmaları olabildiğince özelleştirilirse, bahsedilen mahzurlardan bir ölçüde kaçınabilmek mümkün olabilir. Özel sektörün dinamizmi daha verimli bir netice elde etmeyi sağlayacaktır.

Adsız dedi ki...

Çok amiyane olacak ama idari ve teknik(?) yönden insan kalitesi sınırlı olunca mucize bekleyenlere şaşıyorum. 2023'e kadar ite kaka imitasyonlar olacak peki ya sonrası? Özelleştirmeden öte profesyonel (yabancı) yöneticiler getirilmeli.

Adsız dedi ki...

Türk savunma sanayini uzun selerden beri izleyen biri olarak yaptiginiz analizinizi begendim. Fakat Türkiyenin geldigi noktalari Top 100 lerle karsilastirmak, Dünyanin en büyük sirketlerine dediginiz gibi uçak parçalari üretmek acaba 20 sene önce hayal edebilirmiydik. Ben de sizin gibi motorlari dahil tamami yerli olarak tasarlanip imal edilmis, Altay, T129, ANKA vs in bol miktarda iharaç edilmesini isterim. Bakin Fransa USA dan kendi kontrolunda operayon yapabilecek IHA almak için yalvariyor. Tanesi 20 000$ lik cirit füzelerimiz gayet iyi (10000 er adet) ihraç ediliyor. Ben araba parçasi ihraç etmek yerine uçak parçasi ihrç etmeyi tercih ederim. Ayrica Silah sanayi mamulleri ihracatinin teknik yönünün yanindaki politik yönünü düsünmek gerekir
Saygilarimla.

Unknown dedi ki...

Emeğinize sağlık hocam , bir lise öğrencisi olarak global pazara pek kafam basmasada severek okuyorum , İnşallah kafama bir şey giriyordur.
:)

Adsız dedi ki...

Tek başına özelleştirme hiçbir şeyi çözmez, zira özel sektör de zannettiğiniz kadar etkin/verimli çalışmıyor.


Türkiye'nin sayılı anlı-şanlı firmalarınaki bürokrasiyi görseniz saçınızı başınızı yolarsınız. Ve bu bürokrasi de verimliliği artırması gereken iş akış yönetim programlarının ve prosedürlerinin yanlış uygulanmasından kaynaklanıyor.


Bir örnek vereyim, çelik bir şeridin ağırlığını ve yoğunluğunu ölçeceksiniz.

Tartım yapılan terazi her gün kalibre edilir, kalibrasyonu kontrol edilir (Halbuki cihaz açıldığında kendi kendini kalibre eden teraziler var)

Kalibrasyon kontrol işlemleri terazi defterine kaydedilir.

Ağırlık ölçümü yapılır, terazinin yazıcısından ölçüm fişi alınır ölçüm defterine yapıştırılır. Ayrıca ölçüm defterine formata uygun olarak elle ölçüm sonucu yazılır.

Hacim ölçümü de yukarıdaki prosedüre benzer şekilde yapılır ve deftere işlenir. (ölçüm yapılan aletin kalirasyonu, kalibrasyon kontrolü, kalibrasyon defterine işlenmesi...)

Hacim hesabını (kütle/hacim) yaptığınız hesap makinesi için de her gün sıfırlama ve düzgün çalışma kontrolü yapılıp hesap makinesi kontrol defterine kaydedilir.

Sonrasında deftere işlenen bu sonuçlar 3 farklı iş akış yönetim programına tek tek elle girilir.


İşte özel sektörün verimliliği. İşte ISO 9001'in yanlış uygulanması.

Standartta söylenen şey "yaptığını yaz yazdığını yap" Yaptığın her işin kaydı olsun ki hata olursa hatanın kaynağı tespit edilebilsin.

İşin çözümü de gayet basit: elde taşınabilir bir bilgisayar olsa ölçüm sonucunu doğrudan teraziden alıp sisteme işlese...

Günde 50-100 tane ölçümü bu şekilde yaptığınızı bir düşünün. 8 saatlik mesainin yarıdan fazlasının yazı-çiziye gittiğini...