17/02/2013

Bir Kitle İmha Silahı Olarak Cehalet

Eser: Eric Drooker (www.drooker.com)
Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli stratejistlerden Erol Mütercimler, "Geleceği Yönetmek" adlı kitabının [1] "Stratejik Hamleler, Stratejik Sorunlar ile Etki Odaklı Harekât" bölümünün "Bilgi Yönetimi Nedir? Ne Değildir?" başlıklı kısmında, Şebnem Arıkboğa'nın "entelektüel sermaye" tarifini alıntılayarak bilgi yönetimi ve katma değeri üzerinde duruyor. Mütercimler'in atıfta bulunduğu Arıkboğa'nın tarifi şöyle:

"Entelektüel sermaye üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar, insan sermayesi, yapısal sermaye ve müşteri sermayesidir. Burada önemli olan bu üçünün ayrı ayrı toplanması değil, bunların karşılıklı etkileşimi ve birlikte oluşturdukları sinerjik etkidir. Eğer bu üç sermaye türü birbirini tamamlamıyorsa ve birlikte etkin olarak çalışamıyorlarsa entelektüel sermayeden söz etmek mümkün değildir." [2]

Ticari bir yönü de olan bu tanım aslında tam olarak ulusal güvenlik ve kamuoyunun bilgilendirilmesi konularına da uyarlanabilecek bir kapsamda. Çünkü ulusal güvenlik konusunda kamuoyunun doğru ve net biçimde bilgilendirilmesi, politika yapıcıların ve strateji kurucuların sırtlarını dayananacakları bir duvarın örülmesi için şarttır. Başka bir deyişle, kendisine dürüst ve net davranılmış bir kamuoyu, strateji geliştirme ve uygulama sırasında askeri ve sivil mekanizmalara yardımcı olacaktır.

Burada, devlet mekanizması (ordu ve sivil bürokrasi ile hükümet), basın - yayın organları ile bilim çevresi arasında etkin ve sağlıklı bir iletişimin önemi öne plana çıkıyor. Bu yapı, kamuoyunu doğru bilgilendirme görevi de göreceği gibi, strateji geliştirilmesi için sağlıklı bir altılığı da inşa edecektir. Örneğin kriz durumlarında krizi, en az zararla atlatmak ve azami fayda sağlayacak şekilde yönebilmek, böyle bir yapının sağlıklı işleyebilmesi ile mümkün olacaktır.

Konuyu, yakın dönemde gündemi işgâl etmiş iki olay, iki ibret üzerinden açmakta fayda var.


RF-4E Olayı

22.06.2012 günü Türk Hava Kuvvetleri'ne ait bir RF-4ETM Işık tipi taktik keşif uçağı, Doğu Akdeniz üzerinde, Hatay açıklarında kayboldu. Uçağın kaybolduğu bölgenin Suriye'ye çok yakın olması ve bu ülkenin de şiddetli bir iç savaş ateşi ile yanmakta olması nedeniyle olay bir anda ulusal gündemin üst sırasına yerleşti, heyecana neden oldu. [3]

Uçakla iletişimin kesilmesinden sonra, benzer, olaylarda pek sık karşılaşılmayan bir şekilde uzun süre resmî kanallardan herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu suskunluk hali daha da büyük bir heyecan yarattı. Bu heyecan ve karmaşa durumu, Suriye'nin resmî makamları tarafından uçağı kendilerinin düşürdüğü açıklamasının yapılması ile birlikte tavan yaptı. Türkiye büyük bir krizin içinde buluverdi kendini.

Kısa süre sonra, olayın karanlıkta kalan bazı yönleri açığa çıkmaya başladı. Uçağın vurulduğu ve düştüğü yerlerin Suriye hava sahası sınırları içinde mi yoksa uluslararası hava sahasında mı olduğu, uçağın ne tip bir silahla vurulduğu ya da uçağın gerçekten vurulmayıp teknik arıza gibi başka bir nedenle mi düştüğü gibi sorular kamuoyunu meşgûl etmeye başladı. Bu sorulara verilecek yanıtlar önemliydi, zira bu yanıtlar iki ülke arasındaki krizi bambaşka bir boyuta, hatta belki sıcak bir çatışmaya itebilecek nitelikteydi.

Zira söz gelimi uçak Suriye'nin iddiasının aksine Suriye hava sahası içinde değil, Türkiye'nin iddia ettiği gibi Doğu Akdeniz'in uluslararası hava sahasında vurulmuş ise, bu halde Türkiye'nin mukabele hakkı doğabilirdi. Ancak eğer Suriye'nin iddiası doğru ise, yani RF-4ETM Suriye hava sahasını ihlal edip burada vurulduysa, Türkiye'nin özür dilemesi gündeme gelebilirdi ve ardından o uçağın orada işinin ne olduğu sorulabilirdi.

Resim, RF-4E krizi sürecinde Türk kamuoyunun ve basının
durumunu trajikomik bir şekilde özetliyor
(Kaynak: Flickr.com)
Tüm bu hengâme içinde, Türk makamlarının söylem ve tavırlarında net bir hazırlıksız yakalanma hali göze çarpmaktaydı. Herhangi bir "B planı" ya da acil eylem hazırlığının olmadığına işaret eden bu ilk şok atlatıldıktan sonra, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, televizyon ekranlarına, şema ve haritalarla desteklenmiş bir şekilde çıktı. Ancak söz gelimi Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç'ın "uçağın füze ya da füze benzeri bir aygıt tarafından düşürülmüş olabileceğini" söylemesi, en hafif tabiri ile trajikomikti. [4] Öyle görünüyordu ki Arınç, konu ve kriz hakkında en iyimser tahminle o kadar az bilgi sahibi idi ki (ya da kendisine o kadar az bilgi akıyordu ki) aşırı temkinli bir şekilde, yanlış bilgi vermiş olmamak ya da muğlak konuşup renk vermemek adına "füze benzeri aygıt" gibi komik bir terim uydurmak zorunda hissetmişti kendini.

Devlet mekanizmasındaki bu şok hali daha sonra açıklanacak olan resmî raporlarla tutarsızlık ve çelişkilere bezeli bir hale de gelecekti ancak bu kriz anında çok ilginç başka bir şey de yaşandı.

Türk basını, konuyu nasıl takip edeceğini bilemedi.

Konu ile ilgili televizyon kanallarına "uzman" sıfatı ile çıkan şahısların neredeyse hiçbiri, konunun gerektirdiği asgari teknik bilgilere sahip değildi; dahası olayı Türkiye - Suriye savaşı ya da öç alma harekâtına indirgemeye heveskâr yorumlar yapmaktaydılar. Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan uçağın enkaz parçalarının fotograflarını yorumlayan ve çoğunun isminin başında ya akademik ünvan ya "emekli" sıfatı taşıyan "uzmanlar"ın getirdiği yorumlar gülünçten de öte çileden çıkarıcı idi. RF-4ETM'nin kuyruk dikmesinin tepesinde yer alan radar ikaz alıcısını kokpit parçası diye yorumlayan, bu uçakların herhangi bir özsavunma sistemlerinin olmadığını iddia eden yorumcuların teknik bilgi donanımsızlıkları, konuya vakıf olan azınlığı çileden çıkartmaktan ve kendilerini komik duruma düşürmekten başka bir işe yaramadı. [5]

Bu durumu, fara tutulmuş tavşan haline benzetmek mümkündür.

RF-4E krizi, yakın tarihteki en incelemeye değer ve karmaşık olaylardan birisidir. Bunun nedeni, olaydaki çok ince ve teknik ayrıntıların son derece majör etkiler doğurabilecek olmasıdır. Uçağın vurulduğu ve düştüğü konum, Suriye hava savunmasının elindeki silahların tipi ve teknik özellikleri, RF-4ETM uçağının teknik özellikleri ve kabiliyetleri, bölgedeki Türkiye ve diğer unsurların elektronik istihbarat kabiliyetleri gibi çok sayıda teknik husus, krizin seyrini doğrudan etkileyebilecek nitelikteydi. Söz gelimi uçağın radar güdümlü bir füze ile vurulmuş olması, Türkiye'nin tezini doğrulasa da, uçaktaki radar ikaz alıcısının ve bölgedeki tüm diğer göz ve kulakların bu gibi bir radar sinyalini tespit etmiş olması ihtimalini de doğurur. Ancak eğer böyle bir tespit var idiyse, uçağın bırakın enkazının bulunması, temasın neden kesildiğinin bile uzun süre anlaşılamaması gizemlidir. Öte yandan eğer uçak kızılaltı bir füze ile vurulduysa bu, bu tip füzelerin teknik özelliklerinden dolayı olayın Suriye hava sahası içinde gerçekleşmiş olduğunu gösterir.

RF-4E krizinde bu gibi onlarca farklı senaryo üretmek mümkündür. Ancak ne yazık ki, Türk basını bu süreçte, bu gibi teknik ayrıntıları net bir şekilde ortaya koyabilecek kaynaklara sahip olmadığını farketmiştir. Bu yoksunluk hali, devlet mekanizmasının atalet ve şaşkınlığı ile de birleşince, kamuoyunun sağlıklı bilgilendiril(e)memesi sonucunu doğurmuştur. Nitekim uçağın şehit pilotlardan birinin ailesi, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı hakkında suç duyurusunda bulunmuş; buna karşılık MİT de soruşturma başlatan Malatya Cumhuriyet Savcılığı ile Avukat Katar hakkında "planlı bir psikolojik harekatın parçası olmak ve savaş kışkırtıcılığı yapmak” suçlaması ile suç duyurunda bulunmuştur. Kriz sonunda devlet, kendi vatandaşına, hem de üniformasını taşıyan bir subayının ailesine düşer duruma gelmiştir. Son derece üzücü, hatta kahredicidir.


Füze Kalkanı

Kamuoyunun gündemini RF-4E krizinden daha uzun süre işgal eden bir başka önemli konu ise füze kalkanı projesi idi. Kısaca ABD'nin, uzun menzilli balistik füzelere karşı savunma maksadı ile hava, kara, deniz ve uzay konuşlu sensörler ile gemi ve kara konuşlu füzesavar füzelerinden oluşan, iç içe geçmiş katmanlardan müteşekkil tümleşik bir savunma sistemi olan "Füze Kalkanı" sistemi kapsamında, Malatya Kürecik'te bulunan üsse bir adet AN/TPY-2 radar sistemi kurulması gündeme geldi. Bu konu, neredeyse ışık hızında "Büyük Ortadoğu Projesi", "İsrail'in güvenliği", "Türk hava sahasının kontrolünün devredilmesi" gibi, çoğunlukla komplo teorilerine bezeli bir şekilde tartışılmaya başladı. Teknik herhangi bir bilgi ya da değerlendirmeye erişimi olmayan ya da yanlış yönlendirilen "kamuoyu yapıcıları", konuyu o kadar rezil bir şekilde tartışmaya başladı ki, sistemin, Türkiye'nin ulusal güvenliğine tehdit ya da katkısı sağlıklı bir şekilde tartışılamaz oldu. [6]

Ana Muhalefet partisi liderinin bile akıl almaz bir şekilde "İsrail'in güvenliği için" kurulduğunu iddia ettiği [7] AN/TPY-2 radarının teknik özelliklerini, füze kalkanı projesinin bileşenlerini, özellik ve kabiliyetlerini kamuoyunda net ve anlaşılır bir şekilde izah edecek tek bir yetkili ya da yetkin isim dahi yoktu. Kamuoyu, bu sistemin ne olup ne olmadığı hakkında resmî ya da gayrıresmî makam ya da isimler tarafından sağlıklı bir biçimde bilgilendirilmedi. Sonuç olarak da, Suriye krizi sonrasında güney sınırlarımıza yerleştirilen Patriot hava savunma bataryalarının tetikleri önce bizim elimizde [8] oldu sonra başkasında. [9] [10] Ve bu absürd duruma karşı doğal olarak herhangi bir tepki de gelişemedi.

Örneğin AN/TPY-2 radarının, Türk hava sahasının kontrolü için de kullanılacağını iddia edenler, basın üzerinden bu fikirlerini geniş kitlelere, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın yayabildiler. Ama ve fakat, bu saçmalığa karşı hiçbir ana akım basın organında, söz konusu radarların sabit anten dizinleri olduğu, yani sadece sabit bir bölgeyi izleyebildikleri, 360 derece kapsama alanına sahip olmadıkları gibi bilgiler yer almadı ya da cılız kaldıkları için dikkate alınmadılar. Veyahut bu radarlara ve çok daha gelişmişlerine İsrail'in de sahip olması, coğrafi konumları ve balistik füzelerin uçuş prensipleri nedeniyle İsrail'in güvenliğine teorik ve pratik hiç bir katkılarının olamayacağını, basit bir harita ve kısa bir Google araştırması ile dahi desteklenmiş şekilde hiç bir "uzman" anlatmadı - bırakın resmî makamların bu konuda kamuoyunu bilgilendirmeyi becerebilmiş olmasını.


Değerlendirme

Her iki olayda da göze çarpan bazı ortak noktalar bulunmakta. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün:

1. Resmî makamların konu ile ilgili kamuoyunu bilgilendirme kabiliyetinde ciddi zafiyetler söz konusudur. Bilgilendirme en iyi durumda son derece geç ve yetersiz yapılmaktadır. Bu zafiyet öyle noktalara gelebilmektedir ki, bazı durumlarda çeşitli resmî söylem ve raporlar arasında tutarsızlık ve çelişkiler dahi gerçekleşebilmektedir.

2. Basın, olayların sadece sansasyonel boyutuna odaklanmakta, "manşeti satmaya" çalışmakta ve bu hırs sırasında olayların gerçek boyutlarını ya abartmakta ya göz ardı etmekte ya da çarpıtmaktadır. Bu da, konu ile ilgili kamuoyunu en iyimser ihtimalle yanlış bilgilendirme sonucunu doğurmaktadır.

3. Türkiye'de, ulusal güvenlik, strateji ve savunma konularında fikir üreten, değerlendirmeler ve tartışmalar yapan bir kamuoyu mevcut değildir. Bu alanlardaki konular sağlıklı ve çok boyutlu - çok eksenli biçimde tartışılamamaktadır. Bu noksanlık da, çoğu durumda ezberlerin tekrarına neden olmaktadır. Kamuoyu yapıcılarının büyük çoğunluğu bu nedenle hala Soğuk Savaş paradigmalarını aşabilmiş değildir.

Bu üç tespit ışığında şunu iddia etmek mümkündür:

Ulusal strateji ve savunma alanları Türkiye'de askeri bürokrasinin himayesinde ele alınan ve tartışılan konular olagelmiştir. Bu durumun kökenini Osmanlı dönemine kadar takip etmek mümkün olmakla birlikte, Soğuk Savaş dönemi ve Sovyet tehdidi ışığında neden bu şekilde şekillendiğini anlayabilmek mümkündür. Soğuk Savaş'ın, ulusal savunma ve güvenlik polikalarının askeri tehdit odağında şekillendirilmesini gerektirmesi bir vakıadır, ne var ki Türkiye'de sivil bürokrasi bu konularda tüm inisiyatifi, sorumluluk ve görevi askeri bürokrasiye devretmiş, hatta terketmiştir. Bu ise, ulusal savunma, güvenlik ve strateji konularında sivil bir kamuoyunun şekillenememesi sonucunu doğurmuştur.

Bu, özellikle Soğuk Savaş sonrası hızla kabuk ve şekil değiştiren dünyada çok ciddi bir sıkıntıdır. Bu sıkıntı sırasıyla 11 Eylül, 2003 Irak Savaşı, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı, İsrail'le kriz gibi konularda kendini, artarak göstermektedir. Çok boyut ve çok eksenli bir savunma ve güvenlik kamuoyunun noksanlığı, hem toplumu hem karar alıcıları hem de devlet mekanizmasını, tabiri caizse "cephanesiz" bırakmıştır. Bu da, ezbere çözümlere devlet ve milleti mecbur kılmaktadır: Devlet ve toplum, başkasının "paket çözümleri"ne karşı daha istekli hale gelmiştir, kendisi fikir, bilgi ve strateji üretemez haldedir çünkü. Türkiye'de ulusal güvenlik, savunma ve strateji konularında çok boyutlu - çok eksenli bir kamuoyu noksanlığından doğan bir topyekûn cehalet durumu söz konusudur.

Türk Dil Kurumu cehaleti, "bilgisizlik" olarak tanımlıyor yalın bir şekilde. Ancak cehalet, bilgisizlikten daha da fazlasıdır. EkşiSözlük'teki bir yazarın ifade ettiği şekliyle, öğrenmeme çabasıdır ve bu hali ile özür değil, kabahattir [11]. Yani cehalet, bilgisizlik değil; bilgisizliğin farkında olmama veya daha da kötüsü, bilgisizliğini gidermek için çaba göstermeme halidir. Kitlesel olması durumunda, imha edici bir özelliği vardır, algıları akamete uğratması nedeniyle.

Türkiye, kitle imha silahlarının en yıkıcısının yakıcı tehdidi altındadır.



Kaynaklar


[1]: Mütercimler, Erol, "Yüksek Stratejiden Etki Odaklı Harekâta: Geleceği Yönetmek", Alfa Yayınları, İstanbul, 2006
[2]: Arıkboğa, Şebnem, Entelektüel Sermaye, s.50, Derin Yayınları, İstanbul, 2003
[3]: Bu olayla ilgili gözlem ve değerlendirmelerim için bkz: http://www.siyahgribeyaz.com/2012/07/rf-4e-olay-sorunu-bilesenlerine-ayrmak.html ve http://www.siyahgribeyaz.com/2012/06/dogu-akdenizde-yeni-kriz-suriye-turk.html
[4]: "Füze benzeri bir başka aygıt olabilir": Hürriyet, 11.07.2012, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20957208.asp (erişim tarihi: 17.02.2013)
[5]: Bu durumun nadir bir istisnası için bkz: "Interview with Sitki Egeli on Syrian-Turkish incident", Arms Control and Security for Middle East, 08.07.2012, http://www.middleeast-armscontrol.com/2012/07/08/interview-with-sitki-egeli/ (erişim tarihi: 17.02.2013)
[6]: Füze kalkanı konusunu en yetkin, net ve kaliteli şekilde ele alan kaynak için bkz: "Füze Tehdidi ve NATO Füze Kalkanı", Sıtkı Egeli, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013
[7]: "Kürecik'i kapat İsrail'e bilgi gitmesin": NTVMSNBC, 20.11.2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25399367/ (erişim tarihi: 17.02.2013)
[8]: Hüseyin Çelik, AKP Genel Başkan Yardımcısı: "Patriotların tetiği bizde olacak": Posta gazetesi, 22.11.2012, http://www.posta.com.tr/siyaset/HaberDetay/Celik--Patriotlarin-tetigi-bizde-olacak.htm?ArticleID=149364 (erişim tarihi: 17.02.2013)
[9]: Francis Ricciardone, ABD Türkiye Büyükelçisi (tarihe dikkat ediniz): "Patriotların Tetiği NATO'nun elinde": BirleşikBasın, 29.11.2012, http://www.birlesikbasin.com/patriotlarin-tetigi-natonun-elinde-15975h.htm (erişim tarihi: 17.02.2013)
[10]: İsmet Yılmaz, Milli Savunma Bakanı: "Patriotların Tetiği NATO'da olacak": Cihan Haber Ajansı, 07.02.2013, http://www.haberindunyasi.com/haber/104875/milli-savunma-bakani-patriotlarin-tetigi-natoda-olacak.html (erişim tarihi: 17.02.2013)
[11]: 
https://eksisozluk.com/entry/30167598

6 yorum:

Burak dedi ki...

Oldukça net, çok geniş kapsamlı bir durumu oldukça kısa bir şekilde tespit etmişsiniz Arda Bey.

Teşekkür ederim.

Adsız dedi ki...

Arda Bey size tesekkur etmek istiyorum.

Anlattiginiz ve gordugumuz uzere insanimiz cok buyuk tehlikededir. Boyle bir ortamda insanlara bilgiyi en dogru ve en sade sekliyle aktarma cabaniz gercekten takdire sayan. Bu sebepten, en azindan kendi adima, size tesekkur ederim ve de basalarinizin devamini dilerim.

Allah yolunuzu acik etsin.

Arda Mevlutoglu dedi ki...

Sn Burak, Sn Adsız (18 Şubat 2013 20:04),

Takdiriniz ve güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim.

Alper dedi ki...

Mükemmel bir başlık.
Girişiyle, örnekleriyle, değerlendirmesiyle dört dörtlük bir yazı.
Çok teşekkürler.

Adsız dedi ki...

Doğu Akdeniz'i gören "en az" 3 tane hava radarımız var. Kıbrıs, Mersin ve Adana'da. Belki deniz seviyesinde başka radarlar da vardır. Tüm veriyi birleştirerek "taktik resmi ve telsiz konuşmalarını" saklayan ve bir olay olduğunda düne , geçmiş haftaya ait izleri, bilgileri analiz için verebilen bir sistem var mı ? Burada ses ve iz bilgilerinin birleştirildiğine ve saklandığına dikkat çekmek lazım. Ben böyle bir sistem olmadığını tahmin ediyorum. Olmadığı için de yine benzer bir şey gerçekleşse, "5n bir k" sorusuna cevap verebilecek kişi, o anki görev başındaki uçuş kontrolörü oluyor.

Hazerfen dedi ki...

Karacahilliğimize güzel bir örnek eklediğiniz ve aynı zamanda bizi teknik boyutta bilgilendirdiğiniz için teşekkürler.